Geçen yıl kardeşim ve kuzenlerimle Berlin'den başlayıp, Varşova ve Krakov'a kadar uzanan güzel bir gezi yapmıştık. Gezmek güzel de Avrupa vatandaşı olmayınca, vizelerle uğraşmak insanı bir hayli zorluyor doğrusu. Almanya, bir süredir Schengen vizesini, Harbiye'de anlaşmalı olduğu bir bürodan veriyor.
İşlemler bittikten sonra Bomonti'ye doğru yürümeye karar verdik. Yolumuzun üstündeki ilk semt Pangaltı. Yabancı bir çağrışım yapıyor değil mi? Evet, kökeni İtalya'dan.
Giovanni Battista Pancaldi adında bir İtalyan, 19. yüzyılın ikinci yarısında, Osmanlıların yabancılara da mülkiyet edinme hakkı vermeye başlamasıyla, İstanbul'a gelmiş. Taksim Şişli arası neredeyse kırlık arazi. İstanbul Radyo Evi'nin, Divan Oteli'nin olduğu yerler Ermeni Mezarlığı.
Yolun diğer tarafında da, Surp Agop Ermeni Hastanesi, Notre Dame De Sion Kız Lisesi, hemen arkasında Saint Esprit Kilisesi önceki yıllarda yerini almış, ama yerleşim pek yok. 1870'te Büyük Beyoğlu Yangını'ndan sonra, yerleşim yavaş yavaş Taksim'den öteye doğru kaymaya başlıyor.
Bay Pancaldi de, bu kırlık arazide bir kır lokantası açıyor. Zamanla İstanbullu Levantenlerin, kendilerine özgü yemekleri yemek için geldiği mekan, dönemin en popüler kır bahçelerinden birisi oluyor. Ve çevreye yerleşim oldukça da, semt biraz değişimle Pangaltı olarak anılmaya başlanıyor.
Yüz elli yıl sonunda Pancaldi'nin Kır Lokantası'nın olduğu yerde, ben üniversitedeyken Tunç Kafeterya varken, şimdi Ramada Plaza By Wyndham Oteli yükseliyor.
Yürüyoruz, solda Kurtuluş, önümüzde Feriköy, arkamızda Osmanbey kaldı. Sağa doğru, Bomonti'ye dönmeden, Osman Bey'in de kulaklarını bir çınlatalım mı?
Beşinci kuşak torunu anlatıyor, ''büyük dedem II.Abdülhamit'in arkadaşıydı.... II. Abdülhamid ilk kez matbaada Kur'an-ı Kerim basma izni vermiş büyük dedeme. Matbaa, Avrupa'daki emsallerine taş çıkaracak kadar büyükmüş.''
Bastığı Kur'anları yurtdışında dahi satan Osman Bey, buradan epey kazanç elde etmiş ve şimdilerin Osmanbey semtinde büyükçe bir arsa satın alıp yedi çocuğuna ayrı ayrı konak yaptırmış. Böylece Osman Bey konaklarıyla da anılır olmuş ve herkes o bölgeye 'Osman Bey' demeye başlamış. Her semtin bir sürü hikayesi var bu şehirde, unutmayalım, sekiz bin yaşında bir şehirde yaşıyoruz.
Ergenekon Caddesi'ni bitirip, Feriköy Fırını Sokağına döndük. Bir yokuş aşağı, bir yokuş yukarı, değişime uğrayan evlerin arasından geçtik. Evler değiştikçe buralarda kiralar da değişiyordur doğal olarak. Evler akıllandıkça, kiralar deliriyor.
Bomonti'nin adı, yine 19. yüzyılın ikinci yarısında burada açılan bira fabrikasından geliyor. İsviçreli iki kardeş fabrikayı açmış, karşısını da Bomonti Bira Bahçesi'yle taçlandırmış, tramvay da geliyor, cazibe merkezi oluvermiş.
Bunlar mazi tabii, sonra fabrika Tekel'e devredilmiş, sonra boş kalmış, sonra bir şirket almış, güncellemiş, adını da Bomontiada yapıvermiş.
Bizim Bomonti'ye gelişimizin bir de sebebi var. Artık Bomontiada adıyla sosyal hayatın pek çok dalında bizlere hizmet eden eski fabrikada, bir de Ara Güler Müzesi açılmış. Müzede, Ara Güler'e ait bazı eşyaların yanında, bir çok belge ve fotoğrafları sergileniyor.
