6 Mayıs 2008
Gaucin, ispanyolların Costa del Sol dedikleri Akdeniz sahillerine 29 km. bağlı olduğu Malaga'ya ise 153 km. uzaklıkta eski bir endülüs köyü. Endülüsler,buralarda yaşarken tepeleri tercih edip, evlerini de beyaza boyamışlar. Gaucin de bu beyaz köylerden "Pueblo Blanca" lardan biri.
Köyde, "İşte Endülüs sanatı" dedirtecek bir iz kalmadıysa da,Gaucin'in siluetinini belirleyen Aguila Kalesi X.yy.da, eski bir Roma kalıntısının üzerine araplar tarafından yapılmış.
Araplar ilk kez 700'lü yıllarda Vizigotların hüküm sürdüğü dönemde ispanyol topraklarına gelmiş,Tarık Bin Ziyad bu gelişi gemileri yakarak perçinlemişti.
Abbasilerden kaçan Emevi hanedanından I. Abdurrahman ise 711'de Cordoba'da emirliğini ilan etmiş, sonradan Avrupa rönesansının kaynağı olacak medeniyet ışıldamağa başlamıştı.Çünkü, o yıllarda Avrupa orta çağı yaşarken, Şam ve Bağdat'ın da olduğu topraklar sanatta ve bilimde altın çağlarını yaşıyordu.
Emeviler bu medeniyeti İspanya'ya taşıdılar. 900'lü yılların başında Kordoba kütüphanesinde 600 bin kitap varken, bu tarihten 400 yıl sonra Fransa'nın sahip olduğu ilk kütüphanede sadece 900 cilt kitap vardı.(Kaynak:Endülüs, İş Bankası Yayınları)
Gaucin'e dönersek, Ronda'dan trenle bir saat mesafedeki Gaucin istasyonunda trenden indiğimizde ortalıkta bizden başka kimse yoktu.
Gaucin tren istasyonu
Dağların tepelerinde değil eteklerindeydik. Yürümeye başladık.Siesta zamanıolduğundan sokaklarda kimse yok. Önce bir çeşme gördük. Gaucin'in tanıtım yazılarında 8 gözlü barok bir çeşmeden bahsediyordu, ama bu çeşmenin ne gözü ne de baroklukla alakası vardı.
Sokaklar bizi aşağılarda akan bir dereye doğru indiriyor, bu Gaucin bizim görmek istediğimiz Gaucin'e pek benzemiyordu. Nihayet yaşlı bir teyze gördük, ona derdimizi anlatabileceğimiz anahtar kelime Aguila Kalesiydi.
Cevabı çabuk geldi, elini ötelerdeki dağların tepesine doğru uzatarak "Ooooo, montana,montana" dedi. Yani, burası da Gaucin'di ama, bizimki o dağların tepesinde bir yerlerdeydi.
Etrafta değil taksi bir tek araba yoktu. İstasyonun yakınında bir bar bulduk . Ama şimdi önemli olan ingilizce konuşabileceğimiz birini bulmaktı.Barın içi oldukça loş,solda bir oyun makinesi, üç beş masa,oturan iki genç kız,uzunca bir bar tezgahı, arkasında kiloluca genç bir bayan ve nefis kahve kokusu.
İspanyolların yardımseverliğine burda bizzat tanık olduk. Önce gidip ingilizce konuşan birini,derdimizi anlayınca da "Antonio, Antonio" deyip arabalı bir genç getirdiler. Yol yarım saat sürüyormuş. Tren saatimiz belli olduğundan,dönüşte de bir saat önce gelip bizi alması için Antonio ile anlaşıp, dağdaki Gaucin'e doğru yola çıkıyoruz.
Virajlarından çok doğal güzelliğiyle baş döndüren bir yolculuktan sonra,aşağıdaki köyün tam tersi cıvıl cıvıl bir köye geliyoruz. İlk iş deniz seviyesinden 626 metre yükseklikteki, bir zamanlar kartalların uçtuğu kale.
Kalenin az aşağısında seyir parkından açık havalarda görülebilen Cebelitarık kayası ve Fas'ın Rif Dağlarını biz göremiyoruz.
