Adriyatik'in Dibinde Oturduğum Ev DUBROVNİK'te




Önce yasemin kokusunu sevdim bu şehrin. Peki, yaseminlerin çiçekte olmadığı bir zamanda orada olsaydım, sevmeyecek miydim? Severdim herhalde, kırmızı alaturka kiremitli çatıları, tertemiz dar sokakları, hepsi aynı cins taştan yapılmış binaları, tabelasız dükkanları ve laciverti göz alan Adriyatik’i seveceğime göre, bu eski şehri sevecektim.

Mostar’dan Dubrovnik’e gelişimiz bulmaca gibiydi. Önce Bosna topraklarından çıkıp Hırvatistan’a girdik, bir saat sürmedi, tekrar Bosna’ya girdik. Bir yarım saat daha ya gittik ya gitmedik, yine Hırvatistan’a girdik.

Hikaye şöyle : Dubrovnik Ragusa iken ve de Venedik çok güçlü bir krallık iken, akıllı Ragusalı idareciler ki bunlara rektör denirmiş, Venediklilerle aralarında bir tampon olsun diye, kıyıdaki bir kısım topraklarını Osmanlılara satarlar. Medeni dünyanın göz yumduğu, Avrupa’nın göbeğindeki son savaş bitip, sıra barış görüşmelerine gelince, Bosnalılar Osmanlılara satılan bu topraklar için bizim hakkımız demiş ve nasıl olmuşsa Adriyatik kıyılarını neredeyse boydan boya sahiplenen Hırvatlar, bir nefeslik (15 km.) kıyı bırakmışlar Bosna’ya. Bir limanı bile olmayan, sadece yazlık evlerin olduğu bu sahil şeridindeki Neum şehrinin hemen karşısı da Hırvatistan’ın uzantısı bir yarımada ile çevrilmiş.
Çok modern bir asma köprüden geçip, devasa yolcu gemilerinin olduğu Dubrovnik’in Gruz Limanı’yla yan yana olan otobüs terminaline gelişimiz, Mostar’dan hareketimizden yaklaşık üçbuçuk saat sonra oldu. Sadece ilk sınır kapısında yarım saat kadar bekledik, sonrakilerden daha çabuk geçtik. Bu arada Bosna topraklarından ayrılırken sınıra yakın bölgelerde, büyük reklam panolarında ‘’Kuzey ve Güney’’ afişleri görmek sürprizdi.
Terminalle eski kentin arası taksiyle on dakika sürmedi. Taksimetreyi açmasını istediğim şoförümüz, aralarında bir karar aldıklarını, fiyatı fiks 10 euro yaptıklarını söyledi. Ben de, önceki bilgilerimden pek farklı olmadığını görünce ses çıkarmadım. Keza dönüşte de aynı miktar istendi. Hırvatistan’da otobüslerde bilet fiyatından ayrı olarak, valiz başına 1 euro alındığı düşünülünce, dört kişi valizlerle 10 euro pek de fazla sayılmazdı.
Dubrovnik’te kaldığımız stüdyo daire, eski kentin iki ana kapısından biri olan Pile Kapısı’na 50 metre mesafede, deniz kıyısındaydı. Bu uzun soluklu seyahatte dört kişiyiz. Daha önce Endülüs’ü beraber gezdiğimiz kuzenim ve eşi de alt katımızdaki dairedeler. Şık ve modern döşenmiş bu dairelerde kahvaltılarda ve evde yemek yediğimizde, komşuculuk oynadığımız keyifli zamanlar geçirdik.
Sabah erkenden eski kentin Gundulica Meydanı’nda kurulan pazara gidip domates salatalık, marketten de kahvaltılıkları, bu arada Hırvatların meşhur Paşki Sir (sir peynir demek zaten, bizim çökeleğin biraz değişiği imiş, bir yerlerde meşhur diye okuyunca ben daha matah bir şey sanmıştım) aldık. Çaylar Türkiye’den, çaydanlıklar Dubrovnik’teki evimizden, pencereden Adriyatik esintileri gelirken Hırvatların leziz şarapları eşliğinde keyifli yemekler yedik.
İlk gün, Büyük ve Küçük Onofrio Çeşmeleri, Fransisken Manastırı ve içindeki Avrupa’nın en eski eczanesi olduğu söylenen müze eczane, Sponza Sarayı, rektörler Sarayı, St.Blaise Kilisesi, Çan kulesinin olduğu 300 metrelik meşhur Stradun caddesi akşam güneşiyle, boydan boya turlandı. Bu cadde çok eskiden bir kanalmış, sonra üzeri kapatılmış. Yangın tehlikesine karşı, bu caddedeki evlerin mutfakları en üst katta olurmuş. Caddenin sonlarında elinde kılıç olan genç bir erkek heykeli var. Özgürlüğü temsil eden ve şehrin koruyucularından Orlando’nun bu heykelinin 51.2 cm.lik dirsek boyu, bir dönem Dubrovnık’liler için ölçü kabul edilmiş.
Rektörler Sarayı, tümü Unesco Dünya Kültür Mirası olan bu eski kentin yıldızlarından. Bu sarayda yaşayan rektör şehrin yöneticisi konumunda olmakla birlikte, her ay değişirmiş. Rektörlerin iktidarı döneminde, etki altında kalmamaları için, aileleri sarayda yaşamazmış. 50 yaşın üzerinde ve bir ailesi olan soylular bu görev için başvuruyor, ikinci kere seçilmeleri için ise iki sene geçmesi gerekiyormuş.


