BENİM BEYOĞLU'm (1)


Ocak 2009

Yirmi kala vapuru, karşıya geçiyorum. Kadıköy'de oturmaya başladığımdan bu yana, yolum daha az düşüyor Beyoğlu'na. Ama bugün
kısa bir tur proglamladım kendime.
     
     
     
Önce Şişhane'de Fehmi Bey'e uğrayıp abajur bakacağım.Biliyorum ki birbirinden şık abajurların içinde bir türlü karar veremeyeceğim. Ama , Fehmi Bey'le hoş bir Asmalımescit sohbeti yapmış olacağım.

 

Evet,almayı başka güne erteleyip dükkandan çıkıyorum. İşte Frej apartmanı karşımda, yani Sarkuysan'ın (Kapalıçarşının sarraf ve kuyumcuları birliğinin) binası. İkinci derece tarihi eser olan bina Lübnan'lı oldukça varlıklı Frej ailesininmiş. Her katın görünümü birbirinden farklı.Cephesindeki heykeller binaya ayrı bir güzellik katıyor.

   
1995 Frej apt. ve Can(yeğenim)                        Babamın albümünden Frej apt.

Ailenin üç çocuğundan Anjel İstiklal Savaşı kurmaylarından Feridun Dirimtekin'le evlenerek Aysel oluyor. Çok lüks bir hayat yavaş yavaş bitiyor.Feridun Bey Ayasofya Müzesi'ndeki işinden emekli olunca Nışantaşı'na taşınıyorlar. Bir gün evin önünde kazılan elektrik çukuruna düşüp kalçasını kıran Feridun Bey daha sonra kalp yetmezliğinden ölüyor.

 
 Elhamra Pasajında eski bir düğün düğün davetiyesi

Bundan sonra hayat Aysel hanım için daha da kötü gelişiyor. Eşinin yakınları akıl sağlığının yerinde olmadığı doğrultusunda rapor alıyor. Önce Akıl Hastanesine, sonra bir huzurevine yerleştiriliyor. Huzurevinde düşerek kalçasını kıran Anjel de, daha sonra  hayata veda ediyor.
Bina  da 1983'te Sarkuysan A.Ş.'ye satılıyor.

  
Pera Palas                                                         Orient Ekspres

 
 90'lı yıllarda Pera Palas                    Atatürk'ün kaldığı oda

Ama ben o tarafa değil de Meşrutiyet Caddesi tarafa çıkacağım. Pera Palas'ta tadilat var, geçen yıl sorduğum görevli 2010 da biteceğini söylemişti. 1894 tarihinde yapılan otelde o yıllarda Orient Ekspres treniyle Avrupa'dan gelen yolcular kalıyordu.On yıl kadar önce gazetede Orient Ekspres'in Sirkeci Garında olduğunu okuyunca gidip görmüştüm.

Aynı caddede merak ettiğim bir restorasyon daha var. Camondo Ailesinin Yemenici Sokak'taki evi.Tünel'le Meşrutiyet Caddesi arasında bir adayı kapsayan bu büyük bina da, önce işyeri olmuş, daha sonra da uzun bir süre boş kalmıştı.Geçen yıl o bina da da restorasyon çalışmaları başlamış, oradaki bir görevliye sorduğumda otel olacağını söylemişti.

             
    1995 Camondo Evi ve Emir                                       2008 Camondo evinin yan kapısı
    (yeğenim)

Tanzimat Döneminin bu ünlü banker ailesi,Osmanlı İmparatorluğuna da kredi (borç) verecek kadar zengin bir aile.Cumhuriyetle birlikte Fransa'ya göç etmişler, orda da Paribank'ı kurmuşlar. Louvre'a bağışladıkları zengin  kolleksiyonlarının yanı sıra,oturdukları ev de özel müze olarak gezilebiliyor. İkinci dünya Savaşında toplama kamplarında yok olan aileyle ilgili Türkçe olarak birkaç da kitap var.

Camondo Evi restorasyonunda göze çarpan bir gelişme yok.Tünel'e yürüyüp Galata Mevlevihanesinin olduğu Galip Dede Caddesi'ne giriyorum.

