Eski Semtim BAHÇELİEVLER



Fatih'ten Bahçelievler'e taşındığımızda 9 yaşındaydım. Okullar açılınca 4. sınıfa başlayacaktım. Oldukça kalabalık ve hareketli bir semtten taşınmıştık Bahçelievler'e. Fatih'te beşinci katında oturduğumuz apartmanın penceresinden bakınca, karşı apartmanın penceresiyle karşı karşıya kalırdık. Oysa yeni evimiz kocaman bir bahçenin içindeydi, pencereden bakınca karşı evin penceresi pat diye karşımıza dikilmiyordu. Bizim bahçeyi aş, yolu karşıya geç, Hediye ablaların bahçeyi de geç, işte sana pencere.

Bahçelievler semti kurulalı henüz 20 yıl bile olmamıştı biz oraya taşındığımızda. Semt, Bakırköy'e bağlıydı. Topkapı'dan öteye, örneğin Aksaray'a ya da daha uzak bir yere gidileceğinde, İstanbul'a ineceğim tabirini kullanıyordu yeni komşularımız. Londra asfaltı yani günümüzde kullanılan adıyla E-5 havaalanı gibi geniş değil, bir gidiş bir gelişti. Tam bizim caddeye dönen kavşakta Coca Cola Fabrikası vardı. Kavşağın olduğu yerin adı İncirli'ydı. Adını belli ki o zaman hala birkaç tanesi kalmış olan incir ağaçlarından almıştı. Fabrika, Londra Asfaltı'na (E-5) bakan taraftaki cam cephesiyle o zamanın modern yapılarından sayılırdı. Ana yolla  bizim cadde, yani Talat Paşa Caddesi arasında, bahçesiyle beraber oldukça büyük bir alana yayılmıştı.

Londra Asfaltı üzerinde, Cola Fabrikasından sonra 200 mt. kadar daha ilerleyince, yine ünlü bir markanın fabrikası vardı, Pe-Re-Ja limon kolonyaları fabrikası. Bu fabrikanın çok yakınında, ömrü çok da uzun olmayan, belki de İstanbul'un ilk alış veriş merkezlerinden sayılabilecek  Gökbakan açılmıştı sonraki yıllarda. Coca Cola'nın hemen arkasında, her dönem Bahçelievler'in en işlek caddesi olan Çalışlar Caddesi üzerinde Lokman İlaç Fabrikası, bir kaç yıldır yerini çok modern bir siteye bıraktı. 

Ana yolda Coca Cola Fabrikasını ortaya alırsak, fabrikanın  200- 300 mt. kadar yukarısında, yine bir zamanların ünlü bir markasının yuvarlak, üst katı beyaz boyalı ahşap mimarisiyle  Ömür Restoran göz alırdı. Bu üç işletmeden Ömür  Restoran son  beş on yıl içinde yıkılıp alışveriş merkezi çılgınlığına kurban edildi. Ondan kalan sadece adı artık, Ömür Plaza. Bu yıl teras katında sadece adı Ömür olan bir de restoran dünyaya geldi. İçlerinde üretim yapılmayan Coca Cola ve Pe-Re-Ja fabrikalarının binalarıysa duruyor.


Ömür'ün üzerinde biraz durmamız gerekiyor, çünkü Bahçelievler semtinin kuruluşuyla, çok yakından bağlantılı. Fikret Yüzatlı, İnönü'nün yaveri ve Kurtuluş Savaşı'na katılmış bir kişi. Savaştan sonraki yıllarda, bir arkadaşıyla birlikte bu bölgede 500 dönümlük İncirli Çiftliğini satın alıyor. 50'li yıllarda da modern bir semt yaratmak için araziyi zamanın ünlü bir mimarına ızgara planlı sokaklar yaratarak, bahçe içinde tek, iki ve üç katlı evler yapılacak şekilde parselletiyor. Dönem İstanbul'a göç dönemidir. Kendisi de Bakırköy sahilindeki evini bırakıp, Bahçelievler'e yerleşiyor. 

Önce Ömür Yoğurdu Fabrikasını kuruyor. İnek sütüne koyun sütü de katarak ürettiği yoğurt ve ayranlar piyasada çok tutuyor. Bu arada semt de yavaş yavaş şekillenmeye başlıyor. 1966'da babamın evimizi satın aldığı Emine hanım teyze bir Bulgar göçmeni idi. Keza yan komşumuz Tacettin Bey amcalar ve karşı komşumuz Vesile hanım teyzeler de öyle. Bize en yakın on evden altı tanesinde ya Selanik ya da  Manastır'dan gelenler otururdu. Yani, o yıllarda Bahçelievler, Anadolu'dan çok, batıdan göç almıştı.


