BİR ELMAS'TAN BİR ELMAS'A



Elazığ'da, Hazar Gölü'nün kıyısında bir oğul, bir babaya, bir söz verir. "Ben, o cennete mutlaka  gideceğim." Gidilecek cennet Azerbaycan, sözü veren benim lisede fizik öğretmenim Azer Elmas, söz verilen baba ise bir daha gidemeyeceği cennet dediği anavatanına hasretini, şiirlerine döken Azeri şair Elmas Yıldırım, ya da ülkesinde bilinen adıyla Almas İldırım.


Şimdi doksanlı yaşlarını sürmeye başlayan  öğretmenim Azer Elmas, her yıl, özellikle de Nevruz bayramlarında ata yurdu Bakü'ye gidiyor, babaya verilen sözü tutuyor. Lisedeyken maden mühendisi olduğunu bildiğimiz öğretmenimizin hakkında, bilmediğimiz  ne çok şey varmış meğer. Daha üç aylıkken akranlarından  farklı olmuş yaşamı.  Çünkü babası, bir kez daha zorunlu gidişlerinden birine başlamış o günlerde.


Önce, Azer Öğretmen'imin babası şair Elmas Yıldırım'ın, Hazar Denizi'nin  kıyılarında başlayan yaşantısından çıkmalıyız yola. 1907 yılında, babasının tüccar olduğu,  Hazar'a uzanmış bir yarımada olan Abşeron'un, Gala (Kale) şehrinde doğar Elmas Yıldırım. Ve ne ilginçtir ki, son nefesini de Malatya'nın Kale bucağında verir. Aile sonra Bakü'ye gelir. Bakü'deki petrol tesislerinde çalışan İran Azerilerinin çocukları için açılan okula gider. Burada Farsçayı , daha sonra  gittiği  okulda da Rusçayı öğrenir. 


Kafkas topraklarında devirler değişmekte, çarlıktan sonra kısa bir süre özgür olan Azerbaycan'da, Sovyet hakimiyeti kurulurken, genç Elmas Yıldırım'da da vatan ve özgürlük aşkı ateşlenmektedir. Bakü Devlet Üniversitesi Şarkiyat Bölümü'ne başlar, ama çok geçmeden okuldan uzaklaştırılır. Görünürdeki sebep babasının tüccar olması ise de, gerçek sebep bazı dergilerde de yayınlanan şiirlerinin temasıdır aslında. Hatta, İstanbul'a gönderdiği, Hayat Dergisi'nde yayınlanan bir şiiri de bunların arasındadır.


Sürgün hayatı başlar. Önce Derbent'e, sonra Kırım ve Aşkabat'a sürülür. Elmas Yıldırım, bildiği yolda şiirlerine devam eder cesaretle. Aşkabat'ta  Ziver Hanım'la evlenir. 1933 yılına geldiğimizde Aşkabat'ta da takip edildiğini,  hayatinın tehlikede olduğunu bildirir bir dostu. Bir gece, sofrası kurulu, ışığı yanıkken, üç aylık oğlu ve eşiyle yine bir gidiş başlar.


İşte, o üç aylık çocuk büyüyünce İstanbul'un okullarında bizlere Almanca, matematik ve fizik öğretmeni olacaktır. Ancak, o günlere kadar yaşanacak çok şey var daha. 


Ziver Hanım'ın babası Aşkabat'ta yaşayıp halı ticareti yapan, bir İran Azerisidir. Ziver  Hanım bir  röportajda şöyle anlatır o günleri "Biz babama 'dadaş' deriz, 'dadaş' dedim, Almas İldırım diyor ki, 'babanın İran'la bağlantıları var, bizi İran sınırına götürsünler, biz oradan Türkiye'ye geçeriz'. Babam önce, 'o gitsin seni bırakmam' dedi, ama ben çocuğumu babasız büyütmem diye diretince  sonunda razı oldu.


Baba, bağlantıları kurar ve bir gece halılara sarılan kaçak yolcularıyla, deve kervanı Aşkabat'tan yola çıkar.  Elmas Yıldırım, Kürt kervancıların aralarında, 'biz bunları Ruslara teslim edersek para alırız' gibi konuşmalarını anlayınca, Ziver Hanım isyan eder, 'babam size para verdi, bizi sınıra götüreceksiniz'der. 


