Kış güneşinde Büyükada, Büyükada’da Çarşı, Çarşı’da modern mimarinin Art Deco tarzı evleri. Arka Güverte ve Dünya Kültür Mirası gurupları, Adalar’da yapılacak yeni imar düzenlemeler ile kat yüksekliğinin arttırılması, mimari dokunun bozulması konularında, farkındalık yaratmak için uğraşıyor.
Toplandık 40 - 50 kişi adanın meşhur Saat Kulesi’nin dibinde, biri İtalyan olmak üzere üç öğretim görevlisi anlatacak ve gösterecek bazı Art Deco evleri bize. Art Deco, 1920’lerde Fransa’da başlayan bir akım. Art Deco stilinde tasarlanan binalarda düz ve keskin hatlar, geometrik şekiller, aerodinamik formlar ve aydınlık renkler öne çıkıyor, genellikle. Flüt denilen düz hatlı nervürler, doku ya da çizgiyle oluşturulan ayrımlar, pencere etrafında söveler, geometrik açılı güneş formları oluyor cephelerde.
Ama önce maziyi bir eşelemem gerekiyor, Büyükada İskelesi’nden her çıkışımda aklıma gelen bir olayla. Sanatçı fertleriyle ünlü Şakir Paşa ailesinin deli dolu kızı Aliye, aşık oluyor keman ve piyano dersleri veren hocasına. Karl Berger Macar asıllı bir Yahudidir. Nazi tehdidinden kaçıp İstanbul’a gelmiştir. Yirmi yıl beraber yaşarlar, kah Narmanlı Yurdu’nda, kah Büyükada’da şimdi olmayan Şakir Paşa Köşkü’nde. Ve sonunda evlenirler. Sadece altı ay sonra bir gün, vapura koştururken yakalar kalp krizi Karl Berger’i.
İntihara teşebbüs edecek kadar yıkılır Aliye Berger. Hayatı roman olacak kadar ilginç ressam ablası Fahrennisa Zeyd çağırır onu Londra’ya. Ve sanat hayatına adım atar o da. Gravür, en önemli uğraşıdır artık, çılgın Aliye’nin. Ne Ahmet Hamdi’den, ne Aliye’den, ne Tatyana’dan iz kalmadan yenilenen Narmanlı Han’ın dili olsa da anlatsa onları keşke.
Biz Recep Koç Caddesi’ne, sonra Zağanos Paşa Caddesi’ne dalıyoruz hocalarımızla. Buralardaki Art Deco binalar aslında göze hiç batmayacak kadar sade, mütevazi evler. Flüt nervürleri, yuvarlak hatlı balkon köşeleri, bazılarının hala değişmeden kalabilmiş ferforje kapıları belli ediyor stillerini. Bir dönemin mimari tarzını temsil eden yapılar olduklarından önemliler de, ne yazık ki tescilli değiller. Hoş ne fark eder ki bu memlekette, SİT alanlarına dokunumuluyor mu, sınıfı değiştirilip de.
Art Deco tarzı olmayan, ahşap kaplama belki de yüz yaşında bir evin önündeyken, bir ses yükseliyor kalabalığımızdan. ‘’Bu ev hakkında konuşsak mı biraz'' diyor, uzun, yağlı saçları at kuyruğu, yeşil mantolu, beyaz tenli, orta yaş üstü bir kadın.
Ev bir tarih taşıyor sırtında belli. Cepheyi kaplayan tahtaların genişliğinde tahta, artık yok piyasalarda. Çatıyı kaplatan kiremitler Marsilya’dan, üzeri arı motifli, onlar da yok tabii. Önde ve arkada küçük birer bahçe. Yandaki evle irtibatı kesen kalın bir yangın duvarı.
On ay önce satın almış bu evi, yeşil mantolu kadın. Duru beyaz bir yüz, mavi gözler. Dimağım kayıyor, daha bir hafta önce bitirdiğim Bülent Bakar’ın ‘’Beyaz Ruslar : Esir Şehrin Misafirleri’’ne. Sonra, daha önce okuduğum kendisi de bir levanten olan Jack Deleon’un ‘’Beyoğlu’nda Beyaz Ruslar’’ ve ‘’Büyükada’’ kitaplarına.
Ekim Devrimi sonrası İstanbul’a gelen Çar askerleri ve ailelerinin yani Beyaz Ruslar’ın İstanbul’daki hayatlarına, Yeşilköy ve Adalar’da mayoyla denize girip, Türk kadınlarına deniz hamamlarından öte, denize girmenin de olduğunun tohumlarına. Üniformalarıyla otellerde, lokantalarda çalışan Rus generallerine, saçları kısacık kesilmiş Rus kızlarının Türk kadınlarına örnek olmasına. Aralarında Peyami Safa’nın karısının da olduğu bazı kadınların, resmi bir dilekçeyle Rus kadınlarını devlete şikayet etmesine...vs. ..vs...
Yani, yeşil mantolu kadını oturtuyorum, Beyaz Rusların arasına. Çünkü, gidenler kadar, evlenip, ya da evlenmeyip kalanlar da olmuş bu şehirde. Kadının adı İvan’dı ve tam da bir Slav’dı.
Yürüyüşün sonu Spilendid Otel’de seminere bağlanıyordu. Hep girmek istediğim kırmızı panjurlu, gümüşi kubbeli otel. Yüz yıllıklardan. Cam çatılı avluda oturduk. Paolo Girardelli, Zafer Akyol, Alp Sunalp anlattı dinledik, çay içtik, kurabiye yedik, bilgilendik.
Enfes terasında oturdum sonra, Büyükada İskelesine doğru baktım. Adanın yaşanmışlıklarını bildiğimce andım. Bugün de, paylaş Tütü, dedim, farkında olalım zenginlerimizin. Daha çok kat, daha çok para hırsının yok etmek istediklerinin...Ve karşı durmaya çalışalım, bir sonrakilere devretmemiz gerekenleri, yok etmek isteyenlere, elimizden geldiğince...
Yorumlar
Yorum Gönder