İstanbul Saraybosna uçuşu 1.5 saat sürüyor. Saraybosna Havaalanı dağların arasında öyle bir saklanmış ki, insan pencereden bakınca "Ya, bu uçak nereye inecek" diye düşünüyor. Valizlerimizi de alıp, sorunsuz bir şekilde, taksiye binip, on, on beş dakikada şehir merkezindeki otelimize varıyoruz. Aklınızda olsun, bu coğrafyada şehirlerarası otobüsler de dahil, valizler için de ayrı ücret alınıyor.
Saraybosna'da artık turistik bir gezi noktası olan, oysa savaş sırasında yiyecek, silah ve insan sevkiyatı yapılan TÜNEL’in başlangıç noktasındaki ev, havaalanına oldukça yakın ancak oradan geçiş saatimiz akşamüstüne yakın olduğu için görme teşebbüsünde bulunmuyoruz.
Otelimiz, Latin Köprüsü’yle Başçarşı arasında kalan bölgede, yani ideal bir yerde. Yerleştikten sonra, acıkan karnımızı doyurmak üzere Başçarşı’da eski caminin yanındaki Hodziç 2’de alıyoruz soluğu. Bir porsiyon ünlü cevapciçide (kebap) pide arasında on köfte var. Nasıl leziz olduğunu ve sonra da nasıl bir susattığını, bilmem söylemeye gerek var mı?
Karnımızı doyurup, hararetimizi bastırmak için sularımızı aldıktan sonra, ki çeşmeye dayansak ancak geçecek bir hararet, meydandaki sebilin yanından geçip, KOVACİ MAHALLESİ’ne doğru yöneliyoruz. Yolumuz İzzetbegoviç’in de anıt mezarının olduğu mezarlığın yanından geçiyor. Mezar taşlarında doğum tarihleri ne kadar farklılık gösterse de ölüm tarihleri 1992-1996 arasında değişiyor.
Bir yokuştan yukarı, Osmanlı tipi evlerin de olduğu sokaklardan geçip, Saraybosna’ya tepeden bakan, gördüğümüz kadarıyla da gençlerin buluşma noktası olan SARI TABYA'ya çıkıyoruz. Savaş yıllarında henüz doğmamış yaş grubundaki gençler, bacaklarını oturdukları duvardan aşağı sarkıtmış, güneşin batmaya hazırlandığı şehirlerine bakıp, belki de şehri görmeden sohbet ediyor. Aşağıda Milyaçka Nehri, savaşın kötü günlerini geride bırakmış akıyor, karşıda yüksek tepelerinden şehre kurşun yağdıran silahlar susmuş, geçmiş unutulmaya çalışılıyor.
Her ne kadar Bosnalılar o günleri konuşmamak, unutmak istiyorlarsa da, binaların cephelerinde bırakılan kurşun delikleri ve Mostar’daki köprünün bir ayağının yamacındaki taş üzerinde, mesajlarını veriyor, ‘’UNUTMA’’
Sarı Tabya’dan aşağı bu kez mezarlığın içinden geçerek iniyoruz. İçindeki binlerce kitabın, bu arada el yazmalarının yakılarak bir kültürü yok etme adına, dünyanın hafızasının bir parçasının silindiğini eski kütüphanenin ve Belediye Binasının yanından geçiyoruz.
Birinci Dünya Savaşı'nın başlamasının sebebi olan, bir Sırp milliyetçisinin Avusturya Prensi'ni öldürdüğü Latinski (Latin) Köprüsü’nün başındaki durakta, gelen eski püskü tramvayları seyredip, nehir boyunca yürüyoruz. Karşı kıyıdaki gösterişli Sinagog binasını ve diğer yerleri gezmeyi bir sonraki güne bırakıp, Mostar biletlerimizi almak için şehrin batısındaki otogara doğru yolumuza devam ediyoruz.
