TOPHANE'Yİ NE KADAR TANIYORUZ?



16 Ocak 2013
Eski dergileri karıştırırken, Toplumsal Tarih dergisinin beş altı yıl önceki bir sayısının ''Osmanlı basınında yüz yıl önce bu ay'' bölümünde, aralık 1904'te Sabah Gazetesi'nden alıntı bir haber, hem haber olarak, hem kullanılan bazı kelimelerle epey güldürdü beni. Olayın geçtiği bölgeyi iyi biliyordum ve bugün olması halindeki manzara gözümün önünde canlanmıştı. Haber şöyleydi:
''Dünkü gün Tophane civarında ahaliden bazılarını korkutacak, bazılarını da güldürecek bir hadise vuku bulmuştur: Papaz oğlu Soturaki'nin Tophane'deki ahırlarında bulunan sığırlarından biri dün saat yedibuçuk raddelerinde çoban Yani'nin marifetiyle, yine o civardaki selh-haneye (salhaneye) naklonur iken, başını bir defa silkince, çobanın elindeki ipi kopardıktan sonra, büyük caddeyi takip ederek Tophane tarafındaki Salıpazarı'na doğru kaçmaya başlamıştır.
Şu halden mütedehhiş (yılgın) olan marrin ve abirin (gelen geçen) öteye beriye kaçtıkça, hayvan bir kat daha ürkmüş olduğundan artık önüne gelen maniaya çarpıp yere sermeye başlamış, bu sırada bir bakkalın tezgahındaki ekmekle peynirler, bir şekercinin tablasındaki şekerler üfteda-i zemini-fena olduğundan yağma-giran kilab (yağmacı köpekler) üşüşüp, onlar arasında da bir av'ave ve müsademe-i müthişe (havlama ve müthiş bir çekişme) başlamıştır.
Hayvan bir aralık doğru yoldan saparak açık bulduğu bir hanenin kapısından bila perva içeriye dalmış ise de hane halkının telaş ve vaveylasından ürkerek tekrar avdetle kapıdan çıkıp, bu defa Kilise Sokağına gider iken etraftan yetişen memurin-i zabıtanın attıkları alat-ı cariha (yaralayıcı aletler) tesiriyle yaralanarak yere düşmüş, bu sırada yetişen sahibi de hayvanı sımsıkı bağladıktan sonra sürüye sürüye içine girmek istemediği selh-haneye götürmüştür.''
Maalesef sığır akibetinden kurtulamadı ama, bana bir Tophane yazısı yazdırmaya aracı oldu. Çalışma hayatımın büyük bir bölümü o bölgede geçtiği, hatta meşhur Galataport Projesi çalışmalarının da bir dönem içinde bulunduğumdan ve de bulunduğum yerleri ve tarihçelerini hep merak etmiş bir gezgin olduğumdan, bölgeyi oldukça iyi tanıdığımı söyleyebilirim.
Uzun yıllar iş yerimdeki pencereden son kırıntıları kalmış Galata surlarına baktım. O duvarlar, bazen evsizlere yatacak yer , bazen film çevirenlere set oldu. Ama o duvarlar, hiç bir zaman ''İstanbul'un hafızası kaybolmasın'' diye korumaya alınmadı, kaderine bırakıldı.
Bölgenin görkemli yapılarından biri olan Tophane-i Amire, Fatih zamanında top dökülen kışlanın idari binası iken, günümüzde savaşlar artık Hawk füzeleriyle yapıldığından, Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinin bir ünitesi, aynı zamanda bir sergi ve gösteri merkezi.
Tophane-i Amire Binasıyla aynı sırada, yıkık dökük Galata duvar kalıntıları devam ederken, karşısında Kılıç Ali Paşa Cami, Tophane Çeşmesi, Tophane Kasrı, Nusretiye Cami ve caminin arkasında kaldığı için görünmeyen eski Tophane Kışlasının Saat Kulesi sıralanır.
Karaköy'de başlayan Meclisi Mebusan Caddesinin genişletme çalışmalarında, bölgedeki birçok tarihi bina yıkılıp, bazılarının da duvarları içeriye çekilmiş. Kılıç Ali Paşa Caminin avlu duvarları gibi. Hatta, cadde üzerinden komple geriye çekilen, Surp Krikor Lusaroviç Kilisesi gibi.
Tophane Çeşmesi, duvarları vazolarda çiçekler ve meyvelerle süslü güzel bir meydan çeşmesi. Geniş saçaklı, oldukça estetik bu çeşmeye, 90'lı yıllardaki restorasyonda altın varak süslemeler de yapılarak, yeniden su da verilmiş.
Şimdi Mimar Sinan Üniversitesine ait olan Tophane Kasrı on, on beş yıl öncesine kadar , Harp Malulü ve Gaziler Yurdu idi. Savaş yıllarında yaralılar camilerin avlularına yatırılır ki Kılıç Ali Paşa Cami de bunlardan biri imiş ve çevre halkı da maddi manevi yardımlarda bulunurmuş. Daha sonra iyileşip gidenler olup sayı da azalınca, Tophane Kasrı bu gaziler için yurt olmuş.
Bölgedeki en önemli anıt olan Kılıç Ali Paşa Cami'nin hikayesine gelince; 16. yüzyılın başlarında papaz olmak için Napoli'ye gitmekte olan çocuk yaşta bir gençle başlıyor. Cezayirli korsanlar tarafından esir alınan bu genci, kaptan satmaz, gemisinde forsa yapar. Derken bu genç müslüman olur, Ali adını alır ve o da korsanlığa başlar. Müslüman olmayan kaptanlara uluç lakabı verildiğinden Uluç Ali olur. Turgut Reis'in hizmetine girer ve de yolu İstanbul'a düşer. Kader ağlarını örer, papaz olmak yerine, II.Selim zamanında Kılıç Ali olarak kaptanı derya olur.