 
Galata Mevlevihanesi


Ne zaman geçsem bir kedi gördüğüm Mevlevihane'nin bahçesinde yine bir kedi görüyorum. Burası 1492 yılında yapılan şehrin en eski Mevlevi tekkesi.Şu andaki bina 18.yy.dan kalma. Burada, dünyanın dört bucağından gelen turistleri görmek mümkün olduğu gibi, bizzat semaha duranları da görebilirsiniz. Benim on yıl kadar önce gittiğim törende bir Hollandalı vardı.

Biraz ilerde sağda Tımarcı sokağında sevdiğim binalardan biri daha var.Orijinal adıyla  Barnathan apartmanı,şu andaki adıyla Demir Apartmanı.

  
Tünel'deki apartmanlar, balkon demirleri muhteşem

    
Apartmanın giriş kapılarından biri       Diğer girişin alınlığı

Tımarcı Sokağın bir yanı boyunca uzayan apartmanın cephe düzenlemeleri ve bezemeleri döneminin güzel örneklerinden. Kapı alınlığında yapım tarihleri 1892 ve 1893 'ün karşılarında,5652 ve 5654 olarak musevi takvimine denk düşen tarihler var.

Tımarcı sokak Şahkulu Bostanı sokağa açılıyor.Daha doğrusu Şahkulu Çıkmazına. Basamaklarla inilen sokak, altından arka sokağa geçit olan bir apartmanla kesiliyor.

  

Küçük bir avluya bakan apartmanların güvenliği için olsa gerek,kapı otomatiklerinin avlunun girişine alınıp, serbest geçişin engellenmiş olduğunu görüyorum. Bu avluya bakan evlerden birinde 90'lı yılların kaliteli Türk filmlerinden biri çevrilmişti.(Bir Beyoğlu Düşü'müydü?)

Tekrar Galip Dede Caddesine dönüyorum.Tetonia'nın (Alman Kültür Merkezi) yanındaki sokaktan avaz avaz çocuk sesleri geliyor. Deutsche Schule'nin öğrencileri teneffüste.

Çekmek istediğim bir fotoğraf var. Kırım Kilisesi'nin gotik kubbesiyle Hacı Mimi Camisi'nin minaresini aynı kareye almak. Antakya'da benzer bir fotoğraf hep çekilir.Gökyüzü ve bulutlar da uygunken Kumbaracı (veya aslı olan Humbaracı) Yokuşu'na yöneliyorum.

Hacı Mimi Cami, El Hac Mehmet Çelebi isimli zat tarafından 16. yy.da yaptırılmış.1900'lerde bile harap vaziyetteki caminin yerine 1958'de şimdiki 120 metrekarelik betonarme bina yaptırılıyor.(Kaynak Beyoğlu Müftülüğü)

     
 Kırım Kilisesi ve Hacı Mimi Cami                             Antakya

Bir Anglikan kilisesi olan Kırım Kilisesine gelince, Kırım Savaşına katılan İngiliz askerlerin anısına Abdülmecit'in müsadesi ile 1858'te yapımına başlanıyor. Yapımı on yıl sürüyor.1971'de cemaatı azalan kilise kapatılıyor.1991'de, eski bir İngiliz sömürgesi olan Sri Lanka'daki (eski Seylan) iç savaştan kaçan sığınmacılar bu kiliseye yerleştiriliyor ve kilisenin onarımına başlanıyor. İşte benim  de tam o dönemde karşıma çıkıyor kilise. Bu kiliseden çok şato benzeyen yapıda, bir de çekik gözlü esmer insanları görünce şaşkınlığım iyice artmıştı.

  

Kilisenin papazının bir röpörtajını okumuştum. Beyoğlu'nun bu sokaklarındaki evlerde Anadolu'dan gelip yerleşenler bir hayli çoktur. Ve evden eve ip gerilip çamaşır asılır. 90'lı yıllarda kilisenin tadilatından sonra bahçesini de düzenleyen papazın, çamaşır iplerini bahçeye uzatıp, uzatamayacağını soran çok çocuklu bir komşusuna verdiği "elbette, içinde hayat olmazsa bahçe neye yarar "cevabı hoşuma gitmişti.

