YALILARIN FISILTILARINDA KANLICA


 YALILARIN FISILTILARI'nda Kanlıca


Yoğurt bahaneydi, baharda yeni yeni çiçeğe kalkmış ağaçların arasından, bir  yokuştan yukarı ağır ağır  Kanlıca tepelerine yürümekse şahane. 


Bahane yoğurdu, ördeklerin dolandığı, ağaçların gölgesinde birkaç masanın sıralandığı Sakkaflar'da yiyeceğiz. Kanlıca'nın yoğurtçularının kökeninde Bulgaristan'dan gelen göçmenler vardır.  Osmanlı,  topraklarını kaybettikçe  göçler artmış, gelenler yeni yaşamlarını kurabilecekleri yerlere yerleştirilmişlerdi. Kanlıca'ya yerleşenler çayır çimen  olan bu tepelerde hayvancılıklarını sürdürmüşler. Bizim molalandığımız Sakkaflar da, o ailelerden birinin devamı. Ama artık yoğurdun yapıldığı sütün adresi  Kanlıca değil, Beykoz.


Yoğurt faslını bitirince sahile doğru değil, Mihrabad Korusu'nun yukarı girişlerinden birine doğru yürüyoruz. Gözümüze büyük bir bahçenin içinde,  küçük bir bina ve cami çarpıyor. Kapısındaki tabelada İslam Medeniyeti Sanat Bahçesi yazıyor. Giriyoruz. Burası bir zamanlar Ataullah Efendi Tekkesi imiş. Eşi bir Osmanlı paşası olan, ki Kavacık Çiftliği adıyla o bölgede büyük toprak sahibi bir paşaymış bu paşa,  Kavalalı Hanedanı'ndan Fatma Hanım bir tarihte tekkeyi restore ettirmişler. Son onarımı geçtiğimiz yıllarda olan binayı, bir görevli eşliğinde geziyoruz. 


Hat, cam vs. gibi İslami kültür ve sanat faaliyetleri kurs ve sergileri yapılan bina ve bahçede, otağ şeklinde çadırlar, yeme içme yapılabilecek çardaklar var. Bahçede en ilgimi çeken, caminin önünden başlayıp, otağlara kadar uzayan su yolu (süs kanalı), nihayetindeki Süleyman yıldızı ve kanalın iki yanına dikilen ağaçlar oluyor, sayısının anlamı varmış.


Bahçeden çıkıp Mihrabad Korusu'na doğru yürüyor, bulduğumuz kapıdan içeri giriyoruz. Korunun ortalarında, yapılışı sırasında yerel halkın bütün tepkilerine rağmen, oraya kondurulmuş cam cepheli tesisle karşılaşıyoruz. Teraslandırılmış alanlarda yazları Mihrabad Korusu düğün davetleri yapılıyor. Madem geldik içini de görelim diyerek, ağaçların arasından görünen  körfez ve Boğaz manzarasına karşı, bir kahve içimlik mola da orada veriyoruz.


Korunun içinden  kıyıya doğru inen  yollarda yürümek, harika. Artık Yahya Kemal'in mi, Abdülhak Şinasi Hisar'ın mı koru ve Kanlıca için yazdıklarını düşünürsünüz, yoksa "Şu İstanbul var ya, nasıl bir hazine ama, nasıl vefasızlara kalmış" mı  dersiniz, ya da " Off, şimdi Boğaz trafiği nasıl olmuştur" derdine mi düşersiniz, orasını siz bilirsiniz.


Sahile inince, sadece bahçe duvarlarını  ve kapılarını, bir de belki çatılarını göreceğimiz yalılar başlar. İşte o zaman, onların hikayelerini biliyorsanız, anlamları artar. Mesela onlardan birisi Prenses Rukiye Yalısı. Beni, okul yıllarında şöyle bir değinilen Kavalalılara öyle bir bulaştırdı ki, bir haftadır zamanımı onları okumayla geçiriyorum.


Yalı sonradan  Özdemir Atman'ın adıyla da anılır olmuşsa da, o da ayrı bir hikaye ya. Evet evet, önce onu anlatırsam daha iyi olacak, hem daha taze,  hem daha kısa. 


Bir kaç yıl önce Bold Pilot (Bizim İçin Şampiyon) diye bir film oynamıştı sinemalarda. İşte, o atın sahipleri bu yalının şimdiki sahipleri. Özdemir Bey'in babası Mareşal Fevzi Çakmak'ın yaveri Ahmet Atman. Atatürk'ün, medeni bir ülke yaratma ideolojisinde, yarış atları da yetiştirmek gerekliliğinden bahsetmesi, onu bu konuya yönlendirmiş. Türkiye'de Jokey Kulübü'nün kuruluşunda emeği olanlardan, ailesi de bu sevdayı sürdürmüş. Keza kızı Esin ilk kadın jokey olurken, oğlu Özdemir Atman, yarış atı yetiştirmenin yanı sıra, Türkiye Jokey Kulübü başkanlığı da yapmış.


