Sürmenelilerin GARİPÇE'si

Nisan 2009

   

Onlarla çeşme başında karşılaştım. Bidonlarını ve güğümlerini su dolduruyorlardı. Bir tanesinin başında makas keşanı vardı. Hani Karadenizli kadınların başlarına taktıkları bordolu siyahlı, karışık çizgili örtü. Lafa başlamanın anahtarı, o oldu.

"Nerden buldunuz o makas keşanını?"
Ondan sonra gerisi sular seller gibi geldi. Makas keşanlı olan onbeş yaşında evlenmiş, Sürmene'den gelin gelmiş. Geliş o geliş. "Peki hiç özlemiyor musun oraları?"  dedim. "Ne özleyeyim, çay kır, fındık kır, ben o kadar yorulamam, tansiyonum var" dedi. Hem burda  bir tane de ineği varmış. Küçükken almışlar büyütmüşler, şimdi onu bırakıp, bir yere gidemezmiş.  "Evde su yok mu çeşmeden su taşıyorsunuz ?" diyorum. "Buraya gelmek hareket oluyor, baksana nasıl kilo aldık" diyor.Biri elli yaşlarında, diğeri daha genç. Bu çeşme köyün üst tarafında olanı, deniz kenarına yakın bir tane daha var,


        

İstanbul'dan gelip bidonlarla su götürüyorlar o çeşmeden."Aşağıdaki çeşmenin suyu böbrek taşlarını kırıyormuş  diyorlar, öyle mi?" diyorum."Valla, çok idrara çıkarttığı doğru. Ama bu yukarki suyun öyle bir özelliği yok, bu su  zaten biraz bulanık. Biz evde, ev işlerindekullanıyoruz" diyor, daha genç olan.


Garipçe'nin sol tarafındaki kayalık tepede bir kale kalıntısı var. Bir çok yerde Cenevizlilerden kaldığını okudum. Bir yanda  Karadenize doğru kollarını iki yana açmış Boğaz'ın iki yakası, aşağıda kayaları döven dalgalar, havada boşlukta akar gibi sis  öbekleri  var. Garipçe yanlız kalmış bir köy, belki de o yanlızlığı devam etseydi daha güzel olurdu. Hafta ortası bir günde bile köyün deniz kenarındaki meydanında onbeş araba olursa, hafta sonunu düşünemiyorum.Sanıyorum her şey Koç Üniversitesinin açılmasıyla başladı.Sarıyer Rumeli Feneri yolu üstünde açılan üniversite trafiği arttırdı ve Garipçe keşfedildi. Bu keşfedilmenin keşke yerli halka bir faydası olsa, ama yok.

        

 Çoğu nerdeyse akraba olan Sürmene'lilerin oturduğu  Garipçe'de, dört yıl önce gittiğimizde sadece deniz kenarında bir kahve vardı.Şimdi biri o kahve olmak üzere üç tane restoran var. Ne halkın üretip sattığı bir mal, ne de kazanç getirecek bir başka alternatif var.Garipçe'de çoğunluk balıkçı. Sokakları şöyle bir dolaşırsanız, yığılı duran ağlar hemen gözünüze çarpar. O yukardaki kaleye tekneler niye çıkartılmıştır, onu da çözemezsiniz. Pas tutmuş çıpalar artık dekor mudur yoksa, balığın da bereketi bitmiş midir ? Ya buradan denize giriliyor mu acaba? Sorular dizilir sıraya.

Eşim çocukluğunda, teyzesi oturduğu için çok bulunmuş Garipçe'de. Köyün, evlerin başladığı girişinde  Kadınlar Plajı dedikleri yerden girerlermiş denize. Oldukça yüksek, ama yuvarlanmadan inilebilecek küçük bir koy Kadınlar Plajı. O zaman daha büyük gelirmiş onlara, şimdi bu kadar küçük müydü burası diyor.

           

Sorularımdan birinin cevabını çeşme başı sohbetinde alıyorum. "Buradan denize girilmez. Olur mu hiç, erkekler mayoyla dolaşacak. Biz kapalı insanlarız, köyümüzde nasılsa, burda da öyle."  Yani kırk yıl önce  köyün kadınları buradan denize elbiseli de olsa girermiş, ama kırk yıl sonra galiba o da kalmamış.

           

.Anayoldan ayrılıp sağa Garipçe yoluna girildiğinde köyün mezarlığı var. Mezarlığa girip en ucuna kadar gidildiğinde güzel bir koya yukardan bakıyorsunuz.En eski mezar kaç tarihli diye bakınırken, bir mezar taşının üzerinde Galatasaray amblemi görüyorum. Ne aşk diyorum kendi kendime.

 Köy meydanında eski ve büyük ahşap bir ev var. O da yanlızlığına terkedilmiş. Ön cephesinde  çatıya,  büyük bir geyik boynuzu monte edilmiş. Araştırdım, belki başka yörelerde de vardır ama, Sürmene'lilerin bereket ve uğur getirmesi ve de ev halkına nazar değmemesi için evlerinin görünen bir yerine öküz ya da geyik boynuzu astıklarını öğreniyorum.

Garipçe, işte böyle biraz garipçe ve kendi halinde......

 
 
 

Yorumlar