Hıdrellez günü doğmuşum. Bu yıl yeni yaşımı, Hıdrellez'e Ederlez de diyenlerin diyarı, Kırklareli'nde karşıladım. Kırklarelililer, belki de bütün Trakyalılar, seneyi ikiye ayırırmış. Kışı temsil eden Kasım günlerini 179 gün, yazı temsil eden Hızır günlerini 186 gün sayar, arada 9 Martı da unutmaz, ''Geldi Mart'ın dokuzu, çayıra sal öküzü'' derlermiş. Ederlez, Kasım günlerinin bitip, Hızır günlerinin başladığı altı mayısa bir ''hoş geldin''dir. Adı ne olursa olsun, Ederlez, Hıdrellez ya da Kakava; amaç, baharın gelişini coşkuyla karşılamak, hoş ve bereketli geçmesini umut etmek değil mi sonuçta?
Kırklarelililer, 70'li - 80'li yıllara kadar eski adetlerini sürdürüp, bir gün öncesinden topladıkları çiçek ve otları (Özellikle silkinti otu olurmuş bu ot), evde suya atar, sabah o suyla yıkanırlarmış. Daha eskiden, sabah erkenden, en yakın dereye gider, suya girerlermiş. Dere kenarlarında piknik yapıp eğlenmek, ateş yakıp üzerinden atlamak, evlerinin kapısına taze söğüt dalı asmak Hıdrellezin değişmez ritüelleri olarak yıllarca süregelmiş.
Modern zamanlar evlere banyo, derelere atıkları getirince, bu ritüellerin bazıları, yavaş yavaş unutulup kaybedilen, ya da demodeleşip törene dönüşen etkinlikler oldular. Sorup öğrendiğimiz kadarıyla, bu yıl Kırklareli'nde, toplu bir Ederlez kutlaması olmadı mesela. Ama biz, ateşin üzerinden atlamadıysak da, kapımıza taze bir söğüt dalı bulup astık.
Söğüt dalını aldığımız yer, Sungur Bey Caddesi'ndeki Müslüman Mezarlığı'nın yol kenarı. Hemen karşısında, boyumu geçen duvarların arkasındaki, içinde dört yüz yıl önceye kadar tarihlenen mezar taşlarının da bulunduğu Musevi mezarlığı, şehrin geçmiş günlerdeki kimliğinden, günümüze bir iz.
Kırklareli'nde, özellikle merkezdeki Demirtaş Mahallesi'nde bir dönem oldukça kalabalık bir cemaat olarak yaşayan Musevilerden, günümüzde bir elin parmaklarından az kalan var. Çarşı içindeki küçük sinagog da, mezarlık gibi yalnız artık. Mübadele öncesi Kırklareli halkının çoğunluğunu oluşturan Rumlardan ise, Yayla Mahallesi'ndeki güzel konaklar kalmış geriye.
Bizi Yayla Mahalle'sine çıkaracak olan caddenin başında, yapılış tarihi 1383 olan Hızır Bey Camisi'ni, lise tarih kitaplarının aklımızda kalmış isimlerden Köse Mihal'in torunlarından Köse Mihalzade Hızır Bey yaptırmış. Yanında bir hamam ve bedesten de olan caminin kalem işleri, özellikle de mihraptaki manzara resmi ilginç.
Şimdi yukarı doğru, hafif rampayı tırmanmaya başlayalım. Rampanın sola doğru minik bir kavis yaptığı yerde, Papazın Evi isimli bistro, şehir efsanelerinde yerini almış olan son on yıl içinde restorasyonu yapılmış evlerden biri.
Söylenti şöyle; bağ ve bahçeleriyle, özellikle de üzüm ve dolayısıyla şaraplarıyla gerçekten önemli bir yerleşim olan Kırklareli'ne, ya da o zamanki adıyla söylersek Kırkkilise'ye (Saranta Eglisia), Fransızlar bir papaz göndermişler. Papazın bir de içi oyuk bastonu varmış. Fransızlar, şaraplarına rakip isterler mi hiç! Papaz gelirken, bu bastonun içinde getirdiği böcekleri bağlara musallat edince, Kırklareli'nin bağları kurumuş gitmiiiş 🙂 İnandık mı! Chamlija (Çamlıca) şaraplarının tüm üzümleri Kırklareli bağlarında yetişiyor ve dünya çapında ödüller alıyor. Demek, papazın böceklerinin işi bitirilmiş 🙂
Papaz çok şanslıymış, nefis bir taş konakta yaşamış. Biz önce konağın karşısındaki söğüdün altına oturup, hafif esintide seyrine daldık. Evin, bahçe kotunda ama cumbalı olan bakış açımızdaki giyotin pencerelerine, zarif, otantik, kısa perdelerine, taş duvarlarırıa övgüler sıralayıp, sonra görüşmek üzere yolumuza devam ettik.
Yokuşta, restore edilen konaklardan biri günümüzde Kırklareli Valiliği Kültür Ve Sanat Evi olarak şehre kazandırılan Dr. Keremitzoglou'nun, 19. yüzyılın sonlarında yaptırdığı konağı. Leipzig'de tıp tahsili yapan ve şehrin ilk doktorlarından olan Keremitzioglou, hastalarına kızıl renkli, güzel atıyla gidermiş.