Bir tesadüf eseri, yolunu kaybettiğinde geldiği Geyre'de, Afrodisias antik kentinin kalıntılarının, kahvede masa olarak kullanıldığını gördüğündeki şaşkınlığını yazmış notlarında. Bol bol fotoğraf çekmiş, kendi de poz vermiş. Amerika'da önemli bir dergide yayınlanan fotoğraflar, arkeolog Kenan Erim'in bir ömür boyu Afrodisias'ı kazıp, şehri ortaya çıkarmasının yolunu açmış.
Bizim de bir Marmaris dönüşü, yolumuzu biraz uzatıp gezdiğimiz Afrodisias antik kenti, kaliteli mermer yatakları ve heykel ustaları ile ünlenmiş bir Karia şehri. Aşk ve güzellik tanrıçası Afrodit'e adanmış kent, günümüze kadar ulaşan ihtişamlı yapılarıyla, çıkartılan yüksek kabartma eserlerin sergilendiği Sebateion Sevgi Gönül Salonu ile Unesco Dünya Kültür Mirası Listesinde 2017'de hakettiği yeri almış, ziyaretçilerini bekliyor.
90'ların gözde müzik mekanı Babylon da Bomontiada'da. Avlusunda her çeşit yemek mekanının sıralandığı, hatta hatta yazın açık hava sinemasının bile düşünüldüğü, hoş bir mekan Bomontiada.
Biz, müzeyi gezdik, avluda kahvelerimizi içerken, etrafımızın şatoyu andıran mimarisini inceledik, yorgunluğumuzu da giderdik. Yola devam Bomonti'de.
Eski fabrikanın hemen karşısındaki Bomonti Bira Bahçesi'nin yerinde şimdi Mimar Sinan Üniversitesi'nin bir kampüsü var. Kuzeyinde de otuz dört katlı Hilton Bomonti yükseliyor. Yükselen sadece o değil. Sanayileşmenin buralarda başlamasıyla oluşan gecekondu bölgesi, çok katlı rezidans binaları ile, Bomonti'nin yeni yüzü artık.
19. yüzyıldan kalan iki bina daha var yakın çevrede. Biri Fransız Fakirhanesi ki, günümüzde bir huzurevi olarak hizmet veriyor. Zaman zaman tekrarladıkları kermeslere katılmanızı öneririm. Fakirhaneye bağışlanan giyecekten, porselene, medikal masaja kadar, çok çok uygun fiyatlarla yaptığınız alışverişle, hem siz kara geçer, hem de huzurevine katkıda bulunmuş olursunuz.
Kermes günlerini facebook sayfasından takip ederseniz, geçtimiz yıllarda restorasyon gören eski binanın harika iç avlusunda banklara oturup, tarihi havasını da solumak cabası.
Diğer tarihi bina, Bomontiada'nın bir sokak yukarısındaki Gürcü Kilisesi. İki yanında ağaçların sıralandığı bu sakin sokağın görüntüsü, üç sokak aşağısının cam ve çelik yığınlarıyla tezat.
Osmanlı Rus Savaşı'nda göçe zorlanan on bin kadar Katolik Gürcü İstanbul'a göç etmiş, Fransızların da hamiliğiyle, zamanla burada bir kilise kurmalarına müsaade edilmiş.
Zaza Han, daha çok kuaför malzemeleri satılan dükkanların olduğu, Tahtakale'nin en önemli hanlarından biridir. Zaza diye bir de jilet markası vardır. İşte bir İstanbul hikayesi daha. Sonu gelmez hikayelerin şehridir İstanbul.
Poul Zazadze 1917 yılında, on üç yaşında okumak için İstanbul'a geliyor, dayısı Gürcü Katolik kilisesinin rahibi. Arkasından, Rusya'da 1917 İhtilali oluyor, küçük Zazadze ülkesine dönemiyor. İş hayatına atılıyor. Çalışkan, başarılı, iş ahlakı ile Tahtakale'nin büyük tüccarları arasına giriyor. Bomonti ve Tahtakale'de imalathaneler açıyor. Zaza markası, dünyanın ikinci, Türkiye'nin ise ilk tıraş bıçağı olarak tarihe geçiyor. Bu arada Tahtakale'deki Hanı alarak Zaza Han adını veriyor. Ailenin devamı hala İstanbul'da yaşıyor.
Yakın çevrede yine gezilecek tarih kokan yerler var. Ama biz eve dönüyoruz. Unutmayalım, “Bir kenti tanımanın en iyi yolu sokaklarında yürümektir”.
Yorumlar
Yorum Gönder