Müzeler Adası'nda iki müze gezdikten sonra, en yakın köprüyle karşıya geçiyoruz. Caddenin bizim yürüdüğümüz sol yanında biri Radisson Otel olan modern iki binann arasındaki alan, çatı hizasından cam kaplamayla ferah bir yeme içme mekanına dönüştürülmüş.
Doğu Berlin'in bir simgesi olan Ampelman'ın bin bir çeşit versiyonu uygulanmış, büyük bir hediyelik eşya mağazasının önünden geçip, Balzac Kafe'de dondurma molası veriyoruz. Dondurma yerken 'Ampelman da neymiş?' sohbeti yapalım biraz.
Dünya, yayalar için trafik ışıklarını 1950'lerden itibaren kullanmaya başlamış. Doğu Almanya'da, trafik ışıklarında yayalar için kullanılan klasik insan figüründen farklı bir simge kullanılmasına karar verilmiş ve 1961'den itibaren yeşil ışıkta fötr şapkalı yürüyen bir adam, kırmızıda da kollarını iki yana açmış, bariyer gibi duran, fötr şapkalı bir adam figürü kullanılmaya başlanmış. 1989'da Berlin Duvar'ı yıkılıp, sonraki yıl iki Almanya birleşince standart trafik ışığı kullanılmaya başlanmış, fötr şapkalı adam da bir simge olarak her çeşit hediyelik eşya üzerinde yerini almış.
Dondurmacıdan çıkınca, Berlin'e gelindiğinde mutlaka görülecek yerler listesinde yer alan dört yere uğrayacağız.
Adını renginden alan, II. Dünya Savaşında tahrip olduğu için önemli bir restorasyon gören, on sekizinci yüzyıl yapısı, kırmızı belediye binası Rathaus, biiir.
Etrafında dört yönde dört kadın heykeli olan, bu heykellerin, zamanında Prusya Krallığı sınırları içindeki dört nehri simgelediği, Avrupa şehir meydanlarının vazgeçilmez çeşmelerinden Neptün Çeşmesi (Neptün adını da hep yadırgarım, neden Poseydon Çeşmesi değil de hep Neptün Çeşmesi derler ki bu çeşmelere!) Etti ikiii.
Meryem Ana Kilisesi, ya da Almanların deyişiyle Marien Kilisesi. Bu kilise, birazdan gezeceğimiz Berlin'in kurulduğu yer olan Nikolai Mahallesi'ndeki Nikolai Kilisesi ile birlikte, Berlin'in en eski kilisesi. Meydanın bir ucunda, sade bir şekilde yükselen kiliseyi geziyoruz. Belirli gün ve saatlerde org konserleri düzenlenen, içinde beyazın hakim olduğu kiliseye konser için tekrar 'gelir miyiz?' diye not alıyoruz, ama yorgunluktan gidemiyoruz. Etti üüüüç.
Meydanın ortasında, üç yüz altmış sekiz metrelik bir televizyon kulesi yükseliyor. Doğu Almanya zamanında inşa edilen kulenin, hem batıyı hayran bırakmak, hem de Batı Berlin'de neler oluyor merakından inşa edildiği de söyleniyor, ama biz merak etmeyip, Berlin'i göz seviyesinde geziyoruz. Dööört.
Bütün bunlar, Berlin'in en popüler meydanı olan, Alexandr Meydanı'nda. Bir de, dünyanın dört bir yanındaki zamanı gösteren saat, meydanı süslüyor. Etrafındaki alışveri merkezleri, metro istasyonu, yeme içme mekanlarını saymıyorum bile, çünkü ucu bucağı görünmeyen büyük bir meydan Alexandrplatz. Adının da, Rus Çarı Alexandr'ın şehri ziyareti onuruna verildiğini ekleyelim, Berlin'in kurulduğu mahalleye doğru yönelelim.
Nikolai Mahallesi'ndeyiz. Aslında mahalle II. Dünya Savaşı'nda oldukça tahrip olmuş, binaların bazıları yeniden yapılmış, bazıları onarılmış. Spree Nehri'nin iki yanında iki küçük yerleşim olan Cöln ve Berlin 1200'lerde birleşerek Berlin adını alıyor.
Merkezinde bir pazar yeri ve Berlin'in en eski kiliselerinden Nikolai Kilise'si etrafında, şehir gelişmeye başlıyor. Dar sokakları, binaların altından geçilerek girilen avlulu ortaçağ binaları, bol restoranları ile hoş bir yaya bölgesi.
Günümüzde müze ve kültür merkezi olarak kullanılan, on sekizinci yüzyıldan iki önemli binadan Ephraim Sarayı, bir zamanlar 'Berlin'in en güzel köşesi' olarak adlandırılırmış.
Zengin bir banker olan Ephraim, sokağın köşesindeki yan yana iki binayı satın alarak, iyi bir mimara muhteşem oval, rokoko tarzı bir cephe yaptırak evine bu ünvanı kazandırmış.
Yaldızlı ferforjeleri, çocuk melek heykelleriyle süslü bina yıkılmış. Saklanan cephe figürleri, iki Almanya birleştikten sonra bire bir aynısı yapılarak yerlerine monte edilmiş. Ephraim Sarayı, Berlin'in kültür ve sanat dünyasına hizmet eden bir bina olarak, eski yerinin bir kaç metre ötesinde ziyaretçilerini bekliyor.
Yorumlar
Yorum Gönder