Eskilerin Andifli dediği Kaş, sırtını dağlara, kıyılarını bu dağların kayalık eteklerine bırakmış yeşil, mavi bir cennettir. Ama o cennet, her yerinden denize girmenize müsaade etmez. Bir ucundan diğer ucuna gitseniz, "Şurada kendimi denize atıp bir serinleyeyim" dediğinizde, kendinizi o muhteşem maviye bırakacak yeri bulmak o kadar da kolay değildir.
Eski bir balıkçı olan Mustafa Amca, bir gün Küçükçakıl'dan geçerken bana, 'Eskiden Küçükçakıl'da öğleye kadar kadınlar denize girer, erkek sinek yaklaşmazdı. Öğleden sonra da erkekler girerdi.' demişti. Ama Mustafa Amca, ben de sana birşey söyleyeyim mi, on beş yıldır Kaş'tayım (İstanbul'u bırakmadan 😊) hatun komşularımla hep denize girerim de, daha Gaşlı gomşularımdan denize giren erkek görmedim. Görmediğim gibi, hatunlarından girdiklerine dair söz de duymadım.
Kaş'a gidenler bilir, Kaş'ın ana meydanının (Cumhuriyet Meydanı) kuzey tarafında yeme içme mekanlarına dönüştürülmüş eski Kaş evleri, deniz tarafındaysa tur teknelerinin sıralandığı balıkçı barınağı vardır. Oysa, 80'lerden önce, Kaşlıların 'Karataş' dedikleri doğal mendireği olan, Süleyman Çavuş Camisi'nin önüne kadar gelen, küçük bir de iskelesi olan, doldurulmamış bir deniz varmış. Kayıkla bir saatte bir iki kilo balığın tutulduğu, ahtapot ve orfozun beğenilmediği zamanları da varmış Kaş'ın.(Kıyıdan hala kefal tutulduğuna ben şahitlik yaparım ama😊)
Kaş, kayalık doğası gereği, ekilip biçilecek bir arazi yapısına sahip olmadığından, domatesi, patlıcanı, inciri, üzümü, yumurtası, hatta kekliği yakındaki köylerden, Dere ve Çukurbağ köylerinden gelirmiş. Sabahın çok erken saatlerinde yollara düşen köylüler, şimdi sağlık ocağının olduğu, o zamanlar 'Doğruyol' dedikleri patikadan aşağı, katırları ya da eşekleriyle tıngır mıngır inerlermiş. Kızılay binasının merdivenlerinde satışa çıkacak mallardan seçilmeden almak isteyenler, şimdi Likya Park olan yerde köylüleri durdurur alışveriş yaparlarmış.
Kaş'ın sebze ve meyve kaynaklarından olan Çukurbağ Köyü'nün bağları, bahçeleri yerlerini havuzlu villalara bırakmadan çok önce, yazın yaylaya çıkmayanlar, meşe dallarından yaptıkları çardaklarda kalır, bağları domuzlardan korumak için tenekelere bağladıkları demirlerle onları korkutup kaçırırlarmış. Bağlar da, bağ bekleme de çoktan anılarda kaldı.
Likya Park deyince, Kaş'ın eski Müslüman mezarlığı, Arslanlı Lahdin üst tarafında, şimdi restoranların olduğu sokaktan, denize doğru olan bölgede imiş. (Sarıklı mezar taşlarının varlığı, 150 yıl önce gelen araştırmacıların çizimlerinden bilindiği gibi, ben de yaşıtım olan bir Kaşlıdan duymuştum.) Daha sonra, Sokollu Ailesi'nin hibe ettiği araziye taşınan yeni mezarlık yerinin duvarları yapılırken, Likyalılar zamanında Nekropol olan cuma pazarının olduğu yerdeki lahitlerin kırılıp kırılıp, duvar yapmakta kullanıldığı da, burada kayıtlı kalsın (İnşaatta çalışan bir işçinin, bir tanıdığına söylediklerinden.)
Binlerce yıl öncesine dayanan Likya medeniyetinin yerleşim yerlerinden biri olan Kaş'ta, İngiliz denizci Spratt'ın çizdiği 1842'ye tarihlenen eski bir haritada, 130 lahit tespit edilmiş. Bu lahitlerin, yalak, su deposu, hatta inşaat malzemesi olarak kullanıldığını bilen Kaşlılar henüz hayatta.
Bayrak direğinin olduğu yere çıkalım. O bölge, Çerçiler ve çevresinde kışlak oturan çobanların keçilerini otlatıp, Andifli'yi yukardan seyrettikleri yabani zeytinlikmiş.