Tekrar Fikret Yüzatlı'ya dönersek, Ömür restorana geçmeden, soyadının hikayesine bir bakalım. Fikret Bey atları da çok seviyor. Jokey Kulübüyle yakın ilşkileri var. Soyadı kanununun yeni çıktığı günlerde, İsmet Paşa, Yahya Kemal otururlarken Fikret Bey atlı bir soyadı istediğini ama, çok atlı soyadı olduğunu söylüyor. Bunun üzerine de Yahya Kemal; sen orduda süvari yüzbaşıydın, onlar yüz atlının başıdır, seninki Yüzatlı olsun der. Modern görüşlü bir insandır Fikret Yüzatlı ve Türkiye'de arabaya servis yapılan ilk restoran olan Ömür'ü Bahçelievler'de Londra Asfaltı üzerinde açar. Piliç çevirme ilk bu restoranda servis edilir satışa. Ve köpüklü nefis ayranının şöhreti İstanbul'a yayılmıştır. Çocukluğumda hatırlıyorum, Bahçelievler'e taşınmadan Florya, Çekmece, Haramidere  taraflarına pikniğe giderdik. Yolda molalanıp, Ömür Yoğurdu'nda ayran içmek bir rüyaydı.

Rüya deyince, sinema. Evet, sadece Türk filmleri oynatan Ünverdi sineması. Ortaokul yıllarımdı sanıyorum, o zamana göre oldukça modern bir sinemaydı Ünverdi Sineması. Talat Paşa Caddesi'yle, Eski Londra Asfaltı'nın birleştiği köşedeydi. Biz dört kardeş, pazar günleri 10'daki çocuk matinesinden başlar, 11 matinesinde Hülya Koçiit ya da Filiz Akın filmi seyreder, aklımız hep gelecek programda kalırdı. O da zamana direnemedi, 2000'li yıllarda yıkılıp yerine iş merkezi yapıldı. Eski Londra Asfaltı üzerinde, sinemadan çok daha eski, fakat hala duran  çaprazındaki Huzurevi. Hala ağaçların arasında ve hala olduğu gibi.

Ünverdi Sinemasının da bir cephesinin olduğu yolun adı Eski Londra Asfaltı. 50'lerde yenisi yapılıncaya kadar, Türkiye'yi Avrupa'ya bağlayan yol idi. Bu yol üzerinde sinemanın çaprazında Fikret Yüzatlı'nın Ömür Yoğurdu Fabrikası vardı. Ömür Restoran'ın ve Türkiye sofralarının meşhur Ömür ayranı burada üretiliyordu. Fabrika 2000'li yıllarda piyasayla rekabet edemediğinden kapandı, yerine Bahçelievler'in belki de İstanbul'un ilklerinden havuzlu, lüks bir site yapıldı. Bir de, Yüzatlı ailesinin bağışladığı arsa üzerinde, gerçekten de çok şık bir Öğretmen Evi. Site'nin biraz daha ilerisinde yine Fikret Yüzatlı'nın adını taşıyan bir ortaokul 70'li yıllardan bu yana eğitim veriyor.

Bizans döneminde kullanılan topraklar olsa da, Bizanstan, Osmanlı'dan kalan bir şey yok Bahçelievler'de. Bahçeleri güllerle meyve ağaçlarıyla dolu, hanımeli kokulu sokakları vardı. Onlar bile mazi oldu. 80'lerden sonra başlayan apartman furyasına, biz babamı kaybettiğimiz 89 yılına kadar direndik. Etrafımızda apartmanlar yükselip, sobamızın bacası bile isyan etmeye başlayınca, biz de modaya uyduk. Apartman da olsa yine her binanın etrafı bahçeyle çevrili Bahçelievler'de. Yine güller ve ağaçlar var. Eski evlerinin anısını yaşatmak istedikleri için, bunlar mutlaka kalsın denilen, bizim bahçedeki karayemiş, Hayriye Hanım teyzenin bahçesindeki muşmula gibi. Ama artık sokaklar  hanımeli kokmuyor.

Yorumlar