Evet, yemek zamanı geldi. En tercih ettiğim yerlerden biri olan Rejans bugüne de en uygun düşeni olsa gerek.

 
 Rejans (2011'de kapandı)                                       Tarihi Markiz Pastanesi'ne yakışmış mı?

1917 Ekim Devrim'inden sonra Rusya'dan gelen Beyaz Rusların açtıkları
bu lokantada o zamanlar canlı müzik de olurmuş.Şimdiki sahipleri, son senelerde biraz zorlansa da, Atatürk'ün de yemek yediği bu güzel lokantayı yaşatıyor. Kievski ve karskinin arasında benim tercihim böf straganof.Jülyen doğranmış  dana eti, üzerine özel bir sos. Spesyal içkileri "sarı votka". İçine limon kabuğu konularak bekletilmiş olan  votka masaya şişeyle geliyor, içildiği kadarına hesap ödeniyor.

     

Yemekten sonra Yapı Kredi Bankası Vedat Nedim Tör Müzesinde gezmek istediğim bir sergi var.

 
  
Sergiden portre heykeller

Geçen yaz Rodi'yle(eşim) Bodrum'dan dönüşte, direksiyonu önce Aydın'a çevirip Geyre'de Afrodisias antik kentini gezmiştik. Ara Güler'in fotoğraf çekimi  için gittiği bir yerden dönüşte, yolunu kaybedip düştüğü Geyre'de, oturduğu köy kahvesinde sütun başı masalar,evlerin duvarlarında yazıtlar görmesiyle başlayan macera,arkeolog Kenan Erim  için yaşam şekli olmuş. Antik şehrin muhteşem anıt kapısının gölgesinde huzur içinde ebedi uykusunda şimdi.

  

Ören yerinde geçen yıl açılan Sevgi Gönül Salonunda şimdiye kadar görmediğim güzellikte frizler ve portre heykeller vardı. Yapı Kredi oradaki eserlerden bir kısmını sergiliyor.

               
               Afrodisias Müzesi Sevgi Gönül Salonundan

  
Afrodit'in şehrinden

Beyoğlu'na dönersek, sergiyi gezip, açılan deftere teşekkürlerimi de bildirdikten sonra, alt kattaki kitapçıya iniyorum. İstiklal Caddesinin kitapçıları saatlerimi geçirdiğim yerlerdendir. Bir saate yakın kitap karıştırıp, Emma Chaplin'i dinledikten sonra, kendime birkaç kitap hediye ediyorum.

Leb-i Derya'da  İstanbul manzaralı fındık aromalı kahvemi de içtikten  sonra Kumbaracı Yokuşu'ndan Karaköy'e ineceğim.

 
           
           Kahvemi içerken  manzaram

Kumbaracı Yokuşu'ndan inerken sokakta oynayan çocuklar, geçen yıl yapılan "Kumbaracı Yokuşu Çocukları"faaliyetini hatırlattı bana. Çocuklara birer fotoğraf makinesi verilmiş, çektikleri fotoğraflar sokağın binalarının cephelerine asılmıştı. Yanlarından geçerken sorduğum çocuklardan biri  çektiği üç fotoğrafın sergilendiğini, makinelerin de kendilerine hediye edildiğini söyledi.

         
         Kumbaracı Yokuşu Çocukları

Karaköy'e doğru inerken yıllara meydan okuyan bakımsız ama yine de çok güzel binaların fotoğraflarını çekiyorum.

      
     
    


Yorumlar

  1. guzel yazi olmus keske resimleri buyuterek bakma sansim olsaydi. markiz'in yanindaki narmanli handan bahsetmemeniz ayip olmus :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Eğer Benim Beyoğlu'm (2) okumuş olsaydınız,Narmanlı gibi bir yapıyı unutmayacağımı görürdünüz :) http://roditutu.blogspot.com.tr/2014/12/benim