HİNDİSTAN'DA TREN YOLCULUĞU (1) AGRA

HİNDİSTAN’DA TREN YOLCULUĞU (1)  Agra



Agra’dan, yani Şah Cihan’ın, on dördüncü çocuğunu doğururken ölen sevgili eşi için yaptırdığı büyük eser Tac Mahal’ın bulunduğu şehirden, Hinduların ölmek için geldikleri kutsal şehir Varanasi’ye geliyoruz. Sabah, beş saatlik bir tren yolculuğuyla Delhi’den Agra’ya gelmiş, görülecek yerleri gezip, akşam 21.15 treniyle Varanasi’ye hareket etmiştik.
Şimdi gün yarım saattir doğmuş vaziyette. Trende kısık olarak Hint şarkıları çalıyor. Karşımızdaki pencere önü yatakların alt katındaki kadın hala horluyor. Akşam biz binmeden önceki istasyonlardan birinden binmiş ve biz bindikten biraz sonra horlamaya başlamıştı. Her halde bu horultuda uyuyamayacağız derken, günün yorgunluğu ile uykuya dalıvermişim. Ama sabaha kadar uyandıkça ki, bir ya da iki kez uyandım, horultu devam ediyordu.
Çaycı çocuk, elinde termosuyla ‘’Çai, çai’’ diye bağırarak, benim duyduğum üç kez geçti. Bu çay bizim bildiğimiz ve içtiğimiz siyah çay değil, içine çeşitli baharatlar ve süt konarak yapılan hoş bir tadı olan ‘Masala çai’.
Havalandırma acayip çalışıyor. Gün ağardığı için yattığım yerden dışarıyı seyrediyorum. Geçtiğimiz köy gibi seyrek yerleşimlerde insanlar yere tünemiş ya sohbet ediyor, ya büyük tuvaletini yapıyor, ya da her ikisini birden yapıyor. Öyle doğal yaşıyorlar.
Seyrek ağaçlar olan dümdüz bir ovadan geçiyoruz. Hava puslanmış, ağaçlar dumanların arasından görsel bir şölen yaratıyor. Görevli kahvaltılarımızı dağıtıyor. Bu hatta kahvaltı bilete dahil, rehberimiz öyle almış.
Kahvaltımızı yaparken ben Agra’yı anlatayım. Tac Mahal’e giriş için biletleri alırken, birer kırmızı galoş, birer de küçük su veriyorlar. Oldukça sıkı giriş kontrolleri var. Krişna tapınağına girerken olduğu gibi, sigara ve yiyecek sokmak yasak.
Unesco Dünya Kültür Mirası olan Tac Mahal’de bir buçuk saat dolaştık. Bembeyaz mermerlerdeki işçilik, incelik ve zarafet anlatılacak gibi değil, tüm Hindistan için söylenecek ‘’Anlatılmaz, yaşanır’’ sözü burası için de geçerli. Sakin köşelerden birine oturup seyrettik, bahçeyi, havuzu, insanları. Ama sözünü etmeden geçmek olmaz, mimarı büyük usta Sinan’ın öğrencilerinden Mehmet İsa Efendi, yardımcısı da Semerkandlı bir mimar.
Sonra Agra Fort’a gittik. Burada küçük bir hikaye molası veriyoruz. Şah Cihan’ın babası Ekber Şah, oğlu doğunca bu kaleyi yaptırmış. Şah Cihan tahta geçince ülkeyi buradan yönetmiş. Mihrünnisa Nurcihan Banu yani Mümtaz Sultan’la evlenince, onun için kalede sekizgen bir kule yaptırmış.
Karısını o kadar seviyormuş ki, nereye gitse yanında götürüyormuş, buna savaşlar da dahil. Yine bir isyanı bastırmak için gittiği şehre, on dördüncü çocuğuna hamile Mümtaz’ı götürüp, doğum anı gelip çattığında, anneyi kurtarma çareleri tükenince, Şah Cihan otuz altı yıl daha sürecek bir yanlızlığa mahkum olmuş. Muhteşem Tac Mahal’i büyük aşkının sonsuza kadar uyuması için yaptırmış.
Karısını kaybettikten sonra aklı da yavaştan kaybolmaya başlamıştır ki, zamanla oğlu idareyi ele geçirmiş. Babasını da Agra Fort’taki sekizgen kuleye hapsetmiş. Tac Mahal ve Agra Fort aralarında bir nehir akan, karşı karşıya iki muhteşem eser.
