11.20 Eminönü, çık tramvayla Sultanahmet’e, Hipodromu boydan boya geçerken, bak Dikilitaş’lara. Sonra yuvarlan Hipodrom’un ovalucundan aşağıya, Cankurtaran’dasın, saat 11.45 ve karşında Ayasofya. Büyüğü değil, bu Küçük Ayasofya. Justianus’la ve sevgili zevcesi Theodora’nın 1500 yılönce yaptırdığı, o zaman adı Sergios Bachos olan yapıya, Osmanlı demiş Küçük Ayasofya.
İzlerini ararken Bizans’ın, caminin sütun başlarının akantur yaprakları ve haçlarında; kızıyorum, kadınları ibadet ederken erkeklerden ayıran cinsiyet ayrımcılarına. Çünkü, 1500 yıl önce de, kadınlar ibadet edermiş, bu üst katta.
Çıktım camiden, geldim Suzi Dilara Sokağa. Kimbilir ne hikayeler yatıyordur adında. Sağda ot bürümüş bir hamam Çardak adında. Ben sola devam, bir sıbyan mektebi var tam karşımda. Nedir derseniz o da, Osmanlı eğitirmiş çocukları camilerin yanındaki bu okullarda. Otururmuş kızlar bir yana, erkekler diğer tarafa. Hocanın bir sopası varmış, uzanırmış en arkada olana da.
Okul varsa, bir de cami vardır yakınlarda. Evet, çık şu kısa yokuşu, işte karşında Sokullu Mehmet Paşa. Yıl 1500’lerse, mimarı elbette ki Sinan usta.
Daracık bir sokaktan geçtim sonra, solumda yangın geçirmiş eski bir konağa baka baka. Geldim Gedikpaşa’ya. En az dört kilise var,bu civarda. İşte sokağın başında bir tane, Aya Kiryaki adı da. Varlığı, Sokullu Cami’nin yapıldığı yıllar olarak tespit edilmiş olsa da, bir çok kez yanmış yapılmış olan bu binanın en son yapılışı 1900’lerin başlarında. Cephesindeki yontu üzüm salkımları, götürdü beni Kapadokya’ya.
Gedikpaşa tiyatrolar semtiymiş zamanında, bir sokağı var Tiyatro Sokağı adı da. Anadolu’nun Ermenilerini yerleştirmiş Fatih Sultan Mehmet Gedikpaşa’ya. İstemeseler de, o demiş ‘’Siz burada otura’’
Üç tane ermeni kilisesi gezdim Surp Harutyun aşağıda,Surp Hovhannes Avedaraniç’le, G.Paşa Ermeni İncil Kilisesi Gedikpaşa Caddesi’nin ara sokaklarında. Surp, aya gibi kutsal anlamına geliyor, bu arada küçük bir hatırlatma.
Döndüm geriye Çifte Gelinler Caddesi’ne. Bir adı da Kadırga Limanı Caddesi olsa gerek, bazı yerlerde öyle yazıyor haritada. Öyle,ya da böyle bulunduğum yer limanmış bir tarihlerde. Çıkarılan batıkları görmüştüm, Arkeoloji Müzesi’ndeki sergide. Bnlerce yıl öncesinden bir sandalet ve altında yazan ‘’İyilikte ve sağlıkta giyin hanımefendi’’ yazısını unutulmaz elbette.
Başımı kaldırıp aynı tarzda yapılmış, uyumlu eski evlere bakıyorum da, ne sesler duymuş, neler görmüş bu duvarlar diyorum, yaşıyor hatıralarla. Çoğu işyeri olmuş zamanla. Rum ve ermeni ayakkabıcı ustası çokmuş Gedikpaşa’da. Mesleğin birçok kelimesi onlardanmış hala daha.
Sonra karşıma çıktı Aya Elpida. Büyük ve gösterişli o da, ama tamiratta. Samsa Sokak, Telli Odalar Sokak yürüyorum, ne kadar çok Afrikalı var buralarda. Molla taşı Sokak ve Sevgi Sokak’tayım şimdi de. Solumda güzel bir bina, önünde Atatürk heykeli, Özel Bezciyan Ermeni İlköğretim Okulu. Bezciyan padişahın yakın arkadaşı, 1800’lerde.
Sevgi Sokak’ta sağda büyük beyaz bina Ermeni Patrikhanesi, karşısında da Meryem Ana Kilisesi. Surp Asdvadzadzin diğer adıyla. Giriyorum, bir kez daha gelmiştim bu kiliseye, bir cenazeye. Yerde halı var, ermeni kiliselerinde. Süslü değil çok, olduğu gibi rum kiliselerinde.
Dönüş yoluna geçmeliyim artık, ‘’Osmanlı’da Şerbet’’ anlatısına yetişeceğim, YESAM Nuriosmaniye, saat 15.00’te. Vakit dar, modern cephesine inat odun ateşinde direnen tarihi bir simitçi fırını var önümde. Gedikpaşa Caddesinden yukarı vurdum yine, bakalım nereye çıkaracak yol beni düşüncesiyle. Çarşıkapı, Çemberlitaş, Nuriosmaniye. Şerbet öncesi sıcak bir çay, 1.5 saat şerbet, şurup, şarab, hoşab. Öğrendim ki hoş’ab Farsça hoş su imiş, olmuş zamanla hoşaf.
Yorumlar
Yorum Gönder