Yıl 1964. Temmuz ayının sonlarında, Kaşlı Hasan Öğretmen ilk görev yeri olan Muş'un Güneyik köyüne gitmek üzere Kaş'tan o zamanlar tek vasıta olan Rus yapısı Gaz-51 kamyonla Elmalı'nın, oradan kamyon kasasında önce Antalya'nın, sonra da Burdur'un yolunu tutar. Burdur'dan bineceği tren onu Muş'a götürecek, oradan da bir şekilde Güneyik köyüne ulaşmaya çalışacaktır.
Üç gün süren yolculuk sonrası Muş'a vardığında soluğu İlköğretim Müdürlüğü'nde alır. Müdürlükte tanıştığı bölge müfettişi, "O bölgeyi ben çok iyi bilirim, tanıdıklarım vardır, sen benden haber bekle, ben seni gönderirim." deyince, ilk görevinin heyecanı içindeki öğretmenimiz, bir otelde kalıp, haber beklemeye başlar.
Hasan Öğretmen'in sordukça, müfettişin 'Bekle' dediği günlerin sonunda bir gün, müfettiş nihayet onu çağırır, bir tanıdık bulduğunu, hastanede yatan karısı taburcu olan Güneyik köyünün azasıyla birlikte gidebileceğini söyler. Hasta, şoför mahallinde, aza, iki oğlu ve öğretmenimiz yine kamyon kasasında yola koyulurlar.
Kamyon kasasında yolculuk bir yerde biter, kamyon durur, azanın bir oğlu guruptan ayrılıp koşmaya başlar. Aza, merakla bakan öğretmene, 'Daha elli dakikalık yolumuz var, hastam zaten yürüyemez, senin de eşyan var, çocuk kağnıyı alıp, gelecek' der.
Beklerken, aza Hasan Öğretmen'e iğne vurmayı bilip bilmediğini sorar. Öğretmenin 'Bilmiyorum' cevabı üzerine karısına dönüp, içinde 'Muallim' (Öğretmen) kelimesi geçen Kürtçe bir şeyler söyler. Bizim öğretmenimiz de anlamadığı, 'muallim'li bu cümleyi kafasının bir köşesine yerleştirir.
O yıllarda öğretmen okullarında son sınıflarda; mezun olup gidecekleri köylerde, köylüye yardımcı olabilmeleri için, öğretmen adaylarına senet yapma, sözleşme gibi örnek kağıtları olan bilgiler yanında, ya Zirai Araştırma Enstitülerine ya da hastanelere gönderilip, bir nevi kursa tabi tutulmaktadırlar. Hasan Öğretmen tercihini ziraatten yana kullanmış olduğundan, iğne vurma konusu da ona uzaktır. Nihayet köye varılır, Hasan Öğretmen de okuluna ve ilk öğrencilerine kavuşur.
Tam da o günlerde Güneyik köyünde için için bir hareketlilik vardır. Aslında o hareketlilik sadece orada değil, çevredeki bir kaç köyde daha olup, adeta bir yarış içindedirler. Köyde Türkçe bilen çok az kişiden biri olan muhtar, öğretmene der ki, 'bizim bir dileğimiz var, acaba yardımcı olur musun?' 'Elbette' der Hasan Öğretmen, 'Elimden gelirse neden olmasın.'
Muş'tan Tatvan'a demiryolu döşenmiş ve yakında da Tatvan'da hattın açılış töreni yapılacaktır. Güneyikliler, köylerine bir durak yapılmasını talep etmekte, öğretmenlerinden, yolu yordamıyla bu isteklerini, ilgili makamlara bildirmesini istemektedirler.
Bu arada, Hasan Öğretmen'imizin yolu bir gün Muş'a düşmüş, yakın bulduğu bir tanıdığından, kafasının bir köşesinde çöreklenmiş olan, köy azasının içinde muallim kelimesi geçen Kürtçe cümlesinin, "Bu muallimde iş yok, evvelki muallim iğne vurmayı biliyordu." demek olduğunu öğrenmiştir.
Güneyik köyü azasının 'Bu muallimde iş yok'unu, 'bu muallimde iş var' a çevirmek gerekiyordu. Hem köyüne faydalı olmak, hem de kendini ispatlamak arzusuyla, Hasan Öğretmen başlar dilekçeleri yazıp Ankara'ya göndermeye. Bir, üç, beş ama hiçbirine yanıt gelmez. Bu arada Tatvan'da açılış töreninin günü yaklaşmaktadır.