Özdemir Bey'in çocukları da at sevdasıyla büyümüş. Bu aileden bir kesiti işleyen filmde,  Gazi Koşusu'ndaki rekorları hala kırılamayan Bold Pilot isimli şampiyon at da, Bold Pilot'ın, ondan başka kimsenin sakatlığına bakmasına izin vermediği, aynı zamanda ünlü jokeyimiz Halis  Karataş'ın eşi olan, Özdemir Bey'in kızı Begüm Hanım da artık hayatta değil. Ama Kanlıca'daki Prenses Rukiye Yalısı acı tatlı anı biriktirmeye devam ediyor.


Şimdi yalının daha eski günlerine gidiyoruz. Yalının ilk yapılışı 1800'lü yıllarda. Sonraaa, işte şimdi Hanedan'a giriyoruz. Mısır Prensesi Rukiye'ye bir Osmanlı paşasının oğlu talip oluyor. Sadullah Paşa'nın oğlu Nusret Bey. O zamanlar hali vakti yerinde olanların, en büyük eğlencelerinden biri, birbirinden gösterişli kayıklarla Boğaziçi'nde mehtap turları yapmak. Belki de o turlarda görmüşlerdi birbirlerini prensesle paşa oğlu, kim bilir! Çünkü Hanedan'ın bir çok üyesi, yazlarını İstanbul'da geçiriyor.


Sadullah Paşa'nın eşi Necibe Hanım da bir paşa kızı. Hem de öyle bir paşa ki; Halep'ten Bosna'ya, Hicaz'dan Ankara'ya valilik etmediği yer yok. Mülklerinin de haddi hesabı yok, Mehmet Vecihi Paşa'nın. Paşanın  çocuklarına bıraktıkları arasında Kanlıca'daki bu yalı ve Mihrabad Korusu da var. Necibe Hanım  gelinine, bu yalının kendi payına düşen selamlık bölümünü yüz görümlüğü olarak hediye ediyor..


Gelin hanım, koskoca Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın birkaçıncı kuşaktan torunu. Babaannesi Valide Paşa'nın (Dikkat, Valide Paşa tektir, başka hiç bir kadına paşa ünvanı verilmemiştir. Veren padişah II.Abdülhamit) Bebek'teki adeta bir sarayı andıran yalısı,  babasının, büyük amcalarının Said Halimlerin, Abbas Hilmilerin birbirinden güzel yalıları, köşkleri, yani  Mısır'ın zenginlikleri, Boğaziçi'nin iki yakasını da süslüyor. O da, eski yalıyı yıktırıp, üç katlı güzel bir yalı yaptırıyor. Çocukları da oluyor, fakat Prenses Rukiye'nin  Nusret Bey'le evliliği yolunda gitmiyor, ayrılıyorlar. Nusret Bey daha sonra yazar Münevver Ayaşlı ile Prenses Rukiye de  bir başkasıyla evleniyor. 


Bu kadar anlatmışken Nusret Bey'in annesi Necibe Hanım'la eşi Sadullah Bey'in hikayesinden bahsetmeden geçmek istemiyorum, zira onların da acı bir hikayesi var. Sadullah Paşa Yalısı'nın adını pek duymayanımız yoktur sanırım. Özellikle bir dönem, Asil Nadir'in eşi Ayşegül Nadir'in adıyla çok gündeme gelen, Çengelköy'deki kırmızı aşı boyalı meşhur yalı.


Sadullah Paşa, II.Abdülhamid döneminde büyükelçi, nasıl oluyorsa padişahla ters düşüyor ve Viyana'ya büyükelçi olarak sürgüne gönderiliyor. On yıl boyunca İstanbul'a gelmesi yasak olduğu gibi,  ailesini götürmesi de yasaklanıyor. Bu arada Viyana'da genç bir kadınla ilişkisi oluyor ve kadın hamile kalıyor. Bu durum paşayı o kadar bunaltıyor ki, havagazını açıp intihar etmesine sebep oluyor.. Denir ki, Necibe Hanım üzerinde kocasının ona çok yakıştığını söylediği  pembe elbisesini giyip, günlerce yalının bahçesinde onu beklemiş, ama ne yazık ki paşanın İstanbul'a cenazesi gelmiş.


O zaman biz de Kanlıca İskelesi'nin hemen yukarısındaki Magosa Fatih'i İskender Paşa'nın, Mimar Sinan'a yaptırdığı İskender Paşa Camisi'ne doğru yürüyelim. Zaten artık güneş batmaya, gökyüzü kızarmaya başlıyor. İskeleden  Boğaziçi'nin ve Kanlıca'nın yalılarının son fotoğraflarını da çekip evimizin yolunu tutalım.


Mart 2020/Istanbul

Yorumlar