Kadıköy'de Bahariye Caddesi'nde öylesine dolaştığım bir sonbahar günü, Aya Triada Kilisesi'nin bahçesine girdiğimde, gözüme yerden kuru yaprakları toplayan bir kadın çarptı. İkimizden başka kimsenin olmadığı bahçede, ellili yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim kadını, önce biraz izledim, sonra merakımı yenemeyip yanına gittim. Yaprakları neden topladığını sorduğumda, doğrulup bana baktı, "Hep toplarım, ama daha önce hiç kimse bana bu soruyu sormamıştı" dedi.
Aya Triada, yani Hristiyan dünyasının kutsal üçlüsü anlamınıı taşıyan bu kilise, mimar Zaharias ve Makropoulos tarafından yapılıp, 1902' yılında ibadete açılmış. İçinde, narteksin güney tarafında Aya Ekaterini adında bir de ayazması olan kilisenin, göze hoş gelen bir mimarisi var.
Yaprak toplayan kadınla muhabbeti sürdürdük. Anlattıklarından psikolojisinin çok da normal olmadığını anlamıştım. Kendinden genç eşi ve yaşlı annesi ile beraber, hemen o sokakta, iki katlı eski bir evde yaşadıklarını söyledi. Uzun bir hayat hikayesi sonunda bana, "Bugün benim doğum günümdü, birbirimize söz verelim, seneye bugün burada, bu saatte yine buluşalım" demez mi!
Kendimi bir roman kahramanı gibi hissettim ve tarihi aklımda tuttum. Ve bir yıl sonra o gün, onun gelmeyeceğini yüzde yüz bilmeme rağmen, Aya Triada Kilisesi'ne gittim Gelmedi tabii ki. Kilisenin görevlisini görünce onunla sohbete koyulduk. Bir çoğu gibi Antakya kökenli olduğunu öğrendiğim görevliyle, sohbetimiz, Antakya'nın zeytini, zeytinyağı üzerine, hatta ortak tanıdıklarımıza kadar ilerledi.
Aradan epey zaman geçti. Yine bir gün, Moda turu yaptığım kardeşimle yolumuz Bahariye Caddesi'ne düştüğünde, ki zaten yirmi iki yıldır oturduğum semttir Kadıköy, Aya Triada'ya girdik. Kilisede bizden başka ikisi yaşlıca kadın, biri genç bir erkek beş kişiydik. Bir şekilde aramızda diyalog kuruldu. Genç erkek bu kilisede vaftiz olduğunu, yaşlıca hanımlardan birinin annesi, diğerinin çocukken bakıcısı olduğunu söyledi. Artık Bursa'da yaşayan bakıcı hanım, İstanbul'a geldiğinde hiç kiliseye gitmemiş olduğunu söyleyince, onlar da, onu Aya Triada'ya getirmişler.
Benim için bazen, o yerin resmi tarihinden daha ilginç oluyor böyle yaşanmışlıklar. İstanbul özel tarihim diyebileceğim bir dizin oluşuyor böylece. Mesela, bir gün, Süleymaniye'den Kilise Cami'ye doğru yürürken, eski harabe bir evin bahçe duvarında, bir Bizans kabartmasına rastladığım anın heyecanını, ancak arkeologlar anlayabilir.
Yine de bir iki resmi bilgi daha ekleyelim buraya. Mesela, İstanbul'un, biri Taksim'de (Meydandan gözüken büyük kilise), diğeri Heybeliada'da olan iki Aya Triada Kilisesi daha var. Üç sokağa cephesi olan Kadıköy'deki Aya Triada'nın bir girişi de Hacı Şükrü Sokak'tan.
Baktım, Hacı Şükrülerden biri, Konya'nın, kökeni 1907 tarihine dayanan eski bir kebapçısı. Hacı Şükrü, tüm ısrarlara rağmen dükkanını senede dört ay kapatır, sekiz ay çalışırmış. Neden mi? O dört ayda kuzuların büyüyüp, serpilmesini beklermiş.Konya'ya Meram'a gidersek aklımızda olsun, torun lokantayı sürdürüyor.
Diğer Hacı Şükrü Bey (Aydındağ) ise, Balkan ve I.Dünya Savaşlarında, Anafartalar ve Conk Bayırında mücadele etmiş, daha sonra Milli Mücadele'de Mustafa Kemal'in yanında yer almış bir asker. Bir dönem milletvekilliği de yaptıktan sonra orduya dönerek tuğgeneral rütbesine yükselen, kırmızı yeşil şeritli İstiklal madalya sahibi bu kahramanın adının, sokağa verilmiş olma ihtimali olabilir mi? Olabilir.
Yorumlar
Yorum Gönder