Huyumdur, seyahate çıkmadan iyice incelerim gideceğim şehri ki, dönünce ''Tüh, bak buraya gitmedik'' demeyeyim. İşte, incelemeleri yaparken karşılaştım tökezleme taşlarıyla. Ve sabah otele yakın bir kafede yaptığımız kahvaltıdan sonra başlangıç müzesi olarak seçtiğimiz, otele de oldukça yakın olan, Yahudi Müzesi'ne giderken başladılar karşımıza çıkmaya.
Kaldırımda yürürken, bir bakıyorsun, ona on sarı metal bir plaket, bazen iki bazen üç dört tane. Bazen daha da çok. Üzerlerinde bir isim, bir tarih ve ''Burada yaşıyordu'' yazısı. Başını kaldırıp baktığında, önünde durduğun apartmandan, II.Dünya Savaşı'nda ve öncesinde, kaç Yahudinin toplama ya da ölüm kamplarına gönderidiğini farkedip, tökezliyorsun. Alman sanatçı Demnig'in Almanya'da altı bin, tüm Avrupa'da altmış bin tane üreterek, kamusal alanlara yerleştirdiği, Nazi zulmünde yaşananların belleğe kazınması için, tökezleme taşları.
Küçük bir parkın yanından geçip Yahudi Müzesi'ne geliyoruz. Bir proje yarişması sonucu yapılan yeni bölüme , eski binadan yeraltından bir tünelle geçiliyor. Zig zaglar halinde uzayan yeni binanın, dışı kadar içini de düşündürücü bir konseptle planlayan, kendisi de Yahudi olan mimar Libeskind; yokluk, boşluk ve görünmezlik hissini vurgulayarak, bunu ziyaretçilere de yaşatmak istemiş.
Gerçekten de, aydınlıktan karanlığa geçişle, boşluklar, çıkmaz sokaklar gibi koridorlarla, beton sütunların oluşturduğu labirent gibi bir bahçeyle; sergilenen metalar, bir alyans bir mektup, bir kitapla, eğer biraz da yakın tarih bilginiz varsa, size, mimarın vurgulamak istediklerini yaşatıyor. Hele, Nazi zulmünde hayatını kaybeden insanları temsilen, on bin ifadesiz metal suratın olduğu, yüksek duvarlı, yarı karanlık alanda yürürken, metallerden çıkan sesler, çığlıklar gibi kulaklarda yankılanıyor
Yorumlar
Yorum Gönder