KURUKAHVECİ MEHMET EFENDİ

 



Kuru kahveci Mehmet Efendi'nin Mısır Çarşısı'nın karşısındaki ilk dükkanı kadar değilse de, KADIKÖY ÇARŞI'sında otobüs duraklarının arkasındaki şubesi de, yakınından geçerken nefis kahve kokuları yayar. Ülkemizde kahve denildiğinde ilk akla gelen bu markanın  her iki dükkanında,  kısa da olsa bir sıra vardır her daim. Geçtiğimiz yıl (2021'de) 150. kuruluş yılını kutlayan müessesenin haklı şöhretinin hikayesine, yine geçen yıl biten Kadıköy'deki binalarının restorasyonu ile ilgili bir yazı okurken merak sardım.


Mehmet Efendi'nin babasının Eminönü Tahmis Sokak'ta (günümüzde de kullanılan merkez dükkan) bir baharat ve kahve dükkanı vardır. Aynı sokakta  kahve satan başka dükkanlar da vardır ve  dükkanların hepsi, o dönemin gereği kahveyi  çiğ tane olarak satmaktadırlar. Babasının ölümünden sonra 1871'de dükkanın başına geçen Mehmet Efendi, diğer dükkanlardan   farklı bir şey yapmak için, kahveyi kavurup, öğütüp öyle satmaya başlar. İşte o zamandan beri de kahve kokusu Tahmis Sokağa yayılır.


Mehmet Efendi'nin üç oğlu baba  işini geliştirir, yurtiçine ve yurtdışına pazarlamalar başlar. 1932 yılında dönemin ünlü mimarlarından Zühtü Başar'a eski dükkanın yerine, günümüzdeki art deco binayı yaptırırlar. Mimar Zühtü, yurtdışında da incelemeler yaparak, hem üretim hem satış işlemleri yapılacak binanın her detayına büyük özen göstererek binayı hayata geçirir. Merdiven korkuluklarında ferforje olarak binanın yapım yılı, ana giriş kapısında üç kardeşin isimlerinin baş harfleriyle özel tasarım kapı kolları binayı süsler.


Soyadı kanunu çıktığında Mehmet Efendi'nin oğulları Kurukahveci soyadını seçerler. Yaptıkları ilkler arasında kahveyi paketleyerek satmak, reklam yapmak, ticaret odasına ilk kaydedilenlerden olmak gibi, bir de amblem benimsemek vardır. Onu da Türk Alfabesi'nin  kapağını ve Kulüp Rakısı'nın etiketini dizayn eden İhap Hulusi'ye çizdirirler. Elli beş ülkeye ihraç edilen Mehmet Efendi'nin kurukahvesi artık üçüncü, dördüncü kuşak aile şirketi olarak, Dudullu'daki merkezden idare edilmektedir.


Yeşil bir çekirdek olarak uzak diyarlarda toplanıp, fincanımıza kahverengi bir tozun, suyla buluşmasıyla gelen kahvenin kavrulmasının da bir hikayesi var. Belli sıcaklıklarda farklı kokular yayan kahve çekirdeğinin kavrulurken 100 derecede sebze kokusu vererek rengi sararmaya, 180 derecede içindeki gazlar çıkmaya, sıcaklık artmaya devam ettikçe kahve aromasının kokusu çıkmaya ve taneler çıtlamaya adeta şarkı söylemeye başlarmış. 200 dereceden itibaren kahverengileşen çekirdeklerin, kavurma işlemi bitirilip, soğutmaya geçilirmiş. 


Kurukahveci Mehmet Efendi'den önce, bu kavurma sonra da öğütme işini evlerde yaparken marifetli eller gerekirken, bizler zamanın hızına uyup, marifetimizi pişirirken gösteriyoruz. Onun da artık makinelere havale edildiği günlerdeyiz, o da başka.


Benim bugünlerde Mehmet Efendi'ye takılmamın sebebi, Kadıköy'deki şubenin cephesi oluyor. Kadıköy'deki binanın 2000'li yılların başlarında giydirme modern bir kaplama olan ön cephesi, dükkan tadilata girip, cepheye el atıldığında, alttaki orijinal cephenin olduğu gibi korunduğu görülmüş. Orijinal cephe ortaya çıkarılınca da, meydana bakan binalardan biri daha özgün bir karakter kazanmış oldu. Bakalım, tadilatı sürmekte olan bitişik bina bittiğinde neler göreceğiz.

Yorumlar