AĞUSTOSTA RAPSODİ (3)
Rüzgar, önce Bizans'tan esti. Savurdu bizi Osmanlı'nın kapısına. Has Ahırlardayız şimdi, Topkapı Sarayı'nda. ''Harem i Hümayun : Padişah Evi Sergisi'' nin olduğu salonlar, padişahın değerli atlarının tutulduğu yermiş bir zamanlar. Serginin birinci bölümünde gravür ve minyatürlerle harem nasıl inşa edilmiş; ikinci bölümde haremağaları, kethüdalar, cariyeler, velhasıl teşkilatta kim kimden önce gelirmiş, üçüncü bölümde ise sultanlar ne giyermiş, ne yer ne içermiş, elmas taşlı olmazsa fincanı, kahve boğazından geçmez miymiş.
Şaşırdım, bazı valde sultanlar günde 3000 akçe maaş alırmış. Hürrem, valde sultan olmadan da 3000 almış. Bir de mektubu var sergide, demiş ki seferdeki Süleyman'a mektubunun bir yerinde ''Sultanım, iki gözüm ne gecem gece, ne gündüzüm gündüz , sohbetinden ayrı düşünce. Gece ve gündüz niyaz ederim. Halim ne dil ile ikrar, ne de kalem ile tahrir olunur. Unutulmaktan korkarım da, zafer haberlerinin duyulmasından memnun olurum. Kılıcın üstün olup, düşmanların kahrolsun, hep hayırlı haberlerleriniz işitilsin diye dua ederim.'' Mektubun sonunda da iki satırla hem Damat İbrahim Paşa'ya selam yollamış, hem de Mihrimah Sultan'ın selamını iletmiş. "Paşaya selam ederiz. Cariyeniz dahi eyu, hoş. Mübarek yaşmağınıza sürer yüz." demiş ve mektubu bitirmiş.
Serginin son bölümünde de haremde günlük yaşantı nasıl geçer, en taşlı ağızlık kimin, küçük şehzadeler nasıl ata biner. Merak edenler, ister bu sergiyi 15 ekime kadar kendileri gezer, isterlerse sarayın kapalı olduğu salı günleri, Antonina Turizmin seminer de içeren turlarına iştirak eder(*)
Ama biz yolumuza, sarayın birinci avlusundan Darphane Binaları ve Arkeoloji Müzesine doğru açılan kapısından devam ediyoruz
Güzel bir bahçe ağaçlar altında, orada
yazısını okuyamadığım taş
okuyamayınca harflarini çizdiğim bir kağıda.
Sağımızdaki masada konuşmalar İspanyolca, soldakinde İtalyanca.
Gülhane Parkı aşağılarda
Yiyecek birşeyler söylüyoruz ve varıyoruz, tarihi böylesine zengin topraklarda
üzerinde cam olan antik bir masada, sohbetin alasına.

Bu arada güzel bir haber vermek istiyorum, Kültür Bakanı demiş ki; Arkeoloji Müzesini genişleteceğiz. Darphane Binalarını da müzeye dahil edeceğiz. Ben bakanın yalancısıyım, bilemem. Ama olursa demektir ki, depolardan daha çok tarih, gün ışığına çıkacak.
Müzenin birinci katında en sol kapıdan giriyoruz içeri. Niyetimiz sindire sindire, özellikle de Bizans bölümleri. Niyet öyle de, fena takılıyoruz lahitlere. Ölümü değil yaşamın renklerini anlatıyor ustalar üzerlerinde. Av sahneleri, yemek davetleri, bazılarında ağlıyor kadınlar ellerinde elbiselerinin bir uçları.

Ve duvarları şarap rengi loş ve geniş koridorda Bakırköy'de çıkarılan bir lahdi geçiyoruz. Cam fanusun içindeki Afrodit'e selam verip, Sapho'yla konuşuyoruz. ''Hey Sapho, adandaydım bir ay önce. Çok değişmemiş merak etme. Yine yemyeşil çamlar, kestaneler, cevizler, belli ki hala nehirler akıyor toprağın altında. Seni biraz üzdüler ama, sayende turizm yolunda adanda.'' Nehir tanrısı Okeanos tam karşıda. Yosun sakallarına çok takılmadan, geçiyoruz 1000 yıl bu topraklarda yaşayan Bizans'tan kalanlara.
500'lü yıllarda Doğu Roma sınırları, sanki 1500'lerdeki Osmanlı. Bir ucu Kafkasya bir ucu Afrika, ama fazladan bir de Roma. Granit bir kilise kürsüsü, Büyük Sarayın mozayik döşemesi, iyi çoban İsa heykeli, ünlü araba yarışçısı Porfhyrius'un hipodromda dikilen heykelinin kaidesi, kurt başlı aslan vücutlu tavus kuşu kuyruklu kanatlı simurg kabartmaları, sikkeler, kupalar, bir mezar içinde bırakılanlar, taslar, sütunlar, heykeller ve işte Azize Eudokia, renkli taşlarla süslenmiş bir ikonada.

Üst katta İstanbul var, Bakırköy'den Bostancı'ya. Sultanahmet'ten Burmalı Sütunu'nun üç yılanından birinin başı, Lips Manastırı'nın seramik süsü, Pantokrator'un vitrayları, mezar taşları, sütun başları, Bizans kadınlarının takıları, Samatya'da bulunan imparator heykeli, Edirnekapı'da Kariye'nin süsleri, Altıyol'da zamanının küpleri, Yeldeğirmeni'nden mezar taşları. Her gidişimde hayran olduğum renkli taşlarından birkaçı kalmış saray sütunları, şehrin hanımefendilerinin heykelleri.

Saat yediye gelirken yavaş yavaş boşaltılıyor müze. Bahçede bir banka oturup bakıyoruz bu kez Osman Hamdi sayesinde kurulan bu muhteşem esere. Bu şehirde doğan levanten Mimar Valluary, ''Ağlayan Kadınlar'' lahdinden esinlenerek yapmış bu binayı. Biliyor musunuz neler yapmış daha, kıymetini bilmediğimiz bu güzel şehre? Biri Güzel Sanatlar Akademisi o zamanki Sanayii Nefise, i Büyükada'da Rum Yetimhanesi, eski Osmanlı Bankası yani Salt Galata, Haydarpaşa Lisesi bizim yakada, İstanbul Erkek Lisesi Cağaloğlu'nda. Durun bitmedi Pera Palas ve Emek Sinemasının binası da Beyoğlu'nda.

Evet, ağustosta rapsodi Gülhane Parkı'nda ağaçların hışıltısı, ordan oraya koşuşturan çocukların çığıltısı ile denize doğru ilerleyerek devam ediyor. Hava da yavaş yavaş gün batımı pozisyonu alıyor. Ben Arzu ve Gülçin'e Sirkeci Garı'nın eski binasının güzelliğini de göstermek istiyorum. Bir de içeriye göz atalım diyorum. Yolcu bekleme salonundan giriyoruz içeriye. Bizi bir sürpriz beklemekte. İki dakika sonra, Sema Gösterisi başlamakta.

(*) Eylül ayının 4,11, 18 ve 25'inde (2012) Topkapı Sarayı Müzesi Seminer Salonunda ''Harem i Hümayun-Padişah Evi'' sergisi ile bağlantılı öğretim görevlilerinin verecekleri seminerler olduğunu internette görünce, ilgili numaraları aradım. Seminerleri Antonina Turizm, sarayın kapalı olduğu salı günleri rehber eşliğinde Harem gezisi, seminer, sergi gezisi olarak düzenlemiş. 100TL



Yorumlar