2000 ve 2008 yılları arasında yapılan gezilerden...
Mahzun Prenses:İZNİK
İki kez başkent olmuş bu şehir, Hellenistik dönemden beri surlarla çevrili olduğundan, önce tarihi kapılar '' hoşgeldiniz'' diyor misafirlerine. Günümüzde bile hala oldukça sağlam durumdaki surlar, Roma ve Bizans döneminden kalanlar. İşte, bu surların arasında kuzey güney ve doğu batı yönlerinde şehri boydan boya geçen iki ana yolun başlarında, İstanbul Kapı, Yenişehir Kapı, Lefke Kapı ve maalesef günümüze sağlam ulaşamayan Göl Kapı var.
İki ana yolun kesiştiği, şehrin tam ortasında son yıllarda restore edilen ve kültürel amaçlı kullanılacak olan Ayasofya Kilisesi yerini alıyor. Bu kilisede yapılan bir toplantı sonucunda, bir dönem (ikonaklazma) yasaklanmış olan ikonaların, tekrar kiliselere konması kararı alındığından, Bizans tarihinde önemli bir yeri var. Cami olarak da kullanılmış olan ve 2000 yılında İznik'e gittiğimde, enkaz halindeki yapıyı ayakta ve bakımlı görmek sevindiriyor beni.
Şehrin sokakları ızgara planında olduğundan rahat geziliyor.
Ayasofya'nın hemen yakınında bir turizm ofisi var. Şehrin bir rehber kitapçığını alıyoruz ve haritadaki görülecek yerleri dolaşmaya başlıyoruz. Ayasofya'dan kuzeye Lefke Kapıya doğru yürürken, sağda ve solda kalan bölümlerde oldukça görülecek yerler var. Mesela, Hacı Özbek Cami günümüze gelen en eski Osmanlı camisi ve hiçbir zaman minaresi olmayan sıradışı bir cami. Süleyman Paşa Medresesi Osmanlı tarihinde özellikle medrese olarak planlanan ilk yapı olduğundan, özel bir yeri var. Fatih Sultan Mehmet'in önemli sadrazamlarından olmasına rağmen, kellesini kurtaramayan Çandarlı Halil Paşa'nın Türbesi ile, yine aynı dönemde yapılan ve minaresinin çinilerinin renginden dolayı, Yeşil Cami adı verilen cami de, bu bölümde.
Bugün İznik Müzesi olarak kullanılan yapı ise, Osmanlı İmparatorluğunun ilk padişahlarından Orhangazi'nin eşi ve aslında soylu bir Bizans ailesinin kızı olan Nilüfer Hatun için, oğlunun yaptırıp annesinin adını verdiği Nilüfer Hatun İmareti. Müzenin bahçesi de en az içerisi kadar zengin. Müzenin yanında yine aynı dönemlerden Şeyh Kudbettin Cami var. Osmanlı İmparatorluğuna birkaç sadrazam yetiştirmiş olan Çandarlı ailesine ait başka türbeler de, yine bu civarda. İstanbul Kapıya doğru giderken, cadde üzerinde restore edilmiş Osmanlı hamamları var.
Osmanlı sanatına damgasını vurmuş olan çinicilik İznik'te altın yıllarını yaşamış. Eski çini fırınları yanında, yeni çini atölyeleri de İznik'in görülecek yerlerinden. İstanbul'da Sokullu Mehmet Paşa ve Piyale Paşa Camilerinde, İznik'te ilk kez çinide uygulanan, ancak 40-50 yıl sonra kaybolan parlak mercan kırmızısı kullanılmış. Sultanahmet camisinde mavi üstün tutularak kullanılan, 20143 parça İznik çinisi. İstanbul'daki bir çok cami gibi, Yeni Cami'nin çinileri de İznik ürünü, ancak çinicilik artık son dönemlerini yaşadığından renklerinde bozulmalar başlamış. Ve 1700'lerde tüm fırınların kapanmasıyla ölen çinicilik, son yıllarda yeniden canlandırılmaya çalışılıyor. Kolyeden bibloya, birçok alternatifi olan çinilerin satıldığı atölye ve dükkanlardan İznik hatırası alınabilir.
Şehrin göl tarafındaki kapısı, yani Göl Kapı yıkık, ama, yakınlarında antik Roma tiyatrosundan az da olsa kalanlar var. Tiyatroya ait iki maske de İstanbul Kapının girişinde gelenlere hoşgeldiniz diyor. İznik restoranları da göl kıyısında sıralanmış. Bulursanız yayın şişi tavsiye ederim. Beyaz ve lezzetli bir balık. Ayıklanması da orijinal. Bir yere asılan balığın derisi komple çekilerek soyuluyor. Yani tulum çıkartılıyor.
Şehrin broşüründe gözüme takılan ve daha önce adını duymadığım Koimesis kilisesini bulmak için bir aşağı bir yukarı sokakları turlarken, teneke kutuyla maç yapan,mahallenin çocuklarının rehberliğinde ''biz eskiden içine giriyorduk'' dedikleri Böcek Ayazması'na gidiyorum. Gördüğüm sadece bir demir parmaklık. Çay molası için oturduğumuz kahvede broşürde Kariye gibi gözüken Koimesis kilisenin resmine daha dikkatli bakınca, broşüre koyulan görüntünün, fotoğraf değil bir imajinasyon olduğunu geç de olsa anlıyorum. Bu da bana İznik gezi hatırası olarak kalıyor. Paravanlarla kapatılmış olan kilisenin olduğu yerde geriye kalanın, zaten, sadece temelleri ve tabanda bazı mozayikleri olduğunu, İstanbul'a döndükten sonra, araştırınca öğreniyorum.
Beştaş ve Kaya mezarı şehir surlarının dışında kalan yerlerden. Abdülvahap Tepesi denilen tepeden de ovaya ve göle kuşbakışı bakmak mümkün.
Sonuç olarak İznik, bence ,soylu ama hükmünü ve güzelliğini yitirmiş bir prenses ....
Yorumlar
Yorum Gönder