YENİ ZELANDA'DA İLK ADIMLAR : Auckland
Zaman, 2015 nisanının son, mayısının ilk günleri. Yer, ekvatorun aşağıları, okyanusla çevrili, iki adadan ibaret yemyeşil bir ülke, Yeni Zelanda. Hava, güneşli, ama soğuk. Araba, gri ve kiralık. İçindekiler, dört kafa dengi, Tütü, Süsü, Kuti, Ardy. Yol, uzun, çoook uzun.
İlk durak Auckland, bir saat içinde on kere yağmur yağıp, güneş açan bir şehir. Sidney’den uçuş süresi üç saat. Havaalanından şehir merkezi, yaklaşık bir saat. Yerli dili Maorice, İngilizcenin hep yanında. Maoriler de, hayatın hep içinde.
Kaldığımız mor yeşil konseptli Jucy Hostel'in önündeki ağaç, kuvvetli bir koku yayıyor etrafa. Anıt meşeler parklara soyut heykel müzesi havası veriyor. Beyaz mermer cepheli gar binası, gardan çok gösterişli bir oteli andırıyor. Bekleme salonu, insanın ruhunu aydınlatacak kadar ferah, beyaz ve rahat.
Limanda denize doğru, iskele boyunca, gece renkten renge dönüşen tırtıl görünümlü bir yapı uzanıyor. Adı ‘Bulut’. 2011 yılında Rugby Dünya Kupası etkinlikleri için, yirmi yıl kalmak üzere, geçici yapılmış. 180 metre uzunlukta ve beş bin kişi kapasiteli. Az ötesi, şehrin restoran ve eğlence mekanlarının adresi. Cadde ve sokakların isimleri İngiliz menşeyli. Queen Street baş cadde.
Parklar süslüyor Auckland’ı. Albert Park’ta Amerika’dan bir tarihte getirilmiş ulu meşelerin dalları, yerden desteklenecek kadar yaşlı. Köprüden geçer gibi geçiliyor altından. Auckland Sanat Galerisi de bu parkın bir köşesinde yerini almış. Bir dükkanın vitrininde şaşırtıcı yazılar görülebiliyor. ‘Marihuana vardır’ diye. Macera isteniyorsa 192. metresinden kendinizi bırakabileceğiniz, 328 metrelik Gök Kulesi de var.
Ama bizim bu şehirde fazla vaktimiz yok. Yol, çok uzun, program çok yoğun. 2000 kilometre yolumuz, gezilecek vadilerimiz, fiyortlarımız, dağlarımız, volkanlarımız, kasabalarımız ve şehirlerimiz var. Ve de topu topu sadece 9 günümüz.
Za
Yorumlar
Yorum Gönder