KARTPOSTAL GİBİ SEMT : KUZGUNCUK

                                                                           

Neresinden başlasam, öyle güzel ki. İki yanı ağaçlı İcadiye Caddesi'nin başından mı, yoksa yukarıdan aşağı gecekondumsu evlerin arasından geçip geldiğim, Tenekeci Musa Sokak'tan mı? Yoksa, deniz kenarında İsmet Baba'nın yanından mı?
Delikoç Sokağından başlayayım ben, ortalardan. O evde yaşananların ve de yaşayanların hikayesinden. Deli gibi okuduğum yılların yazarı, Sevim Burak'ın evinin sokağından. Öyle değişik yazar ki öykülerini, anlamak biraz da bilmeyi gerektirir yaşamını, yazış tarzını.
Kelimeleri ya da paragrafları yazar, toplu iğnelerle perdelere tutuşturur, sonra bu buraya, bu şuraya diye, öyküyü oluşturur. Beyoğlu Olgunlaştırma Enstitüsü'nde mankenlik, sonra Sıraselviler'de butik açmıştır Burak. Toplu iğne hayatında önemli rol oynar.
Delikoç Sokak'taki ev, büyükannesi ve büyükbabasının yanında yirmi bir yaşına kadar yaşadığı evdir, öykülerini biriktirdiği. Yahudi olan annesi, ailesiyle Bulgaristan'dan göçmen gelip yerleştiklerinde Kuzguncuk'a, kalbini kaptırır bir kaptana. İkisinin ailesi de karşıdır bu evliliğe başlarda.
Kaptan karısıyla bir yıl Zonguldak'ta gemide yaşar. Sonra Ortaköy'e yerleşirler. Sevim Burak orada doğar, ikinci çocuğudur ailenin. Buzlar erir, kaptan küçük ailesiyle Kuzguncuk'a, Delikoç Sokağı'ndaki konağa yerleşir.
Anne Müslüman olmuştur ama, bir türlü düzeltemediği aksanı alay konusu olur, üzer Sevim'i. Sonra anne ölür, beş altı ay sonra baba da. Büyükanne ve büyükbabayla, ve hep yaşlı insanlarla geçen yıllar, on altı yaşındaki ilk evlilikle biter.
Orhan Borar, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasında baş kemancıdır, iyi yürümeyen bir evlilik, sonra ilk çocuk. Peyami Safa'yla edebiyatla karışık ilişki, kıl payı kaçırılan edebiyat ödülleri, yazmaktan vaz geçmek vardır sırada.
Resim dünyasından Ömer Uluç'la ikinci evlilik, çocukluktan başlayan kalp rahatsızlığı, ameliyatlar, ikinci çocuk, yine boşanma. Yine yazma. Tekrar ameliyatlar ameliyatlar derken, 31 Aralık 1983'te Haseki Hastanesi'nde eeli iki yaşında hayata veda. Yanık Saraylar, ne çok anlatır fonda Kuzguncuk'u ve kendi insanlarını.
Onun çocukken kestirmeden yaptığını, ben, adı eskiden Bozacı Misak Boyacıyan olan gerçekten de o zaman bir bozacının yaşadığı Bozacı Sokak'tan, sonra Simitçi Tahir Sokak'tan yokuş aşağı inerek yapıyorum, Kuzguncuk Bostanı'na inerken. Birbirinden güzel renklere boyanmış, ahşap evlerin arasından geçip, giriyorum bostana.
İlya'nın Bostanı imiş zamanında; 70'lerde okul ve hastane yapmak üzere el konuyor araziye. Kuzguncuk ayağa kalkıyor, şimdi hala bostan. İstanbul'da kaç tane kaldıysa. Biri Yedikule surlarının dibinde, yakın zamanda tesadüf ettim geçerken. Tezgah kurulmuş bostanın kenarına, seslendim geldi. Taze koparılmış mallarından, doldurdum torbamı.
İlya'nın Bostanı şimdi parsel parsel Kuzguncukluların emrinde, muhtarlık kiralıyor, kurayla isteyenlere. Hep düşünmüşümdür, semtim Yeldeğirmeni'nde bir kaç tane kalmış olsa da boş arsalara, neden bu yöntemle, hobi bahçesi yapılmaz diye?