Tüm Hindistan’da olduğu gibi şehrin içinde trafik karmaşası anlatılacak gibi değil. Agra Fort’tan şehrin bir saat dışında Fatehpur Sikri’ye gidiyoruz. Bu eski sarayı, Şah Cihan’ın babası Agra Fort’u da yaptıran Ekber Şah yaptırmış. Hikayesi var. Ekber Şah’ın erkek çocuğu olmuyor. Bir gün şehrin dışındaki bu yerde yaşayan bir tarikat liderini kulübesinde ziyaret ediyor, o da bir erkek çocuğu olacağını müjdeliyor.
Gerçekten de Ekber Şah’ın bir oğlu, yani Şah Cihan dünyaya geliyor. Ekber Şah, kulübenin olduğu yere bir şehir kurdurup bir de saray yaptırıyor. Ziyaret ettiğimiz Fatehpur Sikri işte bu saray. Tuğla renginin hakim olduğu saraydaki ince işçiliği, oymaları kelimelerle anlatmak yetersiz kalır.
Gelelim tekrar Hindistan’da trafiğe. Delhi’de otobüs, oto rikşa veya kamyonların arkasında ‘’Horn please’’ yani ‘’Lütfen korna çal’’ yazarken, bazılarında da ‘’Do not horn please’’ yani 'Lütfen korna çalma'' yazıyor. Ama bence kesin ‘Horn please’ çünkü birbirlerini uyarmaları şart. Öyle anlar oluyor ki, bir araba, bir rikşa, bir kamyon aynı anda aynı tarafa manevra yapıyor. Arabalar, inekler, insanlar hepsi trafikte, iç içe.
Fatehpur Sikri’den çıkınca, otoparkın yakınında, Türkiye’de asla yemek yemeyeceğim restoranımsı bir yerde (kapalı mekan değil) yemek yedik. Gözlemeye benzeyen, içinde ince tabaka halinde bir ezme ve yanında sosları olan paratha ve samosa yedim, güzeldi. Hele samosa favorim oldu.
Satıcılar yapışkan gibi, ne dersen de, orada bulunduğun müddetçe yanından ayrılmıyor. Sussan, hiç konuşmasan bir ihtimal uzaklaşıyorlar. Derken yolumuz şehirde bir pazara denk düşüyor. El arabalarıyla satış yapan satıcılar, kendileri de arabalarının üstünde mallarıyla oturuyorlar. Rengarenk sarileriyle kadınlar gerçekten de Hindistan’ın renkleri.
Su kenarlarından geçerken sağa sola yayılmış mandalar, yuvarlak plaklar halinde dizilmiş tezekler, ve hatta bu tezekleri kalıp yapan kadınları gördüm.
Agra'da son ziyaretimiz büyük Cuma Mescidi'ne. Büyük bir avlusu olan caminin avlusunda bile yalın ayak geziliyor. Ne yazık ki gezdiğimiz onca tapınak arasında en temiz olmayandı. İnsanın ayakları yere yapışıyordu.
Avluda sufi nüzik yapan bir grubu dinledik.Türbe ve mezarlar bölümlerini gezdik. Sakallı bir adamın geğertisinin sesi ve nahoş kokusu metreler öteden kafamı çevirmeme sebep olmuştu. Caminin dış kapısı, Ekber Şah'ın bir zafer sonrası yaptırdığı muhteşem bir yapıt.
Derken akşam olurken Agra’nın modern bir caddesinde, Pencabi kıyafetleriyle ara ara yöresel danslar yapan çalışanlarıyla fark yaratan Pizza Hut’ta pizzalarımızı yiyip, Agra’ya veda ettik.
Agra’yı anlatırken, kahvaltı da bitti, Varanasi’ye doğru trenle yol alıyoruz. Jaipur’dan kalkıp, Varanasi’ye giden trende B2 vagonunda, 46 numaradayım. Türkiye'den gelirken yanımızda getirdiğimiz kağıt çarşaf ve yastık kılıflarımızı topluyoruz. Valizlerimiz her ihtimale karşı, özel kilitlerle (bisiklet kilidi gibi) ranzanın demirine bağlı. Mersin’den, kardeşimin de olduğu, küçük bir fotoğraf grubu ile tecrübeli bir rehber eşliğinde, Dharamsala’dan Jaipur’a on iki kişilik bir grupla, on beş günlük bir Hindistan gezisi yapıyoruz.
Bugün yedi şubat, babamın yirmi üçüncü ölüm yıl dönümü. Ve babam yıllar önce otelimizde ölen Hintli bir turistin, geleneklerine göre yakılması için gerekli izinleri almış, tören yapmalarını sağlamış, Hürriyet Gazetesi de bu olayı tam sayfa haber yapmıştı.
Bence kardeşim ve benim, bugün yedi şubatta Hindistan’da olmamız çok anlamlı.
Hindistan Günlüğümden – 7 Şubat 2011
Bugün de 7 Şbt. 2019, babamın otuz birinci ölüm yıldönümü.

Yorumlar