KAŞ GÜNLÜKLERİ (17): MAVİ KAPIDAKİ PRİMQDONNA

 


Ben duvarın üstüne dizdiğimiz teneke saksılardaki fesleğen ve cin biberlerini sularken, o da, üç bacağıyla  yokuş aşağı koşturan köpeğinin peşinden, mavi kapılı evine doğru yürüyordu. Aydınlık bir gülümsemeyle selamlaştık. 


"35 yaşımda bırakacağım baleyi" dediğinde daha 31 yaşındaydı, yeni anne olmuştu ve 14 yaşında  konservatuardan mezun olup, 18 yaşı bitmeden, Kuğu Gölü gibi büyük bir eserde baş balerin ünvanıyla dans etmişti. Aradan yıllar geçti, gerçekten balenin sahne kısmını bıraktı, ama okulunu açtı. Tıpkı onun yetişmesinde katkıları olan değerli hocaları gibi, kendini  bu kez yeni nesillere baleyi öğretmeye adadı. 


Kaş'ta, aynı meydana açılan kapıları olan evlerde oturduğumuz, ataları Likya'nın ışığının aydınlattığı topraklarda doğan, dünya tatlısı annesinin 'Onun enerjisi bitmez' dediği bale sanatçımız Hülya Aksular'dan bahsediyorum. 


Sedef Kabaş'ın 1997 yılında Portreler adlı programına konuk olduğu videoyu izleyip, daha yakından tanımaya çalıştığım sanatçı, öyle zarif bir şekilde, ama samimiyetle bilmediğimiz yanlarını anlatıyor ki. Evet, batıl inançlarım var, diyor. Sahneye çıkacağım zaman uğur saydığım bebeklerimi yanımda götürürüm. İçinde, nazar boncukları olan muskalarım vardır, annem itinayla dikmiştir onları, diyor. Sonra, sağ ayakla başlamam gerekir  dansa, o yüzden Oktay'la (Keresteci) bir eserde, ayak tutturamayıp, çok gülmüşüzdür, diye ekliyor sohbete.


Çok zarif, çok sevgi dolu bir annesi vardır, Hülya Aksular'ın. Sabahları, biz denize giderken kapı önünde ayaküstü iki laf ettiğimiz günlerden birinde  'Ben de çok küçüktüm buralardan ayrıldığımda, daha dört yaşındaydım.' demişti. Merak ettiğim, o, Kaş'tan erken ayrılış hikayesine, Hülya Aksular'ın Hatice'me adını verdiği eserinden bahsettiği bir yazıda rastladım nihayet.


Hatice, Hülya Aksular'ın anneannesi. Kaş'ın Çukurbağ'ında, bir ağa kızı. Ama sonuç olarak, Kaş'tan başka bir yer görmemiş bir köylü kızı. Ömer, Hatice'yi ister ve evlenirler ve yolları Ankara'ya bağlanır. Yücesan Ailesi'nin hayatı orada akmaya devam eder. Onların yolları Ankara'ya , soyadları Yücesan  da Çukurbağ Yarımadası''nda uzanan caddeye bağlanır. "Hatice'me",  geçtiğimiz yıllarda Kaş Marina'da, öğrencileri tarafından sahnelenmiş. Keşke, çocuklarının yastıklarına çiçek koymadan uyandırmayan, ama hep toprağının özlemini çeken Hatice ile Ömer neler yaşamış; torun, sanatıyla onu  nasıl aktarmış, bir kaydını bulup, izleyebilsem.