Şimdi, bostandaysak İcadiye Caddesi'ne çıktığımızda karşımızda Ayios Pantaleon Rum kilisesi. Biraz yukarıda Yukarı Sinagog ya da Kal de Ariva. Bir yanı bakar Tenekeci Musa Sokağa. Mutlaka yaşamıştır orada, bir tenekeci Musa. Denize yürürsek Bet Yakoov ya da Kal de Abaşo yani Aşağı Sinagog. Hemen yanında Surp Krikor Lusaroviç Ermeni kilisesi, hemen yanında Kuzguncuk Camisi. Neden mi böyle, hepsi iç içe?
On dokuzuncu yüzyılın sonunda, üç bin altı yüz musevi, iki bin yedi yüz dokuz ermeni, bin seksen beş rum ve iki yüz otuz müslüman var bu semtte. Musevilerin kökeni, İspanya'dan sürülüp, Osmanlının Kuzguncuk'a yerleştirmesine dayalı. Yani köken, on beşinci yüzyılda. Daha önce eskileri varsa da, şu andaki Sinagog ve kilise binaları da aynı yaşlarda.
Semtteki ilk cami, geçtiğimiz günlerde, bir kendini bilmezin kapısındaki haçı kırdığı kilisenin, 1950'lerde kendi arazisinden verdiği arsa üzerinde. Boğaz yolunda göze çarpar, ikisi yan yana, çok azdır başka yerlerde.
Bican Efendi Sokağının başında şimdi Refika'nın Mutfağı'nı da barındıran, 1923 yapımı güzel Simotas Binası. Yürüyelim 1930'dan önceki eski adıyla Biyican Efendi Sokakta, sağlı sollu eski binalar arasında, sağda Bamyacı Sokak'ta merdivenler, doğal plato olmuş fotoğraf severlere.
Ama güzelim tarihi ahşap evlerin sahipleri bıkıp, yazı asmış kapı önlerine.''Burada fotoğraf çektiren çiftler ayrılıyor'' diye. Biz ayrılmayalım, merdivenlerden inip Tahtalı Bostan Sokağın, küçük şirin bahçeleri de olan evlerini görelim diye.
İcadiye Caddesi'nden ilerleyelim yine, Bereketli Sokağın başında tam köşede, oval cepheli bina, saray mimarları Balyan'ların yaptıklarından. Berber Muzaffer'miş geçmişte, önündeki çınar da buluşma yeri. Şimdi keyifli bir kitabevi kafe.
Caddenin karşısına geçip, dalalım Üryanizade Sokağa, oradan da Perihan Abla Sokağa. Evler, sahiplerinin zevklerini yansıtıyor, aslına uygun restorasyon tarzlarında. Ünlü mimar Cengiz Bektaş el atmış kendisinin de yaşadığı bu köye. Yaşamış deyince, Can Yücel Datça'ya gönül vermeden, gönül vermiş buraya. Rıfat Ilgaz, Uğur Yücel, İnci Çayırlı, Oktay Rifat en başta yazmıştm Sevim Burak Kuzguncuk'u mekan tutanlardan.
Acıktık, susadık ya da yorulduk mu, mola yeri seçmede şaşırırız İcadiye Caddesi'nde. Birinde karar verip oturunca, bir ev, iki hikayem daha var anlatacak size. Hala, anlat derdini Marko Paşa'ya, diyenler vardır, değil mi?
İşte, o Marko Paşa da Kuzguncuklu. Ege adalarından birinde doğup,ailesiyle istanbul'a gelmiş, askeri tıbbıyeyeyi başarıyla bitirip, klinik şefi olmuş. Kısa sürede hekimliği nam salarken, hem Abdülaziz'in baş tabibliğine, hem de paşa ünvanı verilen ilk doktor olma mertebelerine erişmiş.
Kaderinde Abdülaziz'in şüpheli ölümününden sonra hazırlanan rapora imza atmak da vardır sonra. ''Bize gösterilen makas, bu yarayı açabilir'' yuvarlak cümlesinin fikir babasının da o olduğu söylenir rivayetlerde. Neden mi?