Gaucin Mezarlığı
XV.yy.da eski bir cami olan San Sebastian Kilisesi, XVII.yy.dan barok stili sekiz gözlü çeşmesi, göz göz bloklar halinde çiçekler içinde mezarlığı,iki oteli, altı restoranı ile daha çok sanatçıların ve başka ülkelerden gelenlerin yerleştiği modern bir dağ köyü olan Gaucin kalabalığı ile beni hayal kırıklığına uğratıyor.( Nüfus 1800 )
Mezarlıktan Aguila Kalesi
Köyün sokakları bazı yerlerde merdivenlerle yukarılara tırmanıyor.Köy sakinlerinin çoğu arabalı. Sadece üç taksisi var. Onların da park yeri belli. Yerde kocaman taksi yazıyor, taksi orada değilse, tabeladaki numarayı arıyorsunuz, geliyor. Tabi, ispanyolca biliyorsanız. Nerden biliyorsun derseniz?
Telaşlı kuzenim, ya Antonio gelmezse, treni kaçırırsak, Ronda'daki güzel evimize (otelimize) dönemez oralarda kalırsak endişesiyle bana yerdeki telefon numarasını arattırıyor.Ben ingilizce,telefondaki ispanyolca ikimiz de konuşuyoruz. Aradan onbeş dakika geçip, bu küçücük köyde trafik de olmayacağından(!) taksi gelmeyince kuzen yine telaşlanıyor.
Yine ispanyol yardımı yetişiyor. Derdimizi anlatmaya çalıştığımız ispanyol, tesadüfen oradan geçen ingilizce bilen bir ispanyolu çeviriyor. Taksi telefonla aranıyor,şoförün şehir dışında yolda olduğu,onbeş dakikaya kadar geleceği bize bildiriliyor.Ve biz tren saatinden bir saat önce aşağıdaki Gaucin'e dönüyoruz.
Aşağı Gaucin'de;
Doğum günü hediyem bir demet kırçiçeğiydi.
Treni beklerken,istasyonun karşısında kocaman bir tabak kalamar atıştırmıştık, nefisti.
Biz dere kenarında dolaşırken Antonio bizi almak üzere dağ yoluna doğru yönelmişti.Durdurup, dilimiz döndüğünce özür diledik.
Ve trene binip,Ronda'daki evimize döndük.
Gaucin, ispanyolların Costa del Sol dedikleri Akdeniz sahillerine 29 km. bağlı olduğu Malaga'ya ise 153 km. uzaklıkta eski bir endülüs köyü. Endülüsler,buralarda yaşarken tepeleri tercih edip, evlerini de beyaza boyamışlar. Gaucin de bu beyaz köylerden "Pueblo Blanca" lardan biri.
Köyde, "İşte Endülüs sanatı" dedirtecek bir iz kalmadıysa da,Gaucin'in siluetinini belirleyen Aguila Kalesi X.yy.da, eski bir Roma kalıntısının üzerine araplar tarafından yapılmış.
Araplar ilk kez 700'lü yıllarda Vizigotların hüküm sürdüğü dönemde ispanyol topraklarına gelmiş,Tarık Bin Ziyad bu gelişi gemileri yakarak perçinlemişti.
Abbasilerden kaçan Emevi hanedanından I. Abdurrahman ise 711'de Cordoba'da emirliğini ilan etmiş, sonradan Avrupa rönesansının kaynağı olacak medeniyet ışıldamağa başlamıştı.Çünkü, o yıllarda Avrupa orta çağı yaşarken, Şam ve Bağdat'ın da olduğu topraklar sanatta ve bilimde altın çağlarını yaşıyordu.
Emeviler bu medeniyeti İspanya'ya taşıdılar. 900'lü yılların başında Kordoba kütüphanesinde 600 bin kitap varken, bu tarihten 400 yıl sonra Fransa'nın sahip olduğu ilk kütüphanede sadece 900 cilt kitap vardı.(Kaynak:Endülüs, İş Bankası Yayınları)
Gaucin'e dönersek, Ronda'dan trenle bir saat mesafedeki Gaucin istasyonunda trenden indiğimizde ortalıkta bizden başka kimse yoktu.
Gaucin tren istasyonu
Dağların tepelerinde değil eteklerindeydik. Yürümeye başladık.Siesta zamanıolduğundan sokaklarda kimse yok. Önce bir çeşme gördük. Gaucin'in tanıtım yazılarında 8 gözlü barok bir çeşmeden bahsediyordu, ama bu çeşmenin ne gözü ne de baroklukla alakası vardı.
