BEYAZ = ÇILDIR

Mart 2013

      


Beyaz, beyaz, beyaz. Yani Çıldır Gölü, bembeyaz. Göl bağırıyormuş, biliyor musunuz? Martın onbeşlerinde, daha çok geceleri. Balinaların sesleri gibi sesler geliyormuş gölden. Tabii, buzlar erimeye başlıyor, yoksa suyun altında altı aydır mahsur kalan balıklar değil bağıran. Neydi adı  donmuş gölden bize balık avlama ritüelini gösteren balıkçının unuttum. Ama ikibin tane ağım var benim dedi bu gölde, onu hatırlıyorum. Bir de köpeğiyle olan bir yaşanmışlığını.

Yine bir gün ağ çekiyormuş. Çok ayağına dolanmış, o da bir şaplak indirmiş suratına. Köpek üç gün eve gelmemiş. Oğluna ''ne oldu bu köpeğe?'' demiş ''baba, sen bir şey mi yaptın ona?'' Balıkçı hatırlamış o anı. Ertesi gün göle gittiğinde okşamış köpeğini, akşam eve gelmiş bizimki. Yaa, Çıldır'ın köpeği duygusal, alınıyor.

Kırkbeş kilometre Kars Çıldır arası. Bir saat gibi sürüyor. Şaşırıyorum, yol boyu her yer bembeyaz ama asfaltın üzerinde fiske jar yok, buz yok. Yerden ısıtmalı mı bu yollar acaba! Bir derenin üstündeki köprüde duruyoruz. Gök masmavi, güneş var, tepelerin görüntüsü suda yansımış. Öyle güzel ki, hiç ses yok. Asfalta bakıyorum buhar çıkıyor yoldan.

            

Yola devam ediyoruz. Az uzakta yola yakın hareketli bir karaltı görüyoruz. O da ne? Bir kartal, bir tilkiyi parçalamakla meşgul. Şoförümüze ''dur lütfen'' diyoruz. ''Durursam kaçar'' diyor, Sevdakar. İşte bir konu daha. Sevdakar, o bir terekeme. Kars'ta bu isimde bir kişi daha varmış sadece. Terekemeler, Karapapak Türklerinden. Gurubumuzda genç bir kız var, Kafkas kökenli. ''Nenem bana hep çıngı der'' diyor, Sevdakar'a. O da gülüyor. Ortak kelimeler kullanıp, gülüşüyorlar.

Çıldır yolunda, köprüyü geçmiş, tilkiyi paralayan kartalda kalmıştık. Evet, bizim araba durunca kartal kanatlandı. Biz gözlerimizi dört açıp canlı bir  tilki fotoğrafı peşindeyiz hala. Ne olacaksa! Koyun can derdinde, kasap et derdinde, misali.

Bir iki köyün uzağından geçiyoruz. Mavi mavi örtülerle sarmışlar tezeklerini. Bunu güneydoğu Anadolu'nun köylerinde de görmüştüm. hep mavi. Göze batıyor, doğallığını bozuyor köyün, suni bir görüntüyle. O zaman da hoşuma gitmemişti.

Bir köyün yola yakın mezarlığında çok ilginç mezar taşları gördük. Sanki Selçuklu mezar taşlarına benziyorlardı. Bembeyazlığın içinde volkanik görünümleri ve renkleriyle fotoğrafları çekilecek bir meta oluyor  mezar taşları. Sevdakar'a ''dur lütfen'' diyoruz, yine.

Göle vardık, dümdüz bir beyazlık, sonra dağlara doğru yükselen bir beyazlık. Gölün ortalarına doğru  onbeş dakika yürüyoruz. Geliyoruz balıkçının yanına. Buzu kırmaya başlıyor. Keskiyle kesiyor, kürekle topluyor. Yetmiş seksen santim açıyor buzu. Su sızmaya başlıyor. Ağları su donmadan atıyorlar, yerleri belli.

        

İpin ucuna bağlı ağı bulup çekmeye başlıyor. Çekiyor çekiyor, ağ takılıp kalıyor. Ağ buza takılıp donmuş, hareket etmiyor. İkinci bir delik açıyor. Çekmeye başlıyor, bir de yardımcısı var. Metrelerce çekiyor ağı, kerevitler çıkıyor. Yardımcı parmağını ısırtırıp poz veriyor bize.İki parmakta, iki kerevit. Bizim ''çıngı'' kızımız da takıyor kerevitlerden birini parmağına. Çıngı ateşten sıçrayan kora denirmiş, nenenin çıngısının nedeni anlaşılıyor.

Balık yok, Atalay Restoran'ın balıklarından yiyeceğiz zaten biz. Başka hiç bir tesis yok göl kıyısında. Menüde sarıbalık ve alabalık var. Ortada büyük bir soba yanıyor. İçerisi sıcacık. Dışarısı ise  hiç sıfırın üstüne çıkmazmış bu mevsimde. Belgesellerde görürdüm hep, doğuda kar altında çocuklar kazaklı hırkalı dolaşırdı. İstanbul'da sıfır derecede felce uğrardık her halde. Oysa burada soğuk, tatlı bir soğuk.

Yemekten sonra sıra ''Çıldır'ın Uçan Atları''nda. İki atlı kızak var. Bir tur attırıp beş dakikada getiriyor aldığı yere. Atlar süslümü süslüler. Sürücüleri de fotoğraf makineleriyle çok barışık, hemen poz veriyorlar. İki kişilik bir tur yirmi lira. Çıldır'lılar turizmle gölleri sayesinde tanışmış. Atalay Restoran'ın  önünde bir iki ağaç var. Birini dilek ağacı yapmış hemen bizim milletimiz. Bağlamışlar kırmızı çaputları.

        

Dönüşte Akçakese köyüne uğruyoruz. Göle doğru uzayan burnu yazın sular yükseldiğinde ada oluyor. Sit alanı, çok eski bir yerleşim Akçakese'nin bu bölümü. İngiltere'deki ilk yerleşimler kabul edilen dolmenlerin benzerleri burada da var. Ama kazılar çoook yavaş ve yetersiz. Bizde her şeyden çok var ya.

İşte böyle  sular, seller, göller şimdilik bu kadar....

Yorumlar