Bir tepeye geldiklerinde, Kürtler onlara yolu tarif edip 'bu yamaçtan aşağı bir dereye ineceksiniz, o dereyi sağınıza alıp yürüyün, sınıra varırsınız' derler. Genç karı koca, bebekleriyle gündüz saklanıp, gece ilerlerken, yollarını kaybederler.  On yedi gece boyunca, ayakları yara bere içinde kanarken yol alırlar. Açlık bir yandan bellerini bükerken, öylesine hayattan umutlarını keserler ki, ' bir bulan olur, hiç olmazsa oğlumuz yaşar'  düşüncesiyle, onu, ana yola yakın bir kayanın altına koyarlar. Ama yürek elvermez, on adım sonra dönüp, oğullarını alırlar. Ve bir gün sonra sınıra varır, İran'a geçerler.


 Sınırda karşılaştıkları tutum mizah gibidir. Elmas Yıldırım, ülkesini terketmek zorunda bırakıldığı rejimden kaçarken, o rejimin  ajanı olduğu zannıyla, üç gün suyun içinde bırakılıp işkenceye tabii tutulur. Bu üç gün,  ileride hayatına mal olacak böbrek rahatsızlığının başlangıcı olur. Nihayet casus olmadıkları anlaşılıp, serbest bırakıldıklarında Atatürk Türkiye'sinin yolunu tutarlar.


İlk durak Van, sonra da Elazığ olur Almaszade'lere. Okur yazar sayısının oldukça düşük olduğu o yıllarda, bilgili kişilere ihtiyaç olduğundan, gerekli araştırma ve işlemler yapılarak Türk vatandaşlığına geçirilirler. Elmas Yıldırım'a, Elazığ ve Malatya'da  vekil öğretmenlik, nahiye müdürlüğü gibi görevler verilir. 


Elazığ'daki  Gölcük Gölü'nün kıyıları, şaire  Hazar kıyıları olur. Bir mektup yazar Ata'mıza, 'bu gölün adı Hazar olur mu?' diye. Gölün adı Hazar Gölü,  daha sonra yine onun talebiyle, Han köyünün  adı da memleketindeki gibi Hankendi olur. Çevresinde sevilir  Elmas Yıldırım. Görevleri sırasında at sırtında köy köy dolaşıp, satranç öğrettiği halkevleri, okullar açtırır. Susuz mahallelere su getirtir. O çeşmelerden biri günümüzde bile Yıldırım Çeşmesi diye anılır. Sonraki yıllarda da adı, Elazığ'da bir  caddeye verilir


Kader yoldaşları olan oğulları Azer üç yaşlarında iken, Elazığ'da  ikizleri olur. İsimlerini Eldegez ve Yurdavar koyarlar. Ama ikizler hayata tutunamazlar. Üç çocukları daha olur, her birinin adı memleket kokan, Aras, Odkan ve Bakühan olan. Kaleminin var gücüyle özgürlük, Azerbaycan ve Azerbaycan'a  hasret şiirleri yazarken, ecel çok genç yaşta yapışır yakasına Elmas Yıldırım'ın. Böbreklerindeki rahatsızlık sonucu, 1952 yılında, kırk beş yaşında, Ziver Hanım'ı dört oğulla bırakıp, öz yurdunu göremeden, o sırada yeni  görevi nedeniyle  bulundukları Malatya'da  hayata veda eder. 


Malatya'daki kabristandan yol geçirilmesi esnasında bazı mezarların yok olması, üstüne bir de sel yaşanması, Azerbaycan'dan gelen bir ekibin, buradaki ilgililerle  şairin mezarını bulma çalışmalarını sonuçsuz bırakmış olsa da, çok sevdiği vatanında, doğumunun 100. yılı 2007'de, doğduğu topraklarda heykeli dikilir Elmas Yıldırım'ın.


1952 yılı, Azer Öğretmen'imin liseyi bitirip, üniversiteye başlayacağı yıldı aynı zamanda. Babasının "sen neft mühendisi olup, Azerbeycan'a hizmet edeceksin" sözleri aklındadır ama, çalışıp ailesine de  bakması gerekmektedir.