O yıllar, Türkiye'nin, İran, Irak, Pakistan ve Birleşik Krallık'la (İngiltere) kurduğu, amacı daha çok Sovyetler Birliği'nin Ortadoğu Bölgesi'nde nüfus kurmasını önlemeye yönelik, bir güvenlik ve savunma teşkilatı olan Bağdat Paktı ya da diğer adıyla CENTO birliği içinde olduğu yıllardır. Muş'la İran'ı da birbirine bağlayacak hattın açılışına Başbakan İsmet İnönü, bakanlar, senatörler, İran Yollar Bakanı, müsteşarlar ve elçiler katılacaktır.
Muhtar ve köylü, öğretmenlerinden beklenti içinde, öğretmen de yirmili yaşların coşkusuyla kendini ispat etme çabası içindeyken, Ekim ayının sonları gelmiş çatmış, açılış günü yaklaşmıştır. Güneyik köyünün genç öğretmeni, muhtara 'Benim bir fikrim var, ama bilmem etkili olabilir miyiz' der. Muhtar dünden razı 'Söyle' der. Hasan Öğretmen planını anlatır.
"Sen bir koç ayarlayacaksın, ben de üzerinde 'Köyümüzün istikbali için durak istiyoruz' , 'Medeniyete bağlanmak istiyoruz' yazan dövizler (Pankart) hazırlayacağım. İki öğrencim Atatürk resmini tutacak, yanlarında da iki öğrenci bayrak taşıyacak, ellerimizde dövizler treni bekleyeceğiz. Treni görünce, emniyetli mesafeyle rayların üzerine çıkıp, treni durmaya zorlayacağız. Tren durunca da, törene giden yetkililerle görüşmek istediğimizi söyleyip, talebimizi ileteceğiz."
Muhtar hemen kabul eder, Hasan Öğretmen dövizleri hazırlar, 24 Ekim günü Güneyikliler, Hasan Öğretmen'in Bitlis'ten satın aldığı Philips radyodan yayınları takip ederek beklemeye başlarlar. Haberlerde açılış töreninin Başbakan İsmet İnönü ve bir heyetle, önce Muş'ta, sonra Tatvan'da yapılacağını bildirmektedir. Saatler geçer tren gelmez, hava kararmaya başlar. Köyde elektrik olmadığı için her evde lüks lambaları vardır. Öğretmenin talimatıyla köydeki bütün lüksler getirilip rayların üzerine dizilir, ışıklar içinde trenin yolu gözlenmeye devam edilir.
En sonunda tren gözükür. Onlar treni, makinist de onları görmüştür ki, gecenin karanlığında tren, acı acı feryatlarla düdüğünü çalarak yavaşlar ve kıvılcımlar saçarak durur. İçeriden fırlayan bir görevli, 'Ne yapıyorsunuz siz' diye hiddetlenince, Hasan Öğretmen, korku ve heyecanla 'Yetkili bir makamla görüşmek istiyoruz' der.
Elinde dilekçesiyle, trenin gösterişli bir kompartmanına götürülen Hasan Öğretmen, karşısındaki yetkiliye,
"Efendim, makamınızı bilmediğimizden dilekçemiz makamsızdır. Ben bu köyün öğretmeniyim, bu köyümün dileğidir." der ve dilekçeyi uzatır.
Genç öğretmenin heyecanını ve görevli olduğu köye bir şeyler kazandırma arzusunu beğenen görevli, dilekçeyi okuduktan sonra kafasını kaldırıp,
" Aferin delikanlı, hayatta başarılı olursun inşallah. Ama, köyünüz Muş merkeze çok yakın, buraya ancak posta treni uğrayabilir. Açılışa Başbakan İnönü de gelecek, gidiş geliş ücretsiz bütün köy davetlisiniz." deyip, yanındakilere de köyün kilometresini not ettirir.
