CAMAGÜEY
Oriente yani Küba'nın doğu bölgesinden, ortalarına doğru yol alıyoruz. 328 km.lik bir yolumuz var Camagüey'e. Santa Lucia yarımadasında Club Amigo Caracol'da kalacağız. Camagüey, 300 bin nüfusuyla Küba'nın üçüncü büyük şehri. Yol boyunca ineklerin otladığı çok geniş otlaklar var. Ama Santiago de Cuba'nın palmiyeleri, muz ağaçları, yemyeşil tepeleri bu yol üzerinde daha az. Eski zamanlarda bu şehirde çok büyük toprak çömlekler yapılıp, yağmur suları biriktirilirmiş.
İlk durağımız San Juan de Dios Meydanı. Etrafı 18. yüzyıl mimarisi renk renk, tek katlı evlerle çevrili taş kaplı bir meydan burası. Güneşin altında taşlar cilalanmış gibi. Meydana girdiğimiz köşede kapı ve pencereleri yeşille boyalı sarı bina, yanında hastanesi de olan bir kilise binası. Meydanda sıra sıra, birkaç basamakla çıkılan restoranlar var.
Kilisenin sağında; avlusu Camagüey'in ünlü su küpleriyle dekore edilmiş, çiçeklerle süslü, restoranlardan birinde, Küba spesyali siyah fasulye ve pilav eşliğinde yemeğimizi yiyoruz. Küba'nın belki zengin bir menüsü yok, ama yemek konusunda hiçbir problem yaşamıyoruz. Balık, tavuk, istakoz, karides burada ülkemizde yiyemeyeceğimiz fiyatlarla yenebiliyor. Hele istakozu farklı bir yere koymam gerekiyor.
Yemekten sonra hediyelik eşya tezgahlarının ve bir iki küçük galerinin önünden geçerek Carmen Meydanı'na geliyoruz. Ondokuzuncu yüzyıla tarihlenen Nuestra Senora del Carmen manastırının da bulunduğu bu meydanı, tunçtan yapılmış heykeller süslüyor. Sohbete dalmış komşular ve oturdukları bankta birbirlerinden başka bir şey görmeyen sevgililerin tunçtan heykelleri.
Carmen Meydanı'nın ilerisinden bindiğimiz, bisitaksilerle ara sokakları turlamaya başlıyoruz. Bisitaksiler Küba'nın başka şehirlerinde de olduğu gibi, bu şehirde de popüler bir ulaşım aracı. Hem şehirler küçük olduğundan, hem de insanların bir şekilde hayatlarını kazanmaları için geçerli bir meslek bisitaksicilik. Dar sokaklarda günlük hayatlarının rutinliğinde, kapılarının önünlerinde, evlerinin girişlerindeki sallanan koltuklarında oturmuş Küba'lıların yanlarından geçerek, Agramonte Parkı'na geliyoruz.
Ortasında ondozuncu yüzyılda Küba'nın İspanyollara karşı Kurtuluş Savaşlarından birine katılmış, üstelik babası İspanyol olan kahramanı İgnacio Agramonte'nin heykeli olan parkın, bir tarafında büyük bir katedral yükseliyor. Dansın ve müziğin evi Casa de la Trova da hemen bu parkın yanında. Küba'nın gittiğimiz tüm şehirlerinde müziğin adresi Casa de la Musica ya da Casa de la Trova.
Agramonte Parkı'nın diğer tarafında bulunan iki kafeden bir tanesi, şehre gelenlerin uğramadan geçmedikleri bir yer. Bir şeyler karalayıp duvarına iliştirdiğinizde, sizden Küba'da kalan bir anı oluyor.
Şehirdeki bir başka meydan ise Nuestra Senora de la Merced Kilisesi'nin olduğu meydan. Kilisenin önünde belli zamanlarda verilen konserlerin ilanı göze çarpıyor. Müzeye çevrilen, Küba kahramanı İgnacio Agramonte'nin doğduğu ev de bu meydanda.
Aslında eğlenceli bir gece geçirilebilecek şehir merkezinden akşamüstü ayrılıp, merkezden 2.5 saat batıda Santa Lucia yarımadasındaki otelimize geliyoruz. Bir tarafı büyük bir lagün olan Santa Lucia yarımadasının okyanus tarafını biz vardığımızda, güneş tüm kızıllığıyla boyamaya çoktan başlamış. Kumlar bu sahilde bembeyaz, kartpostallardaki gibi. Ama hafif rüzgar olduğundan belki de, deniz fokur fokur kaynıyor. Sabah da palmiyeler, turkuaz deniz, beyaz kum keyfi yapacak zaman olmayacak, Trinidad'a doğru yola çıkılacak.
Yorumlar
Yorum Gönder