Adını unutmam mümkün değil dediği Malatya valisi Şefik San,  babasını seven bir şahıstır. Valilikte küçük bir görev verir ona. Bir gün, mezun olduğu lisenin müdürü Lütfi Alpay,'ın, bir iş için  valiliğe gelip, okulu birincilikle bitiren öğrencisini, üniversitede değil de, sıradan bir işte çalışırken görmesi, hayatının rotasını değiştirir. Müdür  valiye "bu çocuk benden 10 kat akıllı, okumalı" der. Azer Elmas'ın yüksek öğreniminin yolu açılmış olur.  Vali Şefik San  "Git, başarılı olursan ananı, kardeşlerini de yanına göndereceğim' der ve maddi destekle (10 Lira) onu İstanbul'a gönderir.


Ve öğretmenim, İTÜ'nün, o yıl açılan Maden Fakültesi'ne en yüksek puanla girer. Bir müddet valinin talimatıyla Malatya Mezunlar Derneği'nde zor şartlarda  kalan Azer Elmas (Türkiye'de, babasının da resmi soyadı Elmas idi. Elmas 'yani Azeri dilinde 'Almas', ailede büyük dedenin  adıdır) daha sonra, Azeri bir dostun Laleli'deki, şimdi bir otel olan, o zaman Tayyare Konutları denilen evlerinde kalarak eğitimine başlar. Daha sonra ise, Azerbeycan Kültür Derneği devreye girerek, ailesi ile birlikte yaşayacakları küçük bir eve yerleştirilirler. 


50'li yıllarda İTÜ'de Alman profesörler azımsanmayacak sayıda olup, Maden Fakültesi'nde eğitim, Alman sistemine göre verilmektedir.  Yani, altı ay ders görülüp, dört ay bir madende bir işçi gibi çalışmak  gereklidir.  Bu dört ayda, fakülteye  en yüksek puanla giren ilk iki öğrenci, MTA'nın (Maden Tetkik ve Arama)  bursuyla, Almanya'da, Ruhr Bölgesi'nde bir madende çalışmak üzere gönderilecektir. Bu, iki öğrenciden biri Azer Elmas olur. Her sömestr dört ayını Ruhr madenlerinde çalışarak geçirir. Neftle değil ama, 1500 metre derinliklerde, kömürle uğraşmak vardır hayatında. İki yıl da mastır yaparak, İstanbul'daki ailesine kazandığı markları gönderir. Türkiye'ye döner, 1958 yılında İTÜ Maden Fakültesi'ni birincilikle bitirir.


Aslında, Almanya'da burslu çalıştığı firmadan, orada  kalıp çalışması için de teklif vardır ama, bir de yapılacak askerlik beklemektedir. Yedek subaylık imtihanına girmesi için de, bir sonraki yılı beklemesi. İşte, kader, hem bizlere öğretmen olması, hem de hayat arkadaşı ile tanışması yolunun ilk adımını orada başlatır. Yolda karşılaştığı bir arkadaşı, 'neden bu arada öğretmenlik yapmıyorsun?' der. Ve, İstanbul Kız Lisesi'nde Almanca öğretmenliği ile eğitimin, öğretme tarafındaki hayatı da başlar. Sonra askerlik, sonra evlilik, Bakırköy ve Bahçelievler Liselerinde öğretmenlikler ve de Türkiye'de çeşitli madenlerde çalıştığı yıllar.


İzlediğim bir videoda eşi Katya Elmas ,  tanışmalarını şöyle dile getiriyordu."Biz Nahcıvan kökenli bir aileyiz. Ben burada doğdum. O, lisede Almanca öğretmenimdi. Ailelerimizde ortak tanıdıklar vardı. Dört yılın sonunda, ben okulu bitirince ancak evlendik." 


İki oğulları olur, büyüğün adı hem Yıldırım hem de Rutil. Ancak bir maden mühendisinin aklına gelebilecek bir isim. Rutil, bir mineral. Dedesi Elmas Yıldırım'ın arzusu, onun iş sahasıyla gerçekleşir. Bakü Ceyhan hattında, neft (petrol) işinde, Azerbaycan'a hizmet ederek, Bakü'de yaşar uzun süre. Diğer oğul Selçuk Elmas. Bir oğulun, babasına söyleyebileceği en baba sözleri okudum, bu yıl babasına seslendiği doğum günü kutlamasında;

..........

Bir adam düşünün,

Hala kollar güçlü, yüreği 18'lik delikanlı

Bir adam düşünün

idol, anıları ansiklopedi,memleket sevdalısı.

Bir adam, o bir baba.

Dürüst, cengaver! Ahlak timsali.

..............


