Kemaliye'de (Eğin) Bir Köy ; ÇAT (Sing)

Eylül 2005


     

Lise arkadaşım, çok kere yoldaşım, sıkı dostum Süheyla'nın bir çok kez yaptığı "Annemleri almaya gidiyorum, hadi sen de gel"  teklifine  "Tamam, bu sefer geliyorum"  dedim. On günlük sürenin  içine, sığdırabileceğim kadar çevre gezileri programlayıp, onların her zaman gittikleri otobüs firması ile yola çıktık. Rotamız Erzincan ili, Kemaliye ilçesi, Çat (Sing) köyü. Yaklaşık yirmidört saat sonra Dutluca (Aşutka) bucağında, yirmi dakika sonra da Sing'deydik. Miran Çayı'nın aktığı, kayalık yamaçlı iki dağ arasındaki vadide, bir yamaca kurulmuş olan köy,  eskilere  yapılan ilaveler ve  birkaç yeni binayı saymazsak  taş evlerden oluşan bir köydü .

Aralarında ikisi oldukça iyi durumda olan dört de konağın bulunduğu  evlerin çoğunun asırlık mazileri vardı. Tüm Kemaliye sivil mimarisinde olduğu gibi, arazinin yamaç oluşu kullanım alanlarını kısıtladığından evler, eskinin büyük aile yapısı da düşünülerek iki üç hatta dört katlı yapılmıştı. Otuzlu yaşlarında olanların bile, okula giderken karın içinde tünel kazıp  giderdik dediği yörede, Keban barajı bölgenin havasını ılımanlaştırmış olsa da evlerin damları ağırlığı azaltmak için çinko veya saçtan yapılmıştı.

 
 

Süheyla'ların evinin üst katına da betonarme ilave yapıldığından,konuk odası olarak  tercihimizi dededen kalma asırlık  taş alt kattan yana kullandık. Girintilerini masa gibi kullanıp  yazı  yazdığım, karşıki yamaçlara bakan   küçük pencerelerin olduğu seksen santim kalınlığındaki duvar, boylu boyunca sedirdi. Odanın bir tarafında geleneksel ahşap davlumbazı olan bir ocak ve iki yanında bazı evlerde  eskiden banyo olarak da kullanılan gömme dolaplar vardı. Dışarısı yanarken kalın duvarlarının klimalıymış  gibi serin tuttuğu,  beyaz kireç badanalı odamıza  her girişimde, gözlerim önce bütün duvarları, sonra yeri tarıyordu. Çok sıcak oluşu nedeniyle  akrebi de  bol olan bu  yörelerde, odamızın  bu konuda  sabıkası da vardı. Ama gündüz doğanın güzelliği, gece sessizliğin büyüsü bir müddet sonra aklımda akrep böcek bırakmamıştı.


Sing köyünün iki yüzyıllık  camisinden anons yapıldığında ya da ezan okunduğunda ses karşıki kayalıklarda dört beş kez daha yankılanırdı. Miran çayı kıyıları boyunca ceviz ağaçları, kuşburnular,  çayın yakınlarında Trasul kaynak suyu, serinlemek için girdiğimiz köylünün Karılar Gölü dediği ırmağın havuzlandığı yer, karşı kayaların tepesinde Kalecik denen  bir  kalıntı, köyün  güneyindeki  benim bile küçük keramik parçaları bulduğum bir tane de kaya mezarı olan büyük mağaranın olduğu  vadi, milyonlarca yıl önce o dağların deniz altında olduğunun işareti deniz kabukluları ve taşlar üzerindeki  fosil izleri Sing'te beni heyecandan heyecana sürüklemişti.

           

Köydeki herkesin küçük de olsa bir yerlerde bir bağı vardı. İlk bakışta hiç üzüm görmediğim Süheyla'ların bağından bile, Ateş teyzenin eşeği Pamuk Prensesin yüklüklerini üç kez dolduracak kadar üzüm toplamıştık. İki kızı İzmir'de oturan, yetmişlerinde ateş gibi oradan oraya her işe yetişen bir kadın olan Ateş teyzenin  asıl adı Emine, soyadı Ateş'ti. Büyük oğlu birkaç yıl önce kalp krizine yenik düşmüş, küçük oğlu da köy halkının dediğine göre karşılık görmediği kara sevdası yüzünden  yıllardır evden dışarıya adım atmamıştı.

