ŞİMDİ NEREDE O VEFA

ŞİMDİ NEREDE O VEFA

Omuzunda taşıdığı bakır güğümle, evinde yaptığı bozayı sattığı zamanlardan bu yana yüz elli sene geçmiş ve hala, Vefa deyince boza, boza deyince Vefa geliyorsa akla, helal olsun Prizren’li Hacı Sadık Bey’e.
Valdebağ Korusu’nda yaptığımız sabah yürüyüşünden dönerken, kafeteryamsı fırının önünde boza şişelerini görünce, nedense kış gecelerine maledilen boza cazip geldi bize. Soğuk ama güneşli bir gündü, kahvaltıdan sonra, ver elini Vefa dedim.
Marmarayla Yenikapı, oradan Hacıosman metrosuyla ilk durak Vezneciler. Üç adım attın mı Vefa’dasın. Yabancısı değilim, üç beş yılda bir yoklarım semti. Ama her seferinde değişen bir şeyler karşılar beni.
Neyse, bin yıllardan kalanlar yerlerinde duruyor çok şükür. Hayranı olduğum Bizans mimarisinden kalanlar özellikle. Mesela Kalenderhane Camii, mesela Bozdoğan Su kemeri, mesela Vefa Kilise Camii. Sonra yarım bin yıldan kalanlar, her ikisinin de minarelerine hayran olduğum Şehzadebaşı Camii gibi, Burmalı Mescit gibi.
Bulamadıklarım da oldu tabii. Mesela Dede Efendi Sokağında yıllar önceki gidişlerimde fotoğrafını da çektiğim, Hamamizade İsmail Dede Efendi ‘nin doğduğu ev, yerinde yoktu.
Engel dolu dar kaldırımlarda ilerlerken, üzerinde bitkilerin yeşerdiği taş duvarda, ebatları diğer kaba taşlarla nerdeyse aynı olan bir mermer parçası dikkatimi çekiverdi bir an. Durdum, bir daha baktım. Arkasında sakladığı ev çoktan harabeye dönmüş, nasılsa yerine henüz çirkin, sıradan bir bina da yapılmamış, ayrık otu gibi duran mermer parçası ‘’Ben Bizanslıyım, burada devşirmeyim, Tütü’’ diyordu.
İşte, onun için hayranım bu şehre. Eski bir semtte karşına her an seni hayretlere düşürecek bir sürprizle karşılaşabiliyorsun. Kazı alanında Hitit tabletleri peşindeyken, Asur tableti bulmuş gibi oluyorsun.
Yürüdüm, artık boza almak en son iş, merak ettiğim başka bir yer var önce, Vefa Kilise Camii. Arkasına düştüm bu kez. Otopark olmuş malum, günümüzün kestirme para kazanma makinesi.
Bin yıllık bir Bizans kilisesi. Fatih döneminin camiye çevrilen ilk kiliselerinden, bir adı da Fatih’in hocası Molla Gürani’nin adı. Ön cephesindeki mermer süslemelerdeki yoncaların üzerlerine harç reva görülmüş. Tabii son on beş yirmi yılın işleri. Fatih zamanından daha Müslüman ya şimdikiler.
Yirmi yıl önce gittiğimde içini de gezmiştim, sütün başlarını, aralardan kapanmamış mozayikleri de görmüştüm, şimdi kapı duvar. Cemaatı olduğunu da sanmıyorum, çünkü etraftaki evler Suriyeli mültecilere ve köpeklere terkedilmiş.
Hee, hakkını yemeyelim iktidarın, hemen yan tarafındaki hazirenin duvarları ve bütün mezar taşları yenilenmiş, hepsi sanki dün gömülmüş. Camiinin yanına yapılan prefabrik şantiye binasında çalışmalara da harıl harıl devam ediliyor.
Gelelim semte adını veren Ebul Vefa Hazretlerine. Vefa Kilise Camii’nin yanındaki sokaktan inince karşına çıkıyor. Mezar taşları ilgimi çektiğinden, basamaklarla inilen bahçesine giriyorum. Taşlara bakıyorum, çok güzel süslemeler var üzerlerinde. Aşağıdaki türbeden çıkanlar oluyor, sarışın bir genç kız ve babası olduğunu tahmin ettiğim bir adam. Kızın söylediği cümle kulağıma takılıyor ‘’Ben çok etkilenmedim’’ diyor.
Eve gelince semte adını veren, Ebul ya da İbni Vefa’nın peşine düşüyorum. Fatih Sultan Mehmet zamanı Konya’da doğmuş, Zeyniyye Tarikatı’ndan ilim ve irfan sahibi güzel yüzlü, çevresindeki her dinden insana yardım eden, astroloji ile ilgilenen bir kişiymiş. Fatih, onun için camiyi ve yanında gelir sağlayacak hamamı yaptırmış. Hamamdan eser yok. Çorlu’da da bir köyü ona bağışlamış. Ama oturup bir sohbet imkanı olmamış. Sohbetleri olamamış ama, Fatih’in cenaze namazını Ebul Vefa kıldırmış.
Tarihe fazla daldım, ama bu sokaklar hem Bizans hem Osmanlı’nın elit kesimini oturduğu sokaklar. Vefa Bozacısına doğru gidiyorum da karşıma müthiş bir konak çıkıyor yine. Şimdi Kurumsal bir yapı olan konakta bir zamanlar Kayserili Ahmet Paşa oturmuş. Sokağın adı da onun adını taşıyor da, ben adını hiç duymamışım Kayserili Ahmet’in.
Şu Google Amca iyi ki var, yoksa ansiklopediler yetmezdi bunca şeyi öğrenmeye. Tesadüf aslında, son günlerde Abdülhamid’in sadrazamlarından Sait Paşa’nın ‘’Anılar’’ını okuyordum. Onun sadrazamlığının hemen öncesine rastlıyor Kayserili Ahmet Paşa’nın yaşadığı günler.
Çerkes Hasan, öldürüldüğüne inanılan Abdülaziz’in kayınbiraderi. Bakanlar kurulunun toplandığı Mithat Paşa’nın evini basıyor, bakanlardan biri de Kayserili Ahmet, okuma yazması bile yok ama çok zeki. Herkes bir yana kaçarken o atılıyor üzerine ve yakalanmasını sağlıyor. Detay tarih meraklılarına, benden bu kadar.
Ben Vefa Bozacına vardım bile, önce karşıki dükkandan aldığım leblebileri bol tarçınlı bozama döküyorum. Aynalara, sirkelere ve de kalabalığa bakaraktan afiyetle içiyorum. Litrelik kavanoz bozamı da alıp, evimin yolunu tutuyorum.

Yorumlar