KAŞ, KAR, KARS


Ka, Atatürk Caddesi’nde yürümeye başlayınca, Kars’ı hatırlamak için balkondan kalktım, içeriye girdim, internette haritaya baktım. Şimdi, okuduklarımı daha iyi yerlerine oturtabilirdim.
Sonra, fırına gittim, odun ateşinde pişmiş tam buğday ekmek, marketten artık okumadığım gazeteleri aldım. Eve döndüm, balkona çıktım, okumaya kaldığım yerden devam ederken, ne çağrışım yaptıysa, belleğim Oslo’da Munch’un ‘Çığlık’ ını gördüğüm, Norveçîn Milli Müze’sine götürdü beni.
Dış merdivenlerde oturup, etrafı seyrediyordum. İstanbul’a dönüş uçağına artık saatler kalmıştı. Biraz daha ötede duvarsız kraliyet sarayı vardı. Halkından saklanmayan, yüksek duvarların arkasına gizlenmeyen.
Döndüm. Yine Kaş’tayım, yine balkondayım. Satırlar Kars’a götürüyor yine. Kalenin aşağısındaki gecekondu mahallesindeyim. Yağ tenekelerinden saksılar, her yer bembeyaz, bir evin bahçesinde ipe eski püskü bir kilim asılmış. Hemen aşağıda Kars Çayı akıyor. Kıyısında Puşkin’in de yıkandığı hamam, üç tonozlu taş köprü, Osmanlı mirası.
Orhan Pamuk, Ka’yı, yaşadığı Alman şehrinin sokaklarında dolaştırırken, dinsel duygularını değerlendirmeye yönlendiriyor. ‘’En fazla, dünyanın seyredilecek güzel bir yer olduğu düşüncesi iyimserlikle içine doğuyordu.’’ Evet, dünya güzel. Kaş sahillerinden Akdeniz’in doyumsuz lacivertine bakarken, Amerikalı Joy ne demişti bir kez bana ‘En büyük ressam Tanrı’dır, kimse onun kadar büyük sanatçı olamaz’’
Kitaba döndüm. ‘’Rus döneminde kale yamaçlarındaki Kaleiçi Mahallesi’ndeki paşa konakları, hamamlar ve Osmanlı konakları gerilerken, Kars Çayı’nın güneyindeki düzlükte, çarın mimarları birbirine paralel beş ana caddeyle, onları hiçbir doğu şehrinde görülmeyecek bir düzenle dimdik kesen sokaklardan oluşan ve hızla zenginleşen yeni bir şehir yapmışlardı.’’
Pamuk, Kars’ın tarihini bir paragrafta özetledi. Ben Likyalıların mezarlarını neden bir türlü toparlayamıyorum? İktidara çok kızgınım, Wikipedia’ya ulaşamıyorum. Zaten Pamuk’u da hiç sevmem. Kar’ı, Kars’ı sevdiğimden okuyorum.
Belleğim, trene bindirdi beni. Kars’ın kırk yıllık Rus işgalinden kalan büyük avlulu evleri gibi, avlulu bir eve gidiyorum. Karadeniz yollarında unutulan beyaz yazlık bir ayakkabıya, avludaki altında gömü var denilen kesilmiş bir ağaca, açık duran porta kapıya, oraya buraya hatta Kötü Kadın Müzeyyen’e uzayan dostça, güzel bir sohbete.
Ka, Kars’ta üniversiteden eski bir kız arkadaşının otelinde kalıyor. Adı İpek. Belleğim, yine uçurdu beni. Çalışmaya başladığım ilk yıllar. Haftada iki akşam İtalyan Kültür Merkezi’ne gidiyorum, hocam Aldo Baldini.
Kısa boylu, kumral, yarışan atları var, hem kendisi de jokey. Cumhurbaşkanlığı kupaları var. Bir gün derste, incinin İtalyancasını öğretirken, eski eşimin adı ‘İnci’ demişti. Sonra , yüzünü ekşiterek, ‘hem de ne inci’ diye de eklemişti. Non ricordo altro da questa frase quegli anni.
Balkondayım hala, Kaş’ta. Kitaptan başımı kaldırınca, gözüm karşıdaki adaya takılıyor. Dar sokaklarını iyi bildiğim gibi, tepelerine de tırmandığım. Kastellorizo, Megisti, Meis ne dersek diyelim, güzel evlerin adası. Kalliopi’nin evinin önündeki sandalın yanından, deniz kaplumbağasının kafasını çıkartıp, bana baktığı sahne.
İki derece çeviriyorum kafamı, antik tiyatronun olduğu tepenin, bize bakan yanına. Kaş’tayım. Duvarında on iki dans eden kız resmi olan Likya mezarına takılıyor gözüm. Likyalıların mezarları konusu. Lahit, kaya ve oda tipi mezarlar.
Ölülerini normal ya da kremasyon yaparak gömüyorlar. Yanına sevdiği eşyaları koyarak, hatta bir dönem hizmetçisini de. Çünkü, mezarda yaşamaya devam edildiğine inanıyorlar. Anaerkiller, ‘Sen kimlerdensin?’ dendiğinde, ‘Hyntima’nın oğlu Tenthe’ diyorlar. İlginç bir gelenekleri daha var. Erkekler, yas tuttuklarında kadın kıyafeti giyiyor. Kötü ruhların kadınlara gelmediğine inanıyorlar.
Rüzgar öyle tatlı esiyor ki güney doğudan, belleğim uçup gidiyor yine bir yerlere. Tren istasyonları, dakik tren saatleri, 2013, Zagrep, Venedik, Milano, valizler, Şevket Abi, Güngör Abla, biz. Como Gölü kıyısı, ayaklarımızın dibinde dolanan güvercinler, ev yapımı dondurmalar, dördümüzün beraber oturduğu bank, gölün etrafında karlı dağlar. Mayısın başları.
‘’Niye bu şehirde herkes intihar ediyor? Dedi Ka. ‘’Herkes değil, genç kızlar, kadınlar intihar ediyor; dedi İpek. Erkekler kendilerini dine veriyor, kadınlar intihar ediyor.’’ ‘’Niye?’’

Yorumlar