Tren istasyonu ve otobüs terminali neredeyse yan yana. Küçük ama derli toplu bir otogar. Biletler alışveriş fişi şeklinde, kağıt israfı yok memlekette. Biz bilet sırasındayken, yüz yıldır yıkanmamış gibi kirli paslı yaşlı bir kadın, ki herhalde bir dilenciydi, torbasındaki bir avuç bozuk parayı, bütünlemesi için bilet kesen görevliye veriyor. Aralarında çok da sevimli olmayan diyalog sonucu, paralar bütünleniyor.
Saraybosna Mostar otobüs biletiyle, şık VATRA PASTANESİ'nde iki kişiyi doyuracak büyüklükte bir tost, bir kahve, dondurmalı bir pasta ve iki kap dondurma aynı fiyat.
Trafipe kapalı olan Ferhadija Caddesi'nin en hareketli bölgesindeki Vatra Pastanesi'nde yolun karşısındaki masalara servis yapan garsonların hızına ve pratiklilklerine hayran olmamak mümkün değil. Verilen siparişin varyasyonlarını aklında tutup, eksiksiz servisini yaptıktan sonra, çakmağı da hediye ediyor.
Ertesi sabah Latinski Köprüsü’nden karşıya geçip İMPARATOR CAMİ ve yukarı mahallelere doğru yürüyoruz. Her boş alanda bir mezarlık oluşturulmuş. İNAT KUCA restoran da bu yakada. Şehrin batısına doğru yürüyünce SARAYEVSKİ BİRA FABRİKASI’nın şık binası, karşısında da SAN ANTHONY KİLİSESİ gezilecek yerler.
Nehrin bu yakasında yürümeye devam edince gösterişli binasıyla AŞKENAZ SİNAGOGU göze çarpıyor. Biliyorsunuz, Türkiye’de bir süreden beri Hahambaşı’lıktan izin alınmadan sinagoglara girilemiyor. İlk defa bir sinagoga Saraybosna’da giriyorum. Tavanları, duvarları kalem işi desenlerle süslü binanın ibadethane bölümüne kilitli kapılardan ve rehber eşliğinde geçiyoruz. Erkeklerin başına takmaları için birer ‘’kipa’’ veriliyor. Saraybosna’daki Musevi cemaatın ibadetlerine devam ettiği sinagogda kadınlar sağda erkekler solda otururmuş.
Saraybosna’nın en büyük camisi GAZİ HÜSREV CAMİ. Karşısında da medrese bölümü olan cami, aynı zamanda BAŞÇARŞI’da dolaşıp yorulanlar için iyi bir mola yeri. Başçarşı, gerçekten de Osmanlı döneminin çarşı görünümünü, Kapalı Çarşı’dan da, Sultanahmet’teki Arasta’dan da kat kat fazla yansıtıyor. Bu arada, Saraybosna’da ezanlar hoparlörlerden değil, doğal insan sesiyle okunuyor.
Ferhadija Caddesi üzerinde Ziraat Bankası, kafeler, mağazalar ve bir de katolik kilisesi var. Nehir tarafındaki bir alt paralel caddede bir büyük kilise daha var. Ama kiliselerin en eskisi, sebile yakın Ferhadija Caddesi’nin en başındaki, Bizans döneminden kalma ortodoks kilisesi.
Önceki gün 16.00 gibi geldiğimiz Saraybosna’dan, 14.30 da Mostar’a gitmek üzere hareket efiyoruz. Tüneli gezmedik, müzelere girmedik, onun dışında şehirde görülecek her yeri gördük. Biletlerin üzerinde hareket saati ve kalkış peron numarası yazıyor. Yerler numaralı değil. Ve bu coğrafyada adet olduğu üzere, valiz başına 2 Bosna Markını da görevliye veriyoruz. Doğanın çok cömert davrandığı ama savaşın insanlara çok acılar yaşattığı topraklardan, Mostar'a doğru yol alıyoruz...
Yorumlar
Yorum Gönder