ÖNÜNDEN GEÇTİKLERİMİZİN, ARDINDAKİLER : HASANPAŞA CAMİSİ

 


Ocak ayının, kış ayı olduğunu unuttuğu şu günlerde, İBB Miras Projesi kapsamında yeniden işlevlendirilerek şehrimize kazandırılan Gazhane Müzesi'ne gitmek üzere, Kurbağalıdere Caddesi'nde yürüyorum.  Bir korent sütun başlığını andıran minaresine, her görüşte hayran olduğum Hasanpaşa Camisi'ni yaptıran Hasan Paşa 'kimdi acaba?' merakıyla eve dönüp, bilgisayarın başına oturduğumda, konu öyle bir dallanıp budaklanıyor ki, paşanın etrafında Sultanbeyli'den, Tokyo'ya  kadar uzanıyorum. 


Güzel bir aşk hikayesiyle başlamak istiyorum yazıma. Viyana'da bir kafede, sarışın, mavi gözlü genç bir kız, oturacakları sandalyeler eksik kalınca, yan masadaki boş sandalyeyi göstererek, ''alabilir miyim?'' diye sorar. Bir kaç dil bilmesine rağmen, Kahire'de yaşayan Türk kökenli bir ailenin kızı olan Zeynep Hanım'ın nedense Türkçe sorduğu bu sorunun cevabı da, aynı dilde gelir. Yan masadaki genç, II.Abdülhamid'in, 23 yıl Bahriye Nazırlığı'nı yapan Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa'nın yani camiyi yaptıran Hasan Paşa'nın oğlu, Mahmut Nedim Oyvar Bey'dir. Kalburüstü iki ailenin çocuklarının Viyana'da başlayan aşkı, İstanbul'da da sürer ve evlenirler.


Babasının mal varlığı muhteşem boyutlarda olan Nedim Bey, kendi şahsi servetini de epey büyütmüştü. Oyvar çifti, İstiklal Caddesi'nde, Abdülhamid'in resmi terzisi olan (çünkü daha çok Paris'te bir firmaya yaptırılırmış giysileri)  ünlü Botter Apartmanı'nı satın alıp, orada oturmaya başlar. 1920'li yıllarda, sadece dört saatlik bir  Wagner operasını dinlemek için Almanya'ya gidecek kadar zengin ve renkli bir hayat yaşayan çiftin, çocukları olmamıştı. Oyvar çiftinin bu şaşaalı hayatı, Mahmut Nedim Bey'in ölümüne kadar sürer. Eşini kaybettiğinde Zeynep Oyvar, 54 yaşındaydı. 


Eşinden kalan büyük mirasın bir kısmı olan Yakacık'taki arsayı, 1988 yılında Darüşşafaka'ya hibe edip, Yakacık Darüşşafaka Rezidansı'nın yapılmasını sağlayan Zeynep Oyvar Hanım'a daha sonra döneceğim, zira mahkeme ve gazetelere konu olacak bir miras söz konusu. 


Şimdi Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa'ya dönelim. Babası da amiral olan paşanın,  kendisinden önceki bakanın (ki Yeldeğirmeni'nde, oturduğum mahalleye adı verilen Rasim Paşa'dır kendileri), Osmanlı Donanması'nın, Haliç'e kapatılıp, çürümeye bırakılmasına razı olmaması sebebiyle, onun  yerine getirildiği söyleniyorsa da, donanmanın zaten Avrupa'daki donanmaların modernliklerine göre çok gerilerde kaldığını söyleyen ve yazanlar da var. 


Bakanlık yaptığı bu uzun dönemde, Hasanpaşa Camisi'nden başka, Erzincan, Trabzon, Haydar ve Eyüp'te de, bazıları daha önce yıkılmış ya da harap vaziyette olan başka camileri ve çeşmeleri de yeniden yaptıran paşa, Osmanlı'da bazı ilklerle de anılır. Mesela, astsubay okulu kurması, donanmaya ilk denizaltıların alınması ve montajının yapılıp denize indirilmesi (1887) gibi.