           

          

Sing köyünde bakkal yoktu. Haftanın belli günleri ticari minübüsüyle  seyyar bakkal üst sokağa gelir, mallarını sokağa yayar, sokak bir anda salı pazarına dönüşüverirdi. Köyde artık okula giden kimse kalmadığından bir çokları gibi Sing'in okulu da kendisine "Kültür Evi" işlevinin  verilmesini beklemekteydi. İster konak, ister küçük bir ev olsun eski evlerin kapılarında çift tokmak vardı (*) Eski adetlerde mahremiyet kapıyı çalanın cinsiyetine göre davranmayı gerektirdiğinden, biri tiz  diğeri tok ses çıkaran bu tokmaklar da, bir nevi cinsiyet sahibiydi (!) Narin, ince yapılı, tiz ses çıkaran kapı tokmakları kadın, daha büyük, tok ses çıkaranlar da erkekler için olan  kapı tokmaklarıydı. Ancak zaman, Kemaliye ve köylerinde bu kapıları, değil çalacak açacakları  bile azaltmıştı .

            
Kemaliye (Eğin) halkının gurbetçiliği türkülere, manilere geçecek kadar çok eskiye dayanırmış ama, yeterli para kazanıldığında geri dönülürmüş. İkinci Dünya savaşı sonrası sanayiye yönelme gayretleri, ülke düzeyinde köylerden kentlere akını pompalayınca, bu akın her yerde olağan sayılabilecek ölçülerde olurken, Eğin'de  ve köylerinde olağanüstü boyutlara ulaşmış. 50-60 bin nüfuslu yörenin nüfusu 1950 'lerin sonlarında  yarıya, daha sonraları da 3-4 bine düşmüş.(*)


Süheyla'nın dedesi bu göçlerin ilk gurubu olan gurbetçilere  (o yıllarda ancak Giresun üzerinden gemiyle gidilebilen İstanbul'da, ısınmak için yaktığı mangaldan zehirlendiği haberi gelmiş Sing'e, mezarının bile nerede olduğu  bilinmiyor) babası ikinci guruba girenlerdendi. Recep amcanın dinleyecek birini bulduğunda anlatmaya başladığı çocukluk ve gençlik yılları fonunda  40'lı 50'li yılların eski İstanbul'unu dinlemek  bu gezimin en güzel yanlarındandı.


Sadece Sing'de değil Eğin'in gezdiğim tüm köylerinde karşılaştığım durum aynıydı. Köylerde sürekli oturanlar az, emekli olup köylerinde yaşamayı tercih edenler veya  yazı köylerinde geçirip kışın İstanbul ve Ankara'ya dönenler çoktu. Özellikle köylerde her biri canlı tarih olan bir sürü insan tanıdım. Sözlü tarih merakımdan her birine, onları sıkmamaya özen gösterek  onlarca soru sordum, anlattıklarını  dinledim.

  
 


Hasan amcanın, 12 yıllık askerliğinde 93 Harbini de yaşayan babasının cesetlere basmadan yürümeye çalışırken, " beni burda mı bırakacaksın?" diye elini uzatan yaralı köylüsünü görüp omuzlayıp kurtarmasını, 1894-95 sayımında 110 ermeni 70 müslüman nüfusu (*) olan Horuç köyünden gelin gelen 1939 doğumlu maviş gözlü Ayten teyzenin "kilise var mıydı köyünüzde"  soruma  "Kilise neyin varmış ama ben bilmem, kilise dereleri derler onu bilirim, babam evi aldığında ermeniler gitmişti" deyişini, köyün güzel konaklarından birini kardeşleriyle bölüşerek oturan Mustafa abinin Demiryollarında çalışan, kafasında fesiyle duvarda fotoğrafı olan "Şeker Dede" dedikleri Şakir dedelerinin hikayesini, Vahap abinin anlattığı, Amerika'ya göçen ermenilerden birinin oğlunun, babasının köyüne gelip "bahçede kuyu vardı, dut vardı"derken evi bulup, çocukluk hatıralarının gözünün önünde canlanarak "annem bizi bu kuyunun başında yıkardı" diyerek ağlamasını,  Urartulardan, Romalılardan, Bizanslılardan bahsederek beni şaşkına çeviren 70'lik Semiha teyzenin, 20 yıl önce Sing'e gelen Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesinden bir profesörün yörede  3 bin yıl önce yaşanmış olduğunu kaya yerleşimlerine bakan Kalecik tepesinin de gözetleme yerleri olabileceğini söylediğini, dinledim dinledim.

