Marmaray, metro, tramvay, hooop Ayvansaray'dayım. Rotamda beş yüz yıl önce kiliseden camiye çevrilmiş, bin yaşında bir Bizans yapısı var. Atik Mustafa Paşa Camisi, yapıldığı dönemdeki adıyla Kristos Pantepoptes Kilisesi.
Şu Osmanlı'nın Mustafaları öyle çok ki, aklıma gelenlere Wiki'den yardım alıp bulduklarımı ekleyip sıralasam destan yazılır. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Koca Mustafa Paşa, Atlamacı Mustafa Paşa, Kemankeş Mustafa Paşa, Alemdar Mustafa Paşa, Daltaban Mustafa Paşa, Çoban Mustafa Paşa, Fındık Mustafa Paşa, Kaymak Mustafa Paşa, Lala Mustafa Paşa ..tamam, daha saymıyorum.
Mustafalar kafamı neden karıştırdı? Çünkü caminin hemen hemen bütün tarihçelerinde, hep ''II.Beyazıt zamanında, Koca Mustafa Paşa tarafından camiye çevrilmiştir'' bilgisi varken, adı neden Atik Mustafa Paşa olmuş. Atik'le, Koca aynı Mustafa mı? Aradım, Atik lakaplı bir Mustafa Paşa biyografisine rastlayamadım. Herhalde yeni bir Mustafa Paşa ortaya çıkınca, Koca'nın başına bir de 'Atik' koyup, Mustafa'yı eski yapmışlar, Atik Valide Sultanlar gibi :)
Neyse, tramvaydan inip, Haliç kıyısında olan Balat Or Ahayim Hastanesi'nin yanındaki parkta biraz dolaştım. Karşıya geçip Çember Sokak'tan içeriye yürüyünce cami hemen karşıma çıktı. Ama karşısında tarihe direnmiş, penceresi kafesli ahşap evle, onun kuytusunda kalan Şatır Hasan Ağa Çeşmesi de gözümden kaçmadı. (Şatır, 'Neşeli, keyifli, şen' anlamlarının yanında, tören ve alaylarda padişahın veya vezirlerin yanında yürüyüp, ona eşlik eden demekmiş.)
Mayıs ayında, caminin restorasyonunun bittiği haberleri dört bir yana salındığında Atik Mustafa Paşa Camisi'ne gelmeye karar vermiştim. Oysa şimdi, caminin camına konan bir yazıda, sadece ibadet zamanları açık olduğunu okuyordum. Yine de bahçeye girdim. Çarşaflı iki kadın bahçedeki banka oturmuş sohbet ediyordu. Minarenin olduğu güney cephesinde, üzeri mavi bir brandayla örtülü aziz freskleri, yandan az da olsa görünüyordu. Osmanlı döneminden kalma güneş saati de bu cephedeydi. Bahçedeki müştemilattan çıkan bir görevli (Vakıfların mı?) ''Kapıyı açayım da gezin'' dedi.
Bu caminin içinde, pek rastlanmayan bir durum görüyoruz. Tam güney doğu köşesinde, Hz. Cabir'e ait olduğu söylenen bir türbe var. İstanbul'un Arap kuşatmalarına katılmış, halifenin bayraktarı olan bu kişinin cesedi, aslında bu türbede değil. Çarşaflı kadınlar, türbenin II. Mahmud tuğralı gösterişli girişinde dua ederken, ben de bin yıllık mazisi olan yapıyı incelemeye koyuldum.
Restorasyonda, caminin tabanındaki bir metrelik toprak dolgu kaldırılıp, özgün kota inilerek, Bizans Dönemi'nin zengin desenli döşeme mozayikleriyle karşılaşılmış. Çini ve mermer işçiliklerine, hatta cehennem motifli fresklerle karşılaşılmış. Benim görebildiklerimse, birkaç pencerenin yanı başındaki oymalı sütun başları ve pencere nişi içinde kalan desen kalıntıları oldu.
Mayıs ayında 'Halısı kaldırıldıktan sonra ortaya çıkan cam zeminin altına döşenen ışıklandırma sistemiyle, Bizans ve Osmanlı tarihine ışık tutan eserler sergileniyor.'' açıklamalarıyla, adeta müzeye döndüğü söylenen camide, cam kaplama döşemenin üstü, tamamen halılarla örtülmüştü. Görevlinin veto etmesine rağmen, ucundan kaldırıp baktığım halının altında ise, ışık yanmadığı için hiçbir şey görünmüyordu.
Sonra çıktım, Hz. Cabir Kız Kur'an Kursu'nun da olduğu Mustafa Paşa Bostanı Sokak'ta sağa doğru ilerledim. 90'lı yıllardan bu yana zaman zaman geldiğim, Fener ve Balat'ı gezdiğimde Ayvansaray'ı ihmal etmediğimden, gözüme farklı gelen bir yapı bloğuyla karşılaştım. Soldan yukarı Anemas Zindanlarına ve Blakherna Sarayı'na doğru çıkan sokaktaki karakteristik ahşap evlerin de olduğu sokağın görüntüsü değişmişti.