Büyük Mimar Sinan'dan bir cami yapmasını ister. Medresesi, hamamı, sebili ile deniz kenarında bir külliye olan Kılıç Ali Paşa Camisi, yapılan dolgularla artık denizden oldukça içerde. Bu arada bir anekdot; Mimar Sinan üç Kaptanı Derya için üç cami yapmış. Sinan Paşa'ya Beşiktaş'ta, Kılıç Ali Paşa'ya Tophane'de, Piyale Paşa'ya da Kasımpaşa'da.
Mimar Sinan'ın bu camiyi yaparken, Osmanlı ögeleri katarak, Ayasofya'yı örnek aldığı söylenir. Enteresan bir nokta da, caminin vakıf defterlerinde Miguel De Saverda Cervantes adına rastlanmış olması. Don Kişot'un yazarının 16.yüzyılın ikinci yarısında Haçlı Savaşlarına katıldığı ve İnebahtı savaşında elinden yaralanıp, İspanya'ya dönerken esir alındığı biliniyor.
1580'e kadar Cezayir'de esir kaldığı da biliniyor. 1580'de inşaatı biten caminin çalışanları listesinde adının olması, belki de esarati sırasında bir şekilde, yolunun İstanbul'a düşmüş olduğunu gösteriyor olabilir. Bu bilgi de Arkitera'dan.
İşte, bu anıt yapıların iki adım ötesi bir dönem bambaşka bir alemdi. Bugünlerde ellili altmışlı yaşlarını yaşayanların Lewis, Wrangler blucinlerini, Shetland kazaklarını Lacoste tişörtlerini ve daha başka ''marka'' giysilerini bulabildikleri adres olanTophane ya da Salıpazarı sıra dükkanları (Amerikan Pazarı deniyordu) sonra nargilecilere dönüşmüştü, Galataport Projesiyle de yerle bir oldu.
Denizcilik İşletmelerinin binaları ile Tophane nargilecilerinin tam arasından küçük bir aralıktan da İstanbul Modern'e giriliyordu Daha önce işletmenin 4 no'lu antrepo binası olan yapı, 2004'ten itibaren Eczacıbaşı ailesinin girişimiyle modern bir sanat müzesi olmuştu. Sürekli ve geçici sergileri gezilebilen müzenin, deniz tarafında şık da bir restoranı vardı. Galataport Projesi dahilinde, tekrar eski yerine taşınacak olan müze, geçici olarak Pera Palas Oteli'nin karşısında konuklarını bekliyor.
Rıhtım caddesi üzerindeki Denizcilik İşletmelerinin binaları yolun deniz tarafı boyunca uzanıyordu.Genel Müdürlük binası, hastane, eski paket postanesi ve rıhtımın giriş kapısı yılların anı yüklü binalarıydı.
Çok küçük bir çocukken ailemle o kapıdan geçip, Tophane Rıhtımından gemiye binip Rize'ye gittiğimizi, hayal meyal hatırlıyorum. Aklımda kalan güverteden baktığımızda rıhtımdaki vinçler, müthiş kalabalık ve gemideki yemek zamanları. Belki yolculuklar uzun sürüyordu ama, gitmek isteyen kazasız belasız gideceği yere varıyordu. Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemin, bugün liman kentlerine giden bir gemisi yok.
Rıhtım Caddesi üzerinde yolun diğer tarafındaki Fransız Geçidi ve Tophane Karakolu'nu geçip ara sokaklara dalarsak, birkaç küçük ortodoks kilisesiyle karşılaşırız. Bu bölgedeki bazı yüzyıllık binaların çatı katında, soğan kubbeleriyle dikkati çeken Rusların devam ettiği küçük şapeller de dikkatten kaçmasın.
O ara sokaklarda eski zanaat dükkanları ki çoğu tornacı ve benzeri dükkanlardı, bugün hepsi kafe ve restoran, beğen beğen al.
Şimdi caminin önünden karşıya geçip, ana caddeye dik inen Boğazkesen caddesinden yukarıya doğru yürüyelim. (Bu arada, Nedim Gürsel'in ''Boğazkesen'' ini okudunuz mu?) Tophane'yle İstiklal Caddesini birleştiren Boğazkesen caddesi, giriş katlarının bir çoğunda ev aksesuarları satılan şık dükkanlar bulunan ve yine birçoğu bu yüzyılın başlarından kalma binaların sıralandığı yürünesi bir cadde. Biraz yokuş ama, sağa sola bakarken bir de bakmışsınız; solunuzda Tomtom Kaptan sokak, sağınızda artık popülaritesini kaybetmiş Cezayir (Fransız diyorlar!) sokağın aşağı girişi.
Tophane cıvarında sağlı sollu tüm sokaklara girip çıktığınızda mutlaka görmeye değer bir yerlerle karşılaşırsınız. Karaköy tarafına doğru aralara daldığınızda, yanyana duran Hacı Mimi Cami'yle Kırım Kilisesi çıkar karşınıza. Bu sokaklardaki, bir zamanlar birbirinden şık, şimdi bakımsız kalmış binaları saymıyorum bile.
Sağ taraftaki sokaklara dalarsanız da yolunuz bir şekilde Çukurcuma'ya düşer. Şimdilerde biraz fazla pahalı oldular ama, kimbilir belki de, bütçeye uygun yaşamış, yaşanmış bir ''eski'' bulabilirsiniz.

Yorumlar