Fizik öğretmenim Azer Elmas'la yollarımız, 70'li yılların başlarında, Bahçelievler Lisesi'nde kesişti. Doğrusu, pek de sevdiğim bir ders değildi fizik, ama öğretmenimiz iyi bir eğitmendi. Beyaz önlüğü, elinde tebeşiri dersi sıkmadan anlatırdı. Babasından bahsettiğini hiç hatırlamıyorum. Hatta Azeri kökenli olduğunu bile bilmezdi(m)k. 


Şimdi, babası Elmas Yıldırım'ın fotoğraflarına bakıyorum da, o yıllarda fiziği ile babasını andırdığını görüyorum. "Babam gülmezdi, pek konuşmazdı da, günde elli kelime belki ederdi. Hep önüne bakar, düşünürdü. Heykel gibi adamdı." dediği babasının tersine, ben Azer Öğretmen'imi derslerde konuşkan ve esprili bir insan olarak hatırlıyorum.


Bu yazıyı hazırlarken Azerbaycan hakkında  çok şey öğrendim. Rusya'daki Ekim Devrimi'nden sonra, 1918 yılında özgür Azebaycan Demokratik Cumhuriyeti'nin kurulduğunu, kuruculardan Mehmet Emin Resulzade'nin ve daha bir çok aydının, 1920'ye kadar süren özgür dönemin sona erip, Sovyet rejiminin hakimiyetinin başlaması ile, ülkeyi terkettiğini ve bir çoğunun Türkiye'de yaşayıp, vefat ettiğini örneğin.


Türkiye'de yaşarlarken, Elmas Yıldırım'ın büyükçe bir kumaş üzerine çizdiği Azerbaycan haritasını ve bayrağını, eşi Ziver Hanım'ın iplikle işleyerek yaptığı panonun, özgür Azerbaycan'da, şairin adının verildiği bir okula hediye edildiğini örneğin. Şiirlerinin, Türkiye'de Azeri Derneği tarafından derlenip, basıldığını örneğin.


Türkiye'de, Elmas Yıldırım'ın ölüm yıldönümlerinde (14 Ocak) "Hazar'dan Hazar'a" şiir günleri yapıldığını,  burada ve Azerbaycan'da adına anma günleri ve Sempozyumlar düzenlendiğini örneğin. 


Elmas Yıldırım'ın 100. doğum yılında oğlu Azer Öğretmenim ve her iki ülkenin Kültür Bakanları'nın da iştirakiyle ( Ertuğrul Günay dönemi) anma töreni düzenlendiğini.  Azebaycan'da  Öğretmenim Azer Elmas'ın Azerbaycan devlet başkanı İlham Aliyev'le de görüşüp, babası ve şiirleri hakkında konuştuklarını, Aliyev'e 'sizin Hazar'ınız, bizim de 'bala Hazar'ımız var'  dediğini örneğin.


Azeri dilinde 'ata'nın baba, 'baba'nın dede demek olduğunu, Kür ve Aras nehirlerinin Azerbaycan'da birleşip Hazar'a döküldüğünü, doksanlı yaşlarına henüz giren Azer Öğretmenimin, oğlunun arkasında motorsiklete binecek kadar dinç oluşunun sebebinin, belki de, kahvaltısından eksik etmediği tahin pekmez (Rutil Elmas, Azeri dilinde bir röportajda tarhun pekmez diyor, ben onun tahin olabileceğini düşündüm) olduğunu, örneğin.


Ve biz, 70'lerde yetişen öğrencilere tuttukları ışık için, tüm öğretmenlerimizin nezdinde sayın Azer Öğretmenime  sonsuz saygılarımı sunarken, Elmas Yıldırım'ın dizeleriyle yazımı bitiriyorum.


Söyle, neden ses vermiyor Hazar'ım

Ben ki, onun her derdini yazarım

Sürgün olup, uğrunda hep gezerim

Kısmetim, bu uzun yollar, a dağlar....


Not: Bu yazı hazırlanırken, Ziver, Azer ve Rutil Elmas'ın Azerbaycan televizyonlarında ve sosyal medyada paylaşılan röportajlarından, gazeteci Dilgam Ahmad ve Hafız Ahmedov'un sosyal medya paylaşımlarından ve de sayın öğretmenimle yaptığım telefon konuşmasından (onun izniyle) faydalanılmıştır.

Yorumlar