Mahalle sakinlerinin yaşadıklarını yazmadan önce, gördüklerimi yazayım. Ayvansaray Kuyusu Sokak boyunca ayrı binalarmış gibi farklı renklerde boyanmış, cumbalı ahşap görünümlü beton mono blok bir bina uzayıp gidiyordu. Binanın ortasından arkaya doğru giden yolu takip edince, kendimi bir avluda buldum. Güzel bir peyzaj yapılmış, hatta küçük fıskıyeli bir havuzcuk bile kondurulmuştu. Şaşırdığım şuydu; elimi uzattığımda tarihi surlara dokunacağım bir yerde, bu binaların yapılmasına nasıl izin verilmişti?
Etrafıma şaşkın şaşkın bakınırken bir güvenlik görevlisi geldi. Binaların bazılarının iş yeri (ki çoğu medya imiş) bazılarının rezidans, büyük bir bölümünün de otel (Millenium Otel) olduğunu söyledi. Gezindiğim alan, birkaç sokağı kaplayan bir bölgeydi ve sokaklardan biri de Toklu İbrahim Dede Sokak'tı.
Toklu İbrahim Dede, Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethine katılmış, sonra da Ayvansaray'da, Arapların İstanbul'u alma sevdasında oldukları kuşatmalarda hayatını kaybetmiş sahabelerin bazılarının türbelerinde bekçilik etmiş bir zat imiş.(Surların hemen arkasında da bu türbeler var) Toklu Dede'nin bekçilik yaptığı binanın da, tek nefli bir Bizans kilisesi olduğu, XX. yüzyılın başlarında harabe haline geldiği, ama günümüzde yeri bilinip, bu yeni yapılaşmanın içinde kaldığı da bir gerçek.
Mahalle sakinlerinin yaşadıkları ise Sulukule ve Tarlabaşı'nda yaşananların benzeri, belki de daha vahimi.
2005 Yılında Ayvansaray'ın bu bölümü Kentsel Yenileme Alanı ilan edilmiş. Surların dibi, Anemas ve Blakherna'ya iki adım, güneyi Altınboynuz, Fener Balat gibi cazibe noktaları var. Ayvansaray da Soğukçeşme Sokağı gibi yenilenmiş, Osmanlı mimarisini yansıtan bir sokak olabilirdi. 1.5 hektarlık, 64 parsel olan alanda klasik mahalle kültürünü yaşayan, dar gelirli aileler oturuyordu.
Rant kokusunu alanlar (ki, bir firma o yörenin insanı olup, 1985 sonrası zenginleşen bir baba oğulmuş) Belediyenin evleri kamulaştıracağını, onların vereceği miktarın daha iyi olduğunu söyleyerek, bu evleri satın almaya başlamış. Yıllar içinde satmayanlara yıldırma ve tehdite varan tacizlerde bulunmuşlar. Fatih Belediyesi de evlerini kendileri yenilemek isteyen ev sahiplerine, altından kalkamayacakları şartları dayattığından, bir çok sakin evinden ayrılmak zorunda kalmış.
Belediye, yıkıma mahalledeki çocuk parkını yıkarak başlamış, taşınanların evlerinin suyu, elektriği kesilmiş, camları kırdırılarak kalanların psikolojisini etkileyecek harap bir görüntü yaratılmış. Evini satmamakta direnen 75 yaşındaki Rizeli İsmet Hezel'in tarım ilacı içip, bıraktığı mektupta dönemin başbakanından, belediye başkanına suçlayan intihara teşebbüsü, olayı basına yansıtmış.
Detaylı bilgisini aşağıdaki linkte bıraktığım Toklu Dede Sokağı sakinleri ne yazık ki mahallerinden çıkarılmış. Elini uzatsan tarihe dokunacağın bir alan kentsel yenileme değil dönüşüme tabii tutularak, yine bir zümrenin cebini doldurmuş. 2019 yılında Millenium Otel'leri İstanbul'daki ilk otelini Ayvansaray'da hizmete sunmuş.
Toklu Dede Sokak'tan sonra, hemen yolumun üzerindeki Vlaherna Meryem Ana Kilisesi'nin büyük bahçesinde, yerde duran sütun başlarına bakıp, 'acaba 1.5 hektarlık inşaat alanından hiç mi bir şey çıkmadı?' diye düşünmedim değil. Ayazması da olan bu kilise binası da orijinal bina değil. Yıllar önce yanan asıl kilisede, Kudüs'e hacı olmaya giden iki tüccarın getirdiği, Meryem Ana'ya ait olduğu söylenen mantosu saklanırmış.
Bu sokakların hikayesi de burada dursun.
Not:
-Balat Or Ahayim Hastanesi tarihçesi..https://www.balathastanesi.com.tr/kurumsal/hastane-tarihi/
-Toklu Dede sakinlerinin yaşadıkları
https://fenerbalatimiz.wordpress.com/2013/11/11/407/
Yorumlar
Yorum Gönder