Dönemindeki önemli gelişmelerden biri de, aynı zamanda damadı olan (kızlarından biriyle 8 yıl evli kalmış) Mehmet Hikmet Bey'in yönetiminde, Taşkızak Tersanesi'ndeki üç katlı bir binada, günümüzde Beşiktaş'ta olan Denizcilik Müzesi'nin temelini oluşturan, Bahriye Müze ve Kütüphane İdaresini kurdurmasıydı. (1897)


Osmanlı döneminin iz bırakan Ertuğrul Faciası da onun zamanında yaşanır. Bir Japon prensinin, 1887'deki ziyaretine karşılık, iade-i ziyaret yapmak ve ilişkileri sıcak tutmak için (tabi, daha çok da doğudaki Müslüman zümreye yönelik olarak) içinde bahriye öğrencileri de olan, yaklaşık 600 kişiyle, donanmadaki en iyi gemi olan Ertuğrul Japonya'ya doğru yola çıkar.(1889) Donanmanın komutanı ise, Hasan Hüsnü Paşa'nın bir diğer damadı, yine denizci bir aileden gelen Osman Paşa'dır. Paşa unvanını, on bir ay süren bu problemli yolculukta alan komutan ve gemidekiler, Tokyo'da üç ay kalır.


Gemi, 15 Eylül 1890 tarihinde Yokohoma'dan ayrıldıktan sonra çıkan fırtınayla üç gün mücadele etmelerine rağmen, kayalıklara sürüklenerek 18 Eylül günü batar. Kurtulabilenler, 600 kişiden sadece 69 kişiydi. 


Geniş bir kütüphanesi de olan Hasan Hüsnü Paşa, Eyüp'te yaptırdığı kütüphaden (türbesi de Eyüp'te) başka, Hasanpaşa Cami'nin yanına bir de okul yaptırmıştı. İşlevi değiştirilerek hala kulllanılmakta olan bina ve bir dükkanın duvarında kendini kaybeden çeşme, paşanın Kadıköy'e yadigarları.


II.Abdülhamid'e yaptığı hizmetlerinin karşılığı, oldukça geniş araziler verilen paşanın arazilerinden biri, günümüzün Sultanbeyli ilçesini, Ömerli ve Emirli Barajları'nın bir kısmını, Alemdağ'ı ve Yakacık'ı da kapsayan, daha önce Cemile Sultan'a ait olan büyük bir araziydi. Bunlardan Sultanbeyli Çiftliği olarak geçen araziyi, varisler Belçika kökenli bir levantene satmış, bir dönem Ukrayna'dan gelen Yahudiler buraya yerleştirilmişti. Yerleşenlerin zamanla başka ülkelere gitmesi sonucu, mal sahibinin varisleri araziyi parça parça satmış, ancak bazı işlemlerin tam yapılmaması nedeniyle de, Sultanbeyli'de günümüzde hala sürmekte olan  tapu ve arazi problemleri baş göstermiş. 


Uygun fiyatlarla, araziyi ayrı, tapuyu ayrı kişilere satan rant fırsatçıları, özellikle Anadolu'dan çok göç alan Sultanbeyli'nin bir gecekondu cennetine dönmesine ön ayak olmuş.


Döneminin paşalarından birinin (Woods Paşa) anılarını anlattığı kitapta, Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa'nın Boğaz'da bir yalısı, Haydar'da bir konağı, Yakacık'ta da 50 odalı bir konağı olduğundan bahseder. Eski bir gazeteci olan Semih Mümtaz S. ise, Yakacık'taki köşkleri anlattığı 1947 tarihli bir yazısında, paşanın varislerinin de bir müddet oturup,  (daha sonra kardeşlerden birinin köşkü satın aldığından, büyük ihtimalle M. Nedim Oyvar) köşkü şenlendirdiğinden bahsedip,  köşkün bağlarının güzelliğini ve fakir fukaraya yardımlarını anlatır.


Paşanın torunlarından biri olan Sabiha Bozcalı'nın, endüstriyi konu alan ilk kadın ressamımız olduğunu, Reşat Ekrem Koçu'nun İstanbul Ansiklopedisi'ne 900 adet illüstrasyon çizdiğini de ekleyip, paşanın gelini Zeynep Oyvar Hanımefendi'ye dönelim yine. İlk bağışını 1959 yılında, kocasının vasiyetini yerine getirmek için, Darüşşafaka'ya 50 bin lira vererek yapan Zeynep Hanım'ın sahibi olduğu ve son yıllarını geçirdiği ünlü Botter Apartmanı, 95 yaşında hayata veda etmesinin ardından, sahte doktor raporlarına varacak kadar davalara konu olmuş, sonunda teyzesinin torunu Tüli Kamhi'ye kalmış.

 

Hasanpaşa Camisi'nin minaresiyle başlayan bu yazım da burada bitmiiiş.

Yorumlar