Krakow'da kalacağımız ev Szlak Sokak'taydı. Gitmeden, merak salıp, beş tane sessiz harfin bile yan yana geldiği Lehçenin alfabesine bakıp, ana hatlarıyla bu dil nasıl konuşulur araştırmasına girince, Sızalak Sızalak deyip durduğum sokağın, Şlak diye kolayca okunduğunu öğreniyorum.
Varşova'dan Krakow'a gelişimiz yaklaşık üç saatlik bir tren yolculuğu. Yolculuğumuzu internet hizmeti ve bir içecek ikramı da olan ikinci sınıf biletle yapıyoruz. Krakow'da yeni gar binası Galeria Krakowska adlı alışveriş merkeziyle bağlntılı. Eski gar binasının güzel havasını ancak dışarıya çıkınca görebiliyorsunuz, kullanılmıyor.
Bizim Szlak Sokak'taki evimiz gara yürüme mesafesinde olduğundan, tekerlekli valizlerimizi çekiştirerekten, sağa doğru yürüyoruz. Canlı bir şehir, sarışın kızlar hoş, tramvaylar gelip gidiyor, kiliseler oldukça çok, hava da hafiften serin. Bir açıyor, bir kapıyor, şemsiyeli olmakta fayda var.
Valizleri bırakıp atıyoruz kendimizi Krakow'un eski kentine. İkinci Dünya Savaşı'nda bombalanmamış bir şehir Krakow. Yani Varşova gibi yeniden yapılmamış, her şey orijinal.
Gardan eve yürüdüğümüz yeni binaların olduğu sokağa paralel, yaşı üç rakamlı binalardan oluşan sokak boyunca yürüyüp eski kente giriyoruz. Her yer turist dolu, renk renk alımlı tarihi binalar, biribirine açılan dik açılı sokaklar ve koskoca bir meydan. İnsanı ürkütmeyen beton yığını değil, bilakis çarşısı, kilisesi, faytonları, çalgıcıları, akrobatları, mimcileri ile insanın içini ısıtan Avrupa'nın en büyük meydanlarından biri.
St. Mary Kilisesi'nin iki kulesi biribirinden farklı tarzlarda, iki kardeş yapmış. Hikayesi var tabii ki, kral küçük kardeşin yaptığı kuleyi daha çok beğenmiş, büyük kardeş kıskançlıktan küçük kardeşi bıçaklayarak öldürmüş, bıçak da meydandaki çarşının duvarına asılıymış.
Bir başka hikayesi daha var kilisenin. Kralın şehre girişlerinde kuleden trompet çalınırmış. Bir gün yine trompet çalıyorken, ezgi yarım kalmış. Ama bu çalışın kralın gelişi ile bir ilgisi yokmuş, şehre yaklaşan Moğolları haber vermek içinmis.Ancak okla vurulunca trompetçi, ezgi kesilmiş. İşte o günleri hatırlatırcasına her saat başı trompet çalarken, ezgi pat diye kesiliveriyor hala. Benzer hikayeler vardır Avrupa şehirlerinde, mesela Prag'da.
Meydanı geçiyoruz ama faytonlara binmesek de, atların bakımlılığına, süslerine, faytoncuların folklorik giysilerine, bir çoğunun yanlarında oturan, yine tarihi giysiler içinde, gayet ciddi kızlara, kente nasıl renk kattıklarına hayran oluyoruz.
Wawel Kalesine doğru yola devam, kaleye çıkmayacağız ama, sokağın ucundaki On İki Havariler ya da bilinen adıyla St. Peter and Paul Kilisesi'ne kadar yürüyoruz. Son günümüzde bu kilisede beş kişilik bir oda orkestrasından Bach, Chopin, Vivaldi ziyafetiyle gezimizi renklendireceğiz.
Ve hava karamaya başlarken aniden bastıran yağmurla, önümüze ilk çıkan cafenin bahçesindeki güneş şemsiyesinin altına dalıyoruz. Sağolsun İspanyol kardeşler bize yer açıyorlar. Yarım saate yakın süren yağmurun hafiflemesiyle Szlak Sokağın yolunu tutuyoruz.
TEM.2019
Yorumlar
Yorum Gönder