Takip ettiğim instagram hesabında Hülya Aksular, babasının ölüm yıldönümüydü belki de Aytaç Arman'la çok genç bir yaşta (22 yaşında) yaptığı evliliklerinin düğün gecesinden bir fotoğraf koymuştu. Babasıyla dans ettiği fotoğrafın yazısında, erken ayrılmış olmalarından, baba özleminden, annesiyle yürütemedikleri  beraberliklerinden, ama onların  birbirlerine olan sevgilerinden bahsetmişti. Hatta, şehirlerarası telefonların santral aracılığıyla, bağlanması saatler süren beklemelerle olduğu zamanlarda, babasının arayıp, söyleyemediklerini şarkılar dinleterek anlatmak istemesinden de bahsetmişti. Etkilenmiş, adını da yazdığı şarkıyı bulup, dinlemiştim. Semiramis Pekkan'ın söylediği bir şarkıydı. 'Sen hayatsın, ben ömür.'


Ve sonra, Likya topraklarındaki ışık Ankara'ya ulaşınca, ideallerinde doktorluk olan Hülya Aksular'ın yolu, daha çok annesinin arzusu doğrultusunda, Ankara Devlet Konservatuarı 'na bağlanmış. Çok da iyi değildim, ama kötü de değildim, dediği öğrencilik yılları bittiğinde, yükseğe geçemeyip, İstanbul Opera ve Balesi'ne tayin olmuş. 


Devekuşu Kabare'de Zeki Alasya, Metin Akpınar'la tiyatro tecrübesi ve sonra eski hocalarından Sonya Hanım'ın çağırmasıyla tekrar bale yılları. Kendi deyişiyle, 'severek  ve kendi isteğimle başladım' dediği, sadece Türkiye'de değil, bir çok Avrupa kentinde, on sekiz  yılda, altmış karaktere can verdiği yıllar.


Unutmadığı, hala her daim saygı ve sevgiyle andığı hocası Meriç Sümen'li, Uyuyan Güzel'de beraber dans ettiği ve daha sonra Paris'e gelmesi için teklif aldığı Rudolf Nureyev'li yıllar.... Çok gençtim, kariyerim daha önemliydi, bazı kararlarımda beni kısıtlıyordu deyip ayrıldığı Aytaç Arman'lı yıllar.... Dünya bale tarihinin en önemli isimlerinden, İngiliz Kraliyet Balesi'nin, ve Cumhuriyetimizin yeni olduğu tarihlerde, aldığı davetle ilk resmi bale okulunu kuran Dame Ninette De Volois'lı yıllar.....Otuzlu yaşlarının başında Rus balet Mişa Kolozin'le kesişen yollar ve dünya tatlısı Sude'nin (bir adı da Meriç'tir) doğduğu yıllar....Yine ayrılıklar, kareografi çalışmaları, muhteşem eseri İstanbul Epik', kısa bir evlilik daha, üstelik nikahta Asaz Dağı'ndan paraşütle atlayan gelin damat olmak....İrade ve inançla, düşündüklerinin hayata geçirildiği yıllar.


2014 Yılından bu yana, açtığı bale okulunda , yeni neferler yetiştirerek bale sanatına katkısına devam eden Hülya Aksular, pandemiden önce Kaş'taki mavi kapılı evinde yaz kurslarını sürdürüyor, talebeleriyle 24 saatini birlikte geçiriyordu. Onları sadece baleye değil, hem doğaya ve Kaş'a, hem de hayata hazırlıyordu. Bu, günaydından iyi gecelere, iyi gecelerden günaydına, beraber yenen yemekler, denize girmeler, yürüyüşlerle çok farklı bir deneyimdi. Ben de bazen, mutfak penceremden, büyük terastaki çalışma saatlerini izler, bakalım bu küçük balerinlerden, ilerde bir Hülya Aksular çıkacak mı diye düşünürdüm.


'Toprağında terimiz var' dediği AKM''de, ben de izledim Hülya Aksular'ı. 'Kendi gösterime bilet bulamadığım günler oluyordu' dediği 90'lı yıllardan, çok farklı zamanlara geldik. Şimdi, sanat adına , onun gibi eğitmenlere çok daha fazla  ihtiyacımız var, onlara  daha fazla iş düşüyor. 


Yolunuz açık olsun Hülya Aksular, enerjiniz hiç bitmesin.

Yorumlar