Hasan Öğretmen bu anısını bana anlatırken, ''Gerçi radyo haberi yanlıştı, Başbakan ve ekip özel bir uçakla Van'a gitmiş, oradan da gemiyle Tatvan'a geçmişti. Ama hala içimde bir yaradır, çok istememe rağmen, öğrencilerimi bırakıp, törene gidemedim. Topluca getirdim, topluca götüreyim diye düşündüm. Oysa anne babaları da yanlarında idi'' diye üzüntüsünü dile getirirken, ''Ama, baba İnönü'yü değilse de oğlunu gördüm'' diyerek, başka bir anısıyla o günü telafi ettiğini ekler.
Hasan Öğretmen Kaş'ın Limanağzı mevkiinin tepelerinde, zeytinlikler arasında bir evde çocukluğunu geçirmişti; hem de okula gitmek için her gün iki saatlik bir yolu, yol da değil, patikayı yeğeni Birol (Engin) ve komşu evden Ahmet'le (Doğan) bitmez tükenmez çocukluk anılarıyla arşınlayarak. 'Hava kötü olur da eve dönemezsek, okulun yakınında bir akrabada kalırdık, evden de merak edilmezdi doğrusu' demişti, biraz da bugünün şartları ile karşılaştırıp.
Öğretmenliğe başladıktan beş on yıl sonra Limanağzı bağlantılı tanışır Hasan Öğretmen, göremediği Türkiye'nin ikinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün oğlu Erdal İnönü ile. Yayla Bayındır'daki evlerinde, onu ve eşini konuk ettiklerini anlatırken;
''Hiç aklımdan çıkmıyor, sofrada oturup yemek yerken, babam, Erdal Bey'e 'Paşam nasıl, Paşam?' diye sormuştu. O da 'Paşa çivileme atlıyor, çivileme atlıyor.' demişti de, eşi 'Erdal, niye öyle diyorsun, babam desene.' diye uyarmıştı. Bir de aklımda kalan, eskiden köylerde sarı tahta boyaları vardı. Evlerin girişlerini onunla boyarlardı, doğal bir boyaydı, onların çok ilgisini çekmişti. Yedik, içtik, dolaştırdık onları, bir akşam kaldılar bizde. Çok muhterem insanlardı.''
Tekrar Muş'a Güneyik'e dönelim biz, zira köye durak yapılmış, hatta askerlik öncesi bir yıl öğretmenlik yaptığı bu köye, Muş'tan bindiği trenle gelip, o durakta inmek de kısmet olmuştur Hasan Öğretmen'e. O günün anısını anlatır gülerek.
"Muş'tan kalkan tren, bizim durakta inecek ya da binecek varsa durur. Muş'tan geliyorum, elimde fermuarlı bir çanta, köprünün üstünde durakta trenden indim. Durak, köye on on beş dakika mesafede Öyle bir soğuk, öyle bir soğuk var ki, daha on adım atamadan parmaklarımı kıvırıp çantamı tutamaz oluyorum. Ağzımla çantanın fermuarını açtım, Muş'tan aldığım çoraplar vardı, onları eldiven gibi ellerime takıp, çantamı kavrayabildim de, köyün yolunu tuttum."
Evet, Kaş'tan kalktık, Muş'a vardık, sonra yine Kaş'a döndük, sonra yine Muş. Kaş, Muş derken arada ben yeni bilgiler de edindim. Mesela, Güneyik köyünün bağlı olduğu Korkut'un Bronz Çağı'na kadar dayanan bir geçmişi olup, eski adının Til olduğunu, Til'in Arami kökenli bir kelime olup, höyük anlamına geldiğini, gerçekten de bölgede yeterince incelenmemiş bir höyük olduğunu, 19. Yüzyılın sonunda otuz yedi hane Ermeni, altmış bir hane Kürt nüfus yaşadığını bilgi dağarcığıma ekledim.
Muş Ovası'nın güzelliğini bilge komşumuz Aliye teyzemden dinlerdim de, Nisan ayında ovayı kırmızıya kesen Muş lalesini nasılsa atlamışım sanırım. Hasan Öğretmen'imin anıları arasında belki de yeri olan Muş lalesiyle, bu yazımı hazırlarken Güneyik köylülerinin Facebook sayfalarında tanışıp, Google amcadan inceledim.
Ve Doğu Ekspresi ile yaptığım yolculukta transit geçtiğim MUŞ'u ve ovasını, lale zamanı görebilmeyi listeme ekledim.
Yorumlar
Yorum Gönder