 

Sing Kemaliye'ye 20 km. uzaklıkta bir köy. Yol bazı yerlerde Fırat'ın kolu Karasu'ya bakan muhteşem manzaralar veriyor.Apçaağa, Yeşilyurt (Hapanos),Toybelen (Gemürkab), Sırakonak (Peğin), Bahçe, Ençiti, Hinge,Ocakköy  benim gezdiğim köyler.  Kemaliye'de bir temsilciliği bulunan Çekül Vakfı "7 Bölge 7 Kent " projesi kapsamında Kemaliye ve köylerinin sivil mimari dokusunun korunması için yıllardır çalışmalar yapıyor. Ayrıca KEMAV (Kemaliye Kültür ve Kalkınma Vakfı)  çalışmalara destek veriyor.

 Bu köyleri gezmek için konaklayacak oteller ve pansiyonlar Kemaliye'de mevcut. Yıllardır düzenlenen Uluslararası Kültür ve Doğa Sporları Şenliklerinin  otuzbirincisi, bu yıl  30 Mayıs - 4 Haziran tarihleri arasında yapılacak.Basında da yer bulan şenliklerde kaya tırmanışı , bisiklet yarışı, yamaç paraşütü gösterisi, cirit oyunu, su sporları, kanyonda gezi, ağaç dikimi, folklör gösterisi, uçurtma şenliği aktiviteleri yapılıyor.

Bu gezimin içinde planladığım komşu illerden Sivas'ın Divriği Camisi gezisini  gerçekleştiremedim ama, Malatya ve ilçesi Arapgir'i gezdim. Yine Malatya'dan İl Turizm Müdürlüğünün düzenlediği, daha önce sadece batışını izlediğim Nemrut'un güneşini,  akşam batırıp  sabah doğurduğum, Süheyla ve benim dışımdakilerin yabancı olduğu  on kişilik  gurupla  iki günlük Nemrut turunu yaptım.

         

 Eğin deyince akla ilk gelenlerden olan 4722 metresi tünel, 3798 metresi yarma yol olan, 130 yılda tamamlanan Taşyolu'nun ancak birkaç kilometresini gidebildim, adeta ürktüm. Fırat'ın sarı bulanık renginin, hızlı akışının, gökyüzünü göstermeyen kayalarının etkisiyle o daracık yolda, şoför arabaya dönüş manevrası yaptırırken arabada oturamadım. Dibinde, Fırat'ın  deli gibi aktığı Karanlık Kanyonunda duvar gibi yükselen kayalarda, 130 sene önce yukarıdan sepetle sarkıtılıp murç, kazma ve barutla yol açmaya başlayan insanların cesaretine şaşarken, bir durup bir devam eden yol çalışmalarına kaynak yaratmak için zamanın Kaymakamının para verenlerin adlarını tünellere verdiğini, 650 metrelik en uzun tünelin adının da Bülent Ecevit olduğunu öğrendim.

         

Sing'te yediğim, Müzeyyen teyzenin yöreye özgü bol reyhanlı ve parça etli içli köftesini,  bildiğimiz tarhanalardan çok farklı, dövme ve yoğurdun topak topak yapılıp kurutulduğu tarhananın,  sulandırılarak yapılan  çorbasını, bulgur ve üzüm pekmezinden yapılan tatlılarını, pestili,  cevizi, avuç avuç yediğim dut kurusunu, ev yapımı leblebiyi, hele hele Ençiti'ye gelin giden Yıldız'ın yeni döndüğü Munzur yaylalarında yapıp getirdiği yoğurdu, peyniri ve balı , Aynur yengeyle saatlerce kırdığımız  İstanbul yolcusu bademleri unutmam mümkün değil.

Ama, Munzur ve Sarıçiçek yaylalarında beslenen hayvanların etlerinin lezzetini Kemaliye'nin birkaç lokantasında  tatmak mümkün. Kemaliye'nin koruma altına alınan evlerini gezerken, 85 yıllık bir aile işletmesi olan Bozkurt Lokantası hem yöresel yemekleri hem hem lezzetli etleriyle bizim de mola yerimizdi.

 
 

*   Kapı tokmakları ile ilgili bu adet Anadolu'da başka yörelerde olduğu gibi, İran'ın
    bazı  şehirlerinde de varmış
*   "Eğin Göçederken"  Mustafa İlhan
*   "XIX.yy.da Eğin"  Doç.Dr. Ahmet Aksın
*   "Taşyolu" Lütfi Özgünaydın
  Kemaliye'deyken alıp okuduğum kitaplar.

Yorumlar