16 Aralık 2014
Bugün eski bir semtin, eski bir sokağında, eski bir evin önünde, eski bir adamla tanıştım. Adını sormadım. Kızılderili olsaydı adı 'Ağzında İki Diş Kalmış Adam' olurdu.
''Şu kırmızı evin fotoğrafını çekin'' diye girdi söze, ''Yunan stili vardır onda''. Kapısında durduğu kendi evinin pencerelerine kontrplak çakmış ve pembeye boyamıştı. O, biraz aşağıdaki kırmızı evi anlatırken, ben biraz yukarıdaki siyah evi sordum ona. Ahşap eve siyahı da o seçmişti.
Siyah ev, haremliği ve selamlığıyla ahşap bir konaktı. Konağın bu iki bölümünün, arka sokağa bakan iki de ayrı kapısı vardı. Pencerelerinde perdeleri ve saksılarıyla, içinde yaşam olduğu izlenimini veriyordu ama, yanlız yaşayan, tam bir İstanbul beyefendisi ve çelebi kişi olan sahibi de hayata veda edince, konakta da hayat meğer bitmişti.
''Şimdi hırsızlar ne yapıyor, biliyor musunuz? Camı kırıyor, eğer ertesi gün de, cam hala kırıksa eve giriyor.Ben onun için bu pencerelere tahtaları çaktım rahat ettim.'' Ağzında İki Diş Kalmış Adam, elinde kararmış bir kavanoz, gözleri kah kapalı kah açık anlattı sokağını. Önünde durduğu ev yarım asrı geçmiş, benimle yaşıttı. Bitişikteki tamirhane görünümlü yerde ise, doğduğu ahşap ev varmış.
Meslek sorgulamasına geçince, sözlü tarih merakım kabardı, hemen ben de onunkini sordum. Derin bir nefes çekti.'Benim lisanım vardı' dedi, meslek okulunda iken başlamış lisan merakı. Sonra Paris'e gitmiş, oradan İsveç'e, oradan Almanya'ya.Gelmiş, Macarlara rehberlik yapmış. Gözleri yine kapalıydı, belli ki o günler güzeldi.
Meslek sorgulamasına geçince, sözlü tarih merakım kabardı, hemen ben de onunkini sordum. Derin bir nefes çekti.'Benim lisanım vardı' dedi, meslek okulunda iken başlamış lisan merakı. Sonra Paris'e gitmiş, oradan İsveç'e, oradan Almanya'ya.Gelmiş, Macarlara rehberlik yapmış. Gözleri yine kapalıydı, belli ki o günler güzeldi.
Beylerbeyi'nin yerlisi Ağzında İki Diş Kalmış Adam'ın o günleri güzeldi ama, o günlerden bugüne pek bir şeyi kalmamış gibiydi.
Yorumlar
Yorum Gönder