Hırvatistan ada zengini bir ülke, Dubrovnik’te gidilecek bir çok ada var. Elefati Adaları dedikleri Kolocep, Sipan ve Lopud adalarından Kolocep küçük bir ada, Sipan jet sosyetenin de uğrak yeri, Lopud ise sakin bir adaymış.

Miljet Adası, Dubrovnik’e 2.5 saat mesafede, yarısı milli park olan büyük bir ada. Keza çok gitmeyi istediğim Korcula adası ise katedrali, müzesi, surları ile küçük bir Dubrovnik. Gemilerin yaz programı başlamadığı için saatleri bize uymayan, sadece gidişi 4 saat sürecek çok eski hedeflerimden Korcula bu geziye sığamadı.
Dubrovnik’in hemen karşısındaki Lokrum Adası ise yarım saatte bir karşılıklı seferler yapılan, denize girmek için gidilen, birkaç bina dışında yerleşimin olmadığı küçük bir ada. Biz de ada hakkımızı Lokrum adasından yana kullanıp, eski Liman’dan küçük gezinti teknesine bindik ve hem Dubrovnik kıyılarını hem de Lokrum adasının etrafını dolaştık. Batıya bakan tarafında çıplaklığın özgürlüğü de yaşanan adada, daha çok kayalardan atlayarak denize giriliyor. Deniz davetkar. Biz bu işi Banje Plajı’ndan yaptık. Böylece yılın deniz mevsimini Adriyatik sularında açmış olduk.
Tuz üretimi nedeniyle eskiden çok saldırıya uğrayan Dubrovnik’te 1667’de sadece katedral, saray ve birkaç evin ayakta kaldığı çok büyük bir deprem yaşanmış. Napolyon’un da soyup soğana çevirdiği şehir, Fransa’dan sonra Avusturya’nın bir parçası olmuş. Yugoslavya krallığı, Yugoslavya Sosyalist Federasyon Cumhuriyeti derken 1991’de bağımsızlığını ilan etti. Başkenti Zagrep olan yüksek hayat standartına sahip ülke temmuz 2013’ten itibaren Avrupa Birliğinin tam üyesi olacak. Para birimi 2013 mayıs ayı itibarıyla hala kuna ve 1 kuna 7.52 euro olarak işlem görüyor.
Dubrovnik’te yapılacak en güzel etkinlikerden biri de 2 km.lik surların üzerinde yürüyerek, şehri kuşbakışı seyretmek. Birbuçuk saate yakın süren süren bu etkinliği ya sabah erken, ya da daha iyisi akşamüstü güneşin etkisinin azaldığı saatlerde ve ışığın da fotoğraf çekmek için daha uygun olduğu saatlerde yapmak. Göz alan kiremit çatılar, bazen bir pencereden diğerine gerilen iplerde kurumaya bırakılan çamaşırlar, yukarıdan bakınca hoş bir görüntü veren yarım daire şeklindeki Büyük Onofrio çeşmesi, eski limanda tekneler, açıkta bekleyen büyük gemiler, soluklanıp manzarayı içinize sindireceğiniz sur oyukları ve daha neler neler, sadece 90 kuna.
Geçen yıl Küba’da kutlamalrının büyük çoşkusuna eşlik ettiğim 1 Mayıs, bu şehirde de şarkılar danslarla kutlandı. Eski şehrin bir ucundan diğerine her binaya küçük göze hoş gelen bayraklar asıldı. Akşam konserler verildi.
Dubrovnik’te her şey çok ama çok güzeldi.

Yorumlar