ARKEOLOJİ MÜZESİ Ve Bir Sergi ;''İYİLİKTE KULLAN HANIMEFENDİ....''

Temmuz 2008

   

Arkeoloji Müzesine yaptığım ziyaretlerden sonuncusunun sebeplerinden biri "Gün Işığında İstanbul'un 8000 Yılı" sergisini gezmek.

Bu sergide, Marmaray Yenikapı kazılarında çıkan 24 tekneden biri olan "Marmaray 6 Teknesi" yükü ile beraber,Sirkeci kazılarında bulunan elmas taşlı bir yüzük, Sultanahmet eski cezaevi civarı kazılarında ortaya çıkan ve III.Selim dönemine ait altın bir sikke, yine Sirkeci kazılarında çıkartılan Roma dönemi mermer heykel başı, VII. Konstantin dönemine ait altın sikke,milattan sonra ikinci yüzyıla ait fildişi bir tanrı heykeli ve Bizans dönemine ait ahşap bir sandalet tabanı Arkeoloji Müzesinin giriş katında sergileniyor.

 
 
                
Sadece sandaletin üzerindeki  "SAĞLIKTA KULLAN HANIMEFENDİ, GÜZELLİKTE VE MUTLULUKTA OLUP GİY" temennisini okumak için bile gidilebilecek serginin süresi, bana görevlinin söylediğine göre yıl sonuna (2009) kadar uzatılmış.Sergide prehistorik dönemden, Osmanlı dönemine 8000 yıllık kültür hayatının gelişimine  ışık tutacak 500 eser yer alıyor.

                   

1881 yılında İstanbul'da başka birçok güzel bina da yapmış olan mimar Alexander Vallaury'nin eseri olan  Arkeoloji Müzesi'ne daha sonraki yıllarda ek binalar da yapılmış.

1472 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan ve İstanbul'da en eski sivil mimari örneği olan Çinili Köşk'te Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait çini ve seramikler sergileniyor.

           
Artemis Tapınağı Maketi      

Osmanlı topraklarında padişah izinleriyle yapılan ve "bizde o taşlardan çok var" düşüncesiyle,daha sonra Louvre gibi, British Museum gibi, Berlin Müzesi gibi müzelerin salonlarını dolduracak kültür miraslarımızın gidişlerine Osman Hamdi Bey'in girişimleriyle çıkartılan kanunlarla dur deniliyor.Bizzat kendinin de katıldığı arkeolojik kazılar da olan Osman Hamdi Bey  Arkeoloji Müzesi kuruyor.

        

Ana binanın sol tarafında, hediyelik eşya ve kitap reyonundan sonra Osman Hamdi Bey Hatıra Salonu bölümünde  sergilenen lahitler arasında,  milattan önce 4.yüzyıla tarihlenen ve dört bir tarafında av ve Makedonlarla Perslerin savaşlarından  sahneler olan lahid İskender Lahdi olarak biliniyor. Ağlayan Kadınlar, Satrap Lahdi, Tabnit Lahdi, Sayda Kralının Lahdi diğerlerinden bazıları.

       

Sağ taraftaki salonlarda ise arkaik dönemden Roma Devrine antik çağ heykellerini görüyoruz. Bunların arasında Afrodisias buluntularının sergilendiği Kenan Erim Salonu da var.

 

Anadolu'nun Üç Mermer Şehri Salonu'nda  sergilenenler arasında  Efes ve Milet buluntularını görüyoruz.

Ana binayla bağlantılı olan ek bölüm altı katlı ve benim en severek gezdiğim "Çağlar Boyu İstanbul"  birinci katta sergileniyor. İkinci katta "Çağlar Boyu Anadolu ve Troia" ,en üst  katta "Anadolu'nun Çevre Kültürleri Kıbrıs, Suriye ve Filistin " sergileme salonları var. İki katı depo olan binanın giriş katında bir çocuk müzesi oluşturulmuş. Giriş katında kot farkıyla oluşturulan bölümde de yine favori bölümüm " İstanbul'un Çevre Kültürleri Trakia, Bithynia ve Bizans" sergileme salonları var.

 

Çağlar boyu İstanbul bölümünü gezerken günlük hayatımızın döngüsünde, defalarca geçtiğimiz caddelerin yapılırken ya da onarılırken altından çıkan tarihi eserleri görüp "daha neler vardır" diye iç geçiriyorum. Kadıköy Altıyol onarım kazılarından çıkanlar gibi.

Sultanahmet Meydanı'ndaki Burmalı Sütun'un, Perslerden kazanılan savaş ganimeti silahlardan yapılan üç yılanından birinin başını vücudundan ayrı da olsa bu bölümde görüyorum.

       

Troia bölümünü gezerken " ah Schliemann ah" deyip, Moskova'da Puşkin Müzesi'ndeki  Troia hazinesini düşünüyorum. Troia'nın dokuz katının buluntuları arasında Troia'lı kadınların ateşte ısıttıkları taşları, daha sonra yemekleri sıcak tutmak için kullandıklarını anlıyorum.

  

Hititolog hocamız İlmiye Çığ'ı anarak  Hitit yazıtlarındaki ,"Aşk Mektuplarını" evlilik ve  ticaret anlaşmalarını okuyorum. Hititlerle Mısırlılar arasında yapılan, tarihin ilk yazılı antlaşması olan Kadeş Antlaşması'nı ders kitaplarımızda bırakmayıp, gözlerimle de görüyorum. 

       

Bizans mezar taşlarına bakıp, üzerlerindeki kabartmalardan kişinin mesleğini çıkartmak oyun haline geliyor. Kılıç ya da miğfer bu askermiş dedirtirken, tarak ya da lir onun bir kadın olduğunu anlatıyor. Aynı topraklarda kültürler birbirinin devamı değil mi aslında? Osmanlıda da mezar taşlarının üst kısmı çiçekli ise adını okuyamasak bile, o mezar taşının bir kadına ait olduğunu anlamıyor muyuz?

 

Arkeoloji Müzesinin  bahçesi de bir o kadar hazine sunuyor . Küçük çay bahçesinde sütun başı masalar üzerinde,Helenistik ya da Roma Yazıtları arasında hayatımın en arkeolojik çayını içiyorum. Yazıları çözmeye çalışıp, hızımı alamayınca kağıt kalem çıkartıp yazıyorum.....



Yeğenlerim ve Zeus

Çocuk Müzesinden bölümünden.....

Yorumlar