Atatürk'ün de 1930 Aralık ayında, Kırklareli'ne geldiğinde halka seslendiği bu üç katlı güzel konakta, hiperrealistik (Hiperrealizm, yüksek çözünürlüklü bir fotoğrafa benzeyen bir resim ve heykel türüdür.) mankenlerle, çeşitli canlandırmalar yapılmış. Kına gecesinde gelinin, damat tıraşında damadın, peynir yaparken peynircinin, çeşme başında kızlarla oğlanların duruşları, bakışları gerçeğin bire bir yansıması gibi başarılı çalışmalar olmuş. Görülmeye değer.
Halide Nusret Zorlutuna adı, kaçımıza tanıdık geliyor acaba? Kadın yazarların annesi olarak da anılan (1901-1984) şair, yazar ve öğretmen olan Zorlutuna, Anadolu'nun çeşitli yerlerinde öğretmenlik yaparken, mesleğinin ilk yıllarında yolu Kırklareli'nden de geçmiş bir aydın kadınımız.
Edirne'de öğretmenlik yaptığı yıllarda, aynı okuldaki bir öğretmen arkadaşının Kırklareli'nde subay olan ağabeyi ile evlenen Halide Nusret Zorlutuna, Yayla Caddesi'nin üzerindeki konaklardan Celepoğlu Konağı'nda bir süre oturarak, öğretmenliğine Kırklareli Lisesi'nde edebiyat öğretmeni olarak devam etmiş. Zorlutuna'nın kardeşi, kendisi gibi öğretmen ve yazar olan İsmet Kür, onun kızı da yazar Pınar Kür. Ailedeki bir başka yazar ise, kendi kızı Emine Işınsu.
Mahallenin hatta Kırklareli'nin en şık restoranlarından olan Gusto Celepoğlu'nun hizmet verdiği, bir dönem Halide Nusret Hanım'ın da oturduğu Celepoğlu Konağı'nın ilk sahibi Tzelepoglou adında bir Rum veteriner. Kırklarelilerin, Ağır Ceza hakiminin evi dedikleri Celepoğlu Konağı'ndan çıkmadan son bir not, mahzeni, bahçesi, salkım söğütleri görülmeye değer. Hıdrellez Günü nedeniyle, rezervasyonları dolu olduğundan tatlarına bakamadığımız, yöresel Balkan yemekleri de konağın menülerinde mevcut.
Yokuşu bitirip meydana çıktık artık. Celepoğlu ile aynı sıradaki konak, Selanik'te Atatürk'ün doğduğu evin bire bir aynısı olarak restore edilip, Atatürk Evi olarak ziyaretçilerini bekliyor. Meydanın diğer köşesinde tescilli ahşap bir konak olan Ali Rıza Efendi Kültür Evi'nde ise, etnoğrafik olarak düzenlenmiş, Bulgaristan, Yunanistan, Karadağ ve Türk odaları Kırklareli turizmine hizmet ediyor.
Yayla Mahallesi'nin eski adı Ayala. Siyah beyaz eski fotoğraflarda oldukça büyük görünen taş kaplı meydan, ağaçlandırılmış, park haline getirilmiş. Meydanın çevresindeki diğer tescilli, birer sivil mimari örneği olan binalar arasında, okullar da var. Bazıları hala okul, bazıları işlevi değiştirilerek kullanılan binalardan biri de şık bir butik otel olmuş.
Yayla Mahallesi'nin sokak isimleri, mahallenin geçmişi ile ilgili işaretler veriyor. Koşuyolu Sokak örneğin, bir zamanlar panayır zamanları orada at yarışları yapıldığını, Mektep Sokak, ya da Mektep Arkası Sokak, okulların varlığını, Eski Adliye Sokak Adliye binasının varlığını gösteriyor da, Büyük Mezarlık Sokak'ın varlığının nedenini bulamadım, göremedim.
Balkan Harbi yıllarında, 1912-1913 arasında Kırklareli'ni işgal eden Bulgarlar, şehre Bağlar Şehri anlamında Lozengrad demişler. Evliya Çelebi de, yüzyıllar öncesinden, insanın içinde kaybolacağı büyüklükte bağlardan bahsetmiş Seyahatname'sinde. O zaman, ben Hıdrellez çocuğunun, Papazın Evi'nin yolunu tutması, o bağlardan kalanların mayalanmışlarının tadına bakmasında sıra.
Söğüdün altında oturup, seyrine daldığımız bölümdeki tek masayı seçiyoruz, kimlerin gelip, kimlerin geçtiği, kim bilir nelerin konuşulduğu bu eski konakta.
İşte, o evde yaşayanlardan birinin anısına, Facebook'ta ''Kırklareli Houses'' sayfalarında rastladım bile. Bir dönem manifaturacı dedesinin oturduğu evden bahsederken, tam da bizim oturduğumuz köşesini anlatıyor.
''Ben ilk torunuyum . Çocukluğum tatillerde o evde geçti. Gerçekten papazın evi imiş. Oturma odasında minicik bir asma kat vardı. Önceden ibadet için kullanılırmış. Koskoca bir hol ve etrafında dizilmiş odalar. Kocaman mutfağı vardı. Ninem o mutfakta ne börekler, baklavalar yapmıştır.''
Yorumlar
Yorum Gönder