Çünkü ''Anlat derdini Marko Paşa'ya'' lafının, yüz seneyi geçkin zamandır hala dillerde olmasının ardında, Marko Paşa'nın, insanları sabırla dinleyip dinleyip, cümleleri tekrarlatıp tekrarlatıp, sonunda konuyu başka yerlere çekerek, dertlere derman olmasa da, anlatanın rahatlamasını sağlamak gibi bir yeteneği varmış.
Şimdi hala, boşa olsa da, bir yere varılmayacak olsa da ''Anlat da rahatla'' anlamında, anmıyor muyuz, Marko Paşa'yı? Bu arada unutmadan, Kızılay'ın kökeni olan, Hilal i Ahmer'in kurucularından olduğunu yazmadan geçmeyelim paşayı.
İşte bu Marko Paşa'nın şimdi Kuzguncuk İlkokulu olan evi, Sevim Burak'ın evinin olduğu Delikoç Sokağından biraz yürüyüp geleceğimiz Baba Nakkaş sokağında, sola denize doğru yürüdüğümüzde çıkar karşımıza. Tam köşededir, yanlız benim o evle ilgili hikayelerim bitmemiştir daha.
Bir 19. yüzyıl yapısı olan konak, paşa öldükten sonra satılır. Kime mi, yine bir paşaya. Osmanlının son yıllarında, Kuvayi Milliye ordusunu yok etmek için kurulan Hilafet Ordusunun komutanı olduğundan, 150'likler listesinde, sürgündedir, evi alan mimli Süleyman Seyfi Paşa. Evli çoluk çocukludur ama, kaptırır gönlünü, Yemen'e tayin edlldiğinde güzel bir Yahudi dansöze, evlenir, ondan da kızları olur. Mısır'a göçer. Osmanlı bitmiş, ama o sürgün yemiştir, dönemez memlekete.
Hicaz'da iş bulur, bu kez oraya göçer, ama Raşel bu tutucu ortama pek tutunamaz. İşte o zaman, paşanın gıyabında Marko Paşa'nın konağı satın alınır. Raşel kızlarıyla bu otuz odalı konağa yerleşir. Zamanla para sıkıntısı çekilmeye başlanır. Kızlar güzeldir de, on dört yaşında daha küçük olan Belkıs çok güzeldir. Yüzünde bir de beni vardır.
Annesi evlenmesi için onu teşvik ettiğinde, o, ''neden ablam değil de ben'' diye diretir. Anne ''Erkekler güzel kadınları sever'' der ve Benli Belkıs ilk evliliğini Bursalı bir tütün tüccarı ile yapar. Kısa sürede sosyeteye girer, sanatın, siyasetin hatta casuslukların bile içinde olduğu, roman gibi bir hayatın içinde dört evlilik daha yapar.
Kendi adıma bugün bile, benli birini gördüğümde aklıma bilinç altı gelen bir isimdir Benli Belkıs, ama kim olduğunu bilmeden. Kuzguncuk'un ve Marko Paşa'nın peşine düşüp karşıma çıkıverince, artık altı boş değil Benli Belkıs'ın.
Neyse, konak 1937'de okul yapılmak üzere bakanlıkça satın alınır. Ne yazık ki pencerelerden, içerdeki bölmelere bir çok değişiklikler yapılarak özgün formunu yitirir. Bahçesi Boğaz manzaralı harika bir panaroma veren konaktan denize doğru devam edip sola dönersek, daha önce bahsettiğim kilise cami komşuluğu karşımıza çıkar. Biraz daha yürürsek deniz kenarında güzel bir dinlenme yeri Çınaraltı, yanında, kapıdaki müdavimlerin fotoğraflarına bakarak bile yarım saat geçirilebilecek, eski bir meyhane İsmet Baba. Artık çalışmayan Kuzguncuk İskelesi, hepsi yan yana.
Çok uzun hikayeleri olan yalıları saymıyorum bile. Ama en ünlüleri arkasında şimdi park olan Fethi Paşa korusuyla, Ahmet Fethi Paşa Yalısı semti süsler. Onları da ne yazık ki ancak, denizden Boğaz turu yaparak görebilmek bizlere düşer.
KAŞ / Hzrn. 2020




Yorumlar