Büyükada’ya Kabataş’tan deniz otobüsü ile gidişimiz bir saate yakın sürdü.İskele civarındaki kafelerden birinde mükellef bir kahvaltı yaptık. Vapur dolusu gelen yolcuların bir kısmı bekleyen motorlara binip adanın plajlarına dağılırken, bir kısmı faytona ya da bisiklete binerek adayı turlama seferine hazırlanıyor, bir kısmı da adayı yaya dolaşmayı tercih ediyordu.
O gün ağustosun onbeşi idi. Meryem Ana Yortusu için Adalı Rumlar arabacılar durağının yanındaki Panaiya Kilisesi’nde toplanmıştı. Kilisenin avlusuna girdiğimizde uzun bir masada yiyecek ve içecekler sıralanmış, törenden çıkanlar masaya doğru ilerliyordu. Kiliseye girdık. Oldukça küçük olan kilisenin altın parıltılı ikonastasisi ve ışıl ışıl avizelerinin altında adalılar bir yandan birbiriyle konuşuyor bir yandan dağıtılan küçük tuzsuz ekmeklerden yiyordu. Doğrusu herkes çok şıktı..
Arabacı Meydanından yukarı doğru çıktığımızda San Pasifiko Latin Katolık Kilisesi karşımıza çıktı.1885 yılında yapılan kilise ağaçlarla dolu bir bahçenin içinde. Bahçe çok sessiz ve huzur vericiydi.
Çankaya Caddesi boyunca birbirinden güzel köşkleri seyrederek ilerlerken, Büyükada’nın yerlisi sayılan faytonlardan arta kalanların kokuları doğrusu bazen rahatsız edici oluyordu
Spilendid Oteli
Cadde üzerinde şimdi Kaymakamlık Binası olarak kullanılan büyük köşkte oturan Hacopulos ailesi İstanbul’un işgali sırasında balkonuna dev boyutlarda Yunan bayrağı asmış. Sol tarafında büyük bir cihannüması da olan çamların arasındaki bu güzel eski köşkün tavanlarındaki kalem işi desenler görülmeye değer.
Daha ilerdeki Con Paşa Köşkü’nde Türkiye’nin bir dönemini anlatan Hatırla Sevgili dizisi çekilmişti. İki katlı ve revaklı cephesi olan bu köşk de şimdi otel olmaya hazırlanıyor.
Caddenin sol tarafında Çelik Gülersoy tarafından adaya kazandırılan Büyükada Kültür Evi var. Kahve molasını burda veriyoruz.Bahçedeki eski bir kupa arabası dekorasyona zenginlik katıyordu.
Büyükada Kültür Evi
Yolun sağ tarafında bu kez bir sürgün yeri vardı. Ünlü Sovyet devlet adamı Troçki sürgün günlerinin bir kısmını denize doğru inen bu küçük sokaktaki kırmızı rengiyle hoş, fakat yıkık dökük tuğla binada geçirmişti.
Aya Yorgi Manastırı’na çıkan meydana geldiğimizde,biz soldaki yokuşu takip ederek İsa Tepe’sindeki Yetimhane’ye çıktık.Türkiye’deki en büyük ahşap yapı olma özelliğini taşıyan bina, 1898 yılında bir Fransız şirketi tarafından, İstanbul Arkeoloji Müzesinin de mimarı olan Aleksandre Vallury’ye yaptırılmış. Otel olarak düşünülen bina gerekli izinler alınamadığından çalıştırılamamış. Daha sonra zengin bir Rum ailesi olan Zarifi’ler tarafından satın alınan bina, yetimhane olarak kullanılmak üzere Patrikhaneye bağışlanmış.Bir müddet okul olarak da kullanılan bina 70’lerde boşaltılmış. Her yağmur ve fırtınada biraz daha yıkılıp, sessizce kaybolmakta.
Geldiğimiz yoldan tekrar geriye dönüp Aya Nikola Manastırı ve arkasındaki mezarlıktan geçerken, görevliden izin alarak mezarlığı ziyaret ettik. Mezar taşları üzerinde fotoğraflar ve küçük bir de şapeli olan mezarlık oldukça bakımlıydı.
Deniz kenarındaki Aya Nikola Pansiyonu davetkar şık bir dinlenme mekanı. Daha sonra yolumuzun üstünde müze olan Reşat Nuri Güntekin’in evi vardı. Önünden geçtiğimiz köşklerden bazılarının halk arasında isimleri var. Bunlardan biri de Yunan Tapınaklarını andıran ve cephesinde göz resmi olan Gözlü Ev.
Yine birbirinden güzel köşklerin arasından ve plajlardan geçtikten sonra II. Abdülhamit tarafından yaptırılan Hamidiye Camisine geldik.1895 yılında yaptırılan caminin alt katı , o dönem henüz okulları olmayan Türk çocukları için okul olarak kullanılmış. Küfeki taşından yapılan caminin avlusunda bir müddet dinlendikten sonra çarşıya doğru ilerledik.
Mütevazi evler
Adanın bu bölgesindeki evler büyük köşkler değil, mütevazi küçük evler. Balkonda oniki onüç yaşlarında bir kızın dedesine ve ninesine gitarla çaldığı klasik parçanın ezgileri hala kulağımda.
Güneş denizin üzerinde gümüş gibi ışıldarken,elimizde dondurmalar deniz otobüsü iskelesine ilerleyip ,ailece Büyükada’ya, seneye görüşmek üzere dedik.
Yorumlar
Yorum Gönder