İstanbul Film Festivali günleriydi, üç yıldan fazla oluyor. City’s Nışantaşı’nda iki festival filmi seyretmiş, saat üçten sonrayı boş bırakmıştık. Paskalya haftasıydı ve biz Kurtuluş’a yakın yerlerdeydik. O günler kiliselerin ziyarete açık ve ayinlerin yapıldığı günlerdi.
Merak bu ya, Rum vatandaşlarımızın bayramlarda kutsal mekanlarına nasıl gittiklerini, nasıl dualar ettiklerini ya da dinlediklerini görelim istedik.
Ergenekon Caddesini geçip, Akbank’tan sola döndük, Kurtuluş Caddesi boyunca yürüyüp, hep Son Durak diye anılan meydana geldik.
Burada durup, tarihe bir göz atalım şimdi. Kuruluşu Kanuni Sultan Süleyman zamanına kadar giden bu tepelik semte, adalardan esir alınan ve Kasımpaşa’daki tersanelerde çalıştırılan Rum tersaneliler yerleşir zamanla.
Sonra at ahırları yapılmaya başlanır. ‘’Tavla’’ dır, Rumca at ahırları, başına da bir ‘’Ta’’ çoğul eki gelince, çoğalır TATAVLA isim olur bu tepelere . Taa ki, 1929 yılında, büyük bir yangın çıkıp, 500 evi kül edip, binlerce insanı evsiz bırakıncaya kadar. Yerleşim, yeni bir ad alır, biraz kinayeli, KURTULUŞ.
Son Durak, meydandaydık değil mi? Aynı zamanda Aya Dimitrios Kilisesi’nin duvarının dibindeyiz. Girdik içeriye, henüz oldukça tenhaydı. Arka sıralardan birine oturduk. Bir yanımızda yaşlı bir teyze, elinde tesbih, başında eşarp, nefesi de kokuyor. Aç mı acaba, diye düşünmeden edemiyorum, zira giysileri de kötü.
Arkamızdaki sırada kızıl saçları sıkı sıkıya toplu, bir kadın. Biz merak edip bir şeyler sordukça, bize cevap veriyor.
Nerede oturuyorsunuz, nereden geliyorsunuz derken, tanışıyoruz. Adı Kalliopi’ydi. Dizilerde oynuyor, resim yapıyor, şarkı söylüyor ve tango yapıyordu. Yani, rengarenk bir kadındı.
Ayinin başlamasına bir saatten fazla vardı. Zamanı konuşarak geçirdik. Bu arada güzel, şık giyimleriyle, çoğunluğu kadın olan kalabalık kiliseyi dolduruyordu. Özellikle çocuklar, baloya geliyormuşçasına şıktı.
Burada yine bir parantezle geçmişe gitmek istiyorum. Çünkü şık kıyafetler deyince Tatavla’nın geçmişinde bir panayır varmış ki, Venedik Festivali’ne fark yaparmış. Baklahorani Panayırı’nda kortejin bir ucu son durak meydandaysa bir ucu Şişli’de olurmuş. Maskeleriyle, şarkılarıyla, cambazlarıyla iple çekilen bir zamanmış Baklahorani Panayırı.
Aya Dimitri’ye girelim yine, papazlar geldi, elinde buhurdanlık olan, onu sallayarak mekanı dolaştı. Kulağımıza hiç de yabancı gelmeyecek seslerle dualar okunmaya başlandı. Aslında, daha sonra başka bir kilise görevlisinden sorup öğrendiğime göre, onlar da okunan duayı anlamıyorlardı. Tıpkı, bizim, Arapça okunan Kur’anı Kerimi anlamadığımız gibi. Onlarda da dualar eski Yunanca okunuyordu.
Paskalya Ayinini bir saat gibi dinledik, izledik. Kalliopi ile bahçede günün anısına bir fotoğraf çektirdik ve vedalaştık. Ayini sabırla ve saygıyla izlediğimiz için bize teşekkür etti.
O gün dönüşte, paskalya çöreği kokularının sardığı Kurtuluş’ta, bu konuda uzman Baruthane Sokak’taki Üstün Palmiye Pastanesi’ne çeviriyoruz yolumuzu. 1970 yılından beri paskalya çöreği ve el yapımı çikolata konularında, çıraklıkta Ermeni ve Rum ustalarından öğrendiklerini uygulayan bir Bolulunun pastanesi burası. Boy boy paskalya çöreklerinden seçin derim, bir paskalya zamanı, yolunuzu Kurtuluş’a düşürüp.
Az biraz da Aya Dimitri Kilisesi’nden tarih ve kültür mü eklesek yazıya, sıkmadan. Ne zaman yapılmış, neden Dimitri, kim bu Dimitri diye?
Duvarında 1700’lerde tadilat yapıldığı yazan Aya Dimitrios Kilisesi’nin adına kayıtlarda ilk kez 16. yüzyılda rastlanıyor. Bahçesindeki küçük Haralambos Şapeli’nin ise kiliseden çok daha eski olduğu biliniyor.
Aya Dimitri’ye yani Aziz Dimitrios’a gelirsek. Önce sizi Hırvatistan’a kadar götürmek istiyorum. Split’teyiz, Hırvatistan’ın, benim lise çağlarımda şarkı yarışmalarının yapıldığı, Akdeniz kıyısındaki, küçük ve güzel şehrinde. Kalacağımız otelin yeri Dioklateanus’un Sarayının Altın Kapı’sının yakınlarında idi. Dioklateanus’a merak o zaman başladı bende.
Roma imparatorluğunun dörtlü yönetildiği zamanlardaki imparatorlardan biri o. İzmit’i Roma İmparatorluğu’nun başkenti yapmak üzere ihya etmiş, ancak günümüze bir tek yapı bile ne yazık ki kalmamış.
Zaman, Hristiyanlığın henüz yayılmaya başladığı zamanlar. Romalılar yakaladıklarını öldürüyorlar. Yer Selanik, Dimitrios, zengin bir ailenin çocuğu, bir asker, daha sonra komutan, ama İsa’ya inananlardan. Komutasındaki askerleri de Hristiyanlığa davet ediyor.
Diokleteanus bunu öğrenince önemli komutanlarını tapınağa girmeye davet ediyor, tapınağa girmeyen Dimitrios kendini hapiste buluyor. Bir müddet hapis tutulduktan sonra da öldürülüyor. Hristiyanlar, onu öldürüldüğü yere gömüyor, Selanik’teki Aziz Dimitrios Kilisesi’nin olduğu yere. Ve, Selanik şehrinin koruyucusu olarak, 26 Ekim’de yortusu kutlanıyor.
Kurtuluş’ta daha dolaşacağız, başka kiliseler, bit pazarı, sokak isimleri, duvar yazıları var...Ama daha sonra..Söz, tarih yok
Yorumlar
Yorum Gönder