Peki, 1915 yılı öncesi 150 Rum ailenin yaşadığı Kaş'ta, Hristiyan mezarlığı neredeymiş? Benim kulağıma gelen zayıf fısıltılara göre, Küçükçakıl'da, hatta eski Müslüman mezarlığı ile karışıkmış (ya da karışmış). Rumlar demişken de, antik tiyatroya yakın olan Yeni Cami, eski kilise tarafına doğru da bir gidelim. 1866 yılında yapılan kilise, Rumlar gittikten sonra bir süre boş kalmış, sonra depo olarak kullanılmış, 1963 yılında da M. Çukurbağlı tarafından camiye çevrilmiş. Kilisenin mermer parçalarının bazıları (üzümlü asma frizleri) şimdi Süleyman Çavuş Camisi'nin minberinin yan yüzeylerini süslüyor.
Bahçesindeki podimaları(çakıl taşlarıyla yapılan desenler) aynı canlılıkta hala duran kilisenin çanı ise, bir zaman öğrencileri teneffüse çıkarmak için, okulun bahçesindeki boynuz ağacında sallanmış (1940'lı yıllar) sonra kayıplara karışmış. Kalkan'da aynı mimari özellikleri taşıyan kilisenin çanını, iki yıl önce Kalkan belediye hizmet binasının bodrum katında görmüştüm.
Eski fotoğraf ve kartpostallara bakarsak, bomboş olan kilise çevresi, ilk sakinleriyle 1950'lerde tanışmaya başlamış. Seyret (Gökçeören) ve Gavurgara'dan (Yeniköy) gelen fakir köylülerin yaptığı, gaz tenekelerinden bozma çatılı evleriyle, Kaş'ın ilk gecekondu mahallesi orada oluşmuş.
Kaş'ın en ikonik sokağı olan Uzunçarşı'daki evlere gelirsek. Eski tapu kayıtlarında hepsinin Rum asıllı tüccarlara ait olduğu görülen bu evler, Rumların gidişinden sonra, Maliye tarafından ihale yoluyla satışa çıkarılmış. Günümüzde hepsi turistik dükkan olarak kullanılan evleriyle, Kaş'ta orijinal haliyle kalmış bu tek sokağı, Arslanlı Lahit mi kolluyor dersiniz? (Bu arada son merakım, Likçe lahit yazıtlarını okumaya çalışmak, alfabelerini söktüm 😊Arslanlı Lahit, okuyacağım seni)
Meydana dönersek yine, minimum kırklı yaşlara kadar olanların da hatırladığı, yazlık sinemaları da varmış Kaş'ın, meydanda hem de caminin karşısında. Civardaki pansiyonların teraslarından bedava seyredenler, Hadi Munis'in bu işe içerlediğini de ekliyorlar anılarına. Bir sinema da Küçükçakıl'da varmış, Çınarlar'ın olduğu yerde.
Ortaokula başlayacak çocukların saçlarını asker traşı yapan Veli Berber'in yeri, meydandaki dükkanlardan biri. Fırın ekmeğinin kokusunun mis gibi etrafa yayıldığı, fırından alınan çeyrek ekmeğin dürüm gibi yapılıp, yufka ekmeğine sarılıp yendiği günlerde, Kaş'ta Tahir Yörük ve Süleyman Topçu'nun fırınları varmış. Mesela, Tahir Usta'nın 'ziyare'sini, o uzun simitteki susamın kokusunu özleyenler hala var Kaş'ta.
Lisenin arkasında, belediye dükkanlarının olduğu küçük park, yaşı otuzun üstünde olanların eski top sahasıymış. Oradaki küçük dükkanlar 1984 yılında yapılmış.
Meydanda, şimdi Çınaraltı Kafenin olduğu ulu çınarın altında, suyu toprak künklerle, Pınarbaşı'ndan gelen, üç yalaklı bir çeşme varmış. 1950'li yılları bilenler de göremediğine göre, daha önce kaldırılmış. Ama Soğuk Çeşme dedikleri çeşmenin havuzunda soğutulan karpuz ve gazozları hatırlayanlar epey var.
Denize doğru bakmaya devam edelim, Demre tarafından kayık geliyorsa, o Musa ya da bir başka bir Demrelidir ki, Kaşlıları sevindirirmiş. Çünkü, yazın Çukurbağ veya Dere köyünden gelen meyve sebze, portakal, kışın da Demre tarafından kayıkla gelirmiş. Sabahın erken saatinde meydanda toplanan köylüler, Beş Adalar tarafına doğru bakar, gören, sevinçle 'kayık göründü' diye bağırır, eski Mercan Lokantası önündeki küçük iskeleye yanaşan kayıktan alışverişini yaparmış.
Kıyıya inmişken posta vapurlarını es geçmeyelim. 60'lı yıllarda, hem ticari mal hem de yolcu getiren posta vapurları (Tarı Vapuru, 1908'de İngiltere'de yapılmış. Seferden kaldırıldığında 59 yaşında imiş. İskenderun'a kadar gidermiş.) uğrarmış Kaş'a. 1970'lerde ise İzmir istikametinden gelip, Antalya'ya gitmekte olan Ankara ve Akdeniz gemileri de uğramış. (Kaş'ın Sesi gazetesi 1975 Haziran)
Düşünebiliyor musunuz, çok uzak değil, 1985 öncesinde Kaş, yolun, suyun olmadığı, elektriğinse devamlı verilmediği bir sahil kasabasıymış. Elektrik, eski top sahasının oadaki bir santraldan (Süleyman Çavuş'un oğlunun makinistliğinde) sabah açılır, gece on ikide kapatılırmış. O yıllarda Kaş'ın zengin ailelerden birine gazlı bir buzdolabı da gelmiş.
