BAŞI POYRAZLI SEMT: İCADİYE

 


Üsküdar Fıstıkağacı'ndan görüntülerin olduğu bir videoda, pencereleri beyaz söveli, pasta gibi süslü sarı bir bina, İcadiye'nin bir sokağının köşesine kurulmuş, kendini farkettiriyordu. Teknoloji sağolsun, fotoğrafın neresi olduğunu tık diye buluyorum. Dündar Sokak'la Yazmacı Sokak'ın köşesinde Torosyan Köşkü. 


Sıra, çıplak  gözlerle yerinde görmekte. Bağlarbaşı'nı geçip Fıstıkağacı durağından az aşağı yürüyünce, Yazmacı Sokak'tayım. İcadiye semtinin adının, gerçekten de bir icattan geldiğini yazar Üsküdar Belediyesi  semti tanıtım sayfasında. Ermeni Sarkis Kalfa'nın kendi icadı basma makineleriyle,  buradaki imalathanelerinde rengarenk basmalar ürettiğinden bu ad verilmiş buralara.


Peşine düştüğüm Torosyan Köşkü, günümüzde bir firmaya ait işyeri. Sağdan soldan fotoğraflarını çekip, bir de karşısına geçip kendime çekerken, yanımdan geçen mahalle sakini durup, havaya baktıktan  sonra mendilini çıkartıp kafasını siliyor. "Var mı kafamda bir şey?" diye sorunca, "yok, yok merak etmeyin" deyip, karşı soruyu yapıştırıyorum. " Bu bina hakkında bildikleriniz var mı?"


Kırk beş yıldır o sokakta oturduğunu söyleyen Trabzonlu mahalleli, hatırladığı ilk sahibinin Rizeli bir kumaş tüccarı olduğunu, hep yürüyerek gitmesi yüzünden ona,  Varyemez dediklerini söylüyor. Ben de, ama ilk sahiplerinin Torosyan isimli Ermeni bir aile  olduğunu hatırlatınca, önünde durduğumuz apartmanın bahçesinden "Evet, evet, ilk sahipleri Torosyanlardı" sesi yükseliyor.


Torosyanlar binayı 1930'da yaptırmış. Bina, Cumhuriyet döneminin ilk mimari yapılarının izlerini taşıyor. Köşkün, Varlık vergisinin ağırlığı nedeniyle Torosyanlar'ın ellerinden çıktığını söylüyor, bahçedeki sohbetdaşım. Ben de Ermeniyim diye devam ediyor. O zaman, bakın cebimde ne var diyerek, sakin bir köşe  bulduğumda oturup okumak üzere yanıma aldığım kitabımı gösteriyorum.😌 Bu arada, ceketimin cebi, kitabımı sığdıracak kadar büyük.


Üsküdarlı Ermeni yazar Zabel Yesayan'ın Kilikya olaylarını anlatan kitabı Yıkıntılar Arasında  cebimde. Kapağı görüp, Tehcir'i mi yazmış, diye sorunca, konu ister istemez, tarihin o karanlık dönemine kayıyor. 'Biz Erzincan  Zımaralı'yız' diyor, 'şimdi adı Altıntaş' 'Babaannem, bebeğini Fırat'a bırakırken, su geri atarmış' derken ise gözleri dolup, 'ama iki taraflıydı her şey' diye de ekliyor. 


Daha önce, aynı sokakta iki katlı eski bir evde oturuyorlarmış. Torosyan Köşkü'nün Rizeli sahiplerinin oğluyla kardeşi arkadaşmış. "Ben, on on beş yaşlarındaydım, onlar üç tekerlekli bisiklete binen küçük çocuklardı, sonra taşındılar" diyor. "Pandemi dönemi, köşke bakarak etrafı araştıran adama, ' bir şey mi arıyorsunuz ?' diye sorduğumda, köşkün o küçük oğluyla, birbirimizi tanımamızla, pandemiyi unutup  sarılışımızı görmeliydiniz" derken, yüzüne tebessüm yayılmıştı.


Torosyan Köşkü'nün karşısındaki ayaküstü sohbetimizi bir anı fotoğrafıyla sonlandırıp, İcadiye'nin yokuşlu sokaklarında, fotoğraflayacak bina  avına devam ediyorum. On yıl kadar önce de tesadüfen karşıma çıkan Nersesyan Yermonyan Ermeni Okulu boyanmış, elden geçmiş bir halde yine karşıma çıkıyor. İlk gördüğümde, öğrencisi olmadığı için boş olan okul, Belediye tarafından kiralanarak restore edilmiş ve Ensar Vakfına tahsis edilmiş.


Yönümü, Kuzguncuk'a yukardan bakan, Sibel Kilimci'nin semtini anlattığı kitaba verdiği isim gibi Başı Poyrazlı Semt'in tepelerine çevirip, Fethi Paşa Korusu'nun kapılarından birinden giriyorum. Sessiz ve sakin kitabımı okumak için, bir korudan daha güzel yer olabilir mi?

Yorumlar