Sokaklar bizi aşağılarda akan bir dereye doğru indiriyor, bu Gaucin bizim görmek istediğimiz Gaucin'e pek benzemiyordu. Nihayet yaşlı bir teyze gördük, ona derdimizi anlatabileceğimiz anahtar kelime Aguila Kalesiydi.
Cevabı çabuk geldi, elini ötelerdeki dağların tepesine doğru uzatarak "Ooooo, montana,montana" dedi. Yani, burası da Gaucin'di ama, bizimki o dağların tepesinde bir yerlerdeydi.
Etrafta değil taksi bir tek araba yoktu. İstasyonun yakınında bir bar bulduk . Ama şimdi önemli olan ingilizce konuşabileceğimiz birini bulmaktı.Barın içi oldukça loş,solda bir oyun makinesi, üç beş masa,oturan iki genç kız,uzunca bir bar tezgahı, arkasında kiloluca genç bir bayan ve nefis kahve kokusu.
İspanyolların yardımseverliğine burda bizzat tanık olduk. Önce gidip ingilizce konuşan birini,derdimizi anlayınca da "Antonio, Antonio" deyip arabalı bir genç getirdiler. Yol yarım saat sürüyormuş. Tren saatimiz belli olduğundan,dönüşte de bir saat önce gelip bizi alması için Antonio ile anlaşıp, dağdaki Gaucin'e doğru yola çıkıyoruz.
Virajlarından çok doğal güzelliğiyle baş döndüren bir yolculuktan sonra,aşağıdaki köyün tam tersi cıvıl cıvıl bir köye geliyoruz. İlk iş deniz seviyesinden 626 metre yükseklikteki, bir zamanlar kartalların uçtuğu kale.
Kalenin az aşağısında seyir parkından açık havalarda görülebilen Cebelitarık kayası ve Fas'ın Rif Dağlarını biz göremiyoruz.
Gaucin Mezarlığı
XV.yy.da eski bir cami olan San Sebastian Kilisesi, XVII.yy.dan barok stili sekiz gözlü çeşmesi, göz göz bloklar halinde çiçekler içinde mezarlığı,iki oteli, altı restoranı ile daha çok sanatçıların ve başka ülkelerden gelenlerin yerleştiği modern bir dağ köyü olan Gaucin kalabalığı ile beni hayal kırıklığına uğratıyor.( Nüfus 1800 )
Mezarlıktan Aguila Kalesi
Köyün sokakları bazı yerlerde merdivenlerle yukarılara tırmanıyor.Köy sakinlerinin çoğu arabalı. Sadece üç taksisi var. Onların da park yeri belli. Yerde kocaman taksi yazıyor, taksi orada değilse, tabeladaki numarayı arıyorsunuz, geliyor. Tabi, ispanyolca biliyorsanız. Nerden biliyorsun derseniz?
Telaşlı kuzenim, ya Antonio gelmezse, treni kaçırırsak, Ronda'daki güzel evimize (otelimize) dönemez oralarda kalırsak endişesiyle bana yerdeki telefon numarasını arattırıyor.Ben ingilizce,telefondaki ispanyolca ikimiz de konuşuyoruz. Aradan onbeş dakika geçip, bu küçücük köyde trafik de olmayacağından(!) taksi gelmeyince kuzen yine telaşlanıyor.
Yine ispanyol yardımı yetişiyor. Derdimizi anlatmaya çalıştığımız ispanyol, tesadüfen oradan geçen ingilizce bilen bir ispanyolu çeviriyor. Taksi telefonla aranıyor,şoförün şehir dışında yolda olduğu,onbeş dakikaya kadar geleceği bize bildiriliyor.Ve biz tren saatinden bir saat önce aşağıdaki Gaucin'e dönüyoruz.
Aşağı Gaucin'de;
Doğum günü hediyem bir demet kırçiçeğiydi.
Treni beklerken,istasyonun karşısında kocaman bir tabak kalamar atıştırmıştık, nefisti.
Biz dere kenarında dolaşırken Antonio bizi almak üzere dağ yoluna doğru yönelmişti.Durdurup, dilimiz döndüğünce özür diledik.
Ve trene binip,Ronda'daki evimize döndük.
Yorumlar
Yorum Gönder