Dedesi Meis kökenli olan, daha önceki Kaş Günlükleri yazılarımda anılarını paylaştığım Hasan (Işıldak) öğretmenim şöyle anlatıyor eski Kaş'ı :
"1945'de babam Ali Işıldak Ziraat Bankası'nda çalışırken, o zaman Süleyman Çavuş'a ait olan Orman İdaresi'nin karşısında küçük evde kalıyorlardı. Annem bana hamileydi ve doğumu yaklaşmıştı. Sandalla Limanağzı'ndaki zeytinliklerimize giderken, babam ebeyi de yanlarında götürürdü. O günlerden birinde, annemin ağrıları başlamış, ben Limanağzı'nda , deniz kıyısındaki büyük bir boynuz ağacı vardı, onun altında doğmuşum.
Babamın 1940 yılında aldığı Köy Sağlık Korucuları Şehadetnamesi vardı. O belgeyi hala saklarım. Islak imzalı değerli bir belgedir benim için.
Soğukçeşme'yi, soğutulan gazozları ben de hatırlıyorum. Bir de yıkılan hanların orada Veli Dayı'nın kahvesi vardı. Sabahları işlerine gidenler orada çaylarını içer, kahvaltısını yapar öyle işlerine giderlerdi.
Kaş'ta o zamanlar, siesta geleneği vardı. Öğleyin zabıta düdüğünü çaldığında, esnaf dükkanı kapatmaz ama sandalyesini kapısının önüne koyar, evine uyumaya gider, iki üç saat sonra tekrar işine dönerdi. O arada kimse alışveriş yapmazdı.
Eski top sahasını oradaki elektrik santralını, Süleyman Çavuş'un oğlu çalıştırıdı. İlk buzdolabını Kaş'ın zenginlerinden Karahaliloğlu Ailesi almıştı. Sinemayı da hatırlıyorum tabii, bir keresinde Hadi Munis filmi makineye ters takmıştı.
Kaş'ın ticaret hayatında kömürün yeri çoktu. Hayvancılık da yapılırdı. Onunla ilgili bir anım da var. Çocukluğumda Kepez'deki evimizde oturuyoruz. Köylü hayvanlarını Limanzağzı'ndaki düzlüğe getiriyor, yüzlerce hayvan oradan vinçlerle gemilerin ambarına yığılıyor, götürülüyordu. Nasıl olmuşsa iki teke kaçmış, bizim eve kadar gelmişti. Abim yakalayım derken, bir de küp kırılmıştı."
Son söz, Kaş, 1975 yılında sadece 2500 nüfuslu bir balıkçı köyüydü. Bugününü yaşıyoruz, görüyoruz.
NOT (1): Bu yazımı Kaş'ın yerlilerinden emekli avukat Salim Cengiz'in FB sayfasındaki yazıları (ve bu yazılara yapılan yorumlar) ile emekli öğretmen Hasan Işıldak'la yaptığım telefon görüşmesi ışığında, bir zamanlar Kaş'ın nasıl bir yer olduğunu, meraklısına az da olsa anlatabilmek için yazdım.
Tabii ki benim yazdıklarım, devede kulak. Ama yine de, on beş yıldır fasılalı da olsa yaşadığım, sevdiğim Gaş hakkında okuduğumu, duyduğumu, bildiğimi bu kadarcık da olsa yazmayı görev bildim. Tabii ki eksik, yazılmamış çok şey var. Yanlışlıklar varsa düzeltmem için lütfen uyarın.
NOT (2): Kaş'ın yerli işletmecilerinden olan Can Kahvecioğlu yorumunda, çoğumuzun Büyükçakıl ve Küçükçakıl olarak bildiği mahallerin isimleriyle ilgili bir bilgiyi paylaştı:
Kaş hk;..
Doğru bilinen (ve o şekilde kayıt görmüş) yanlışlar: Küçük Çakıl, Büyük Çakıl değil,..
doğrusu, Küçük Çağıl, Büyük Çağıl.
Çünkü çakıl, bildiğin çakıl taşı, Çağıl ise ‘iri taş yığını’ demek.
Yani eveli insanlar ‘çağıl’ derken bir şive/köy ağzı değil , bizatihi Türkçe söyledi.
Nasıl olduysa adres resmî kayıta böyle geçti.
Kimse de demedi ki ‘bu çağıl’ın içinde çakıl nerede ? ‘😃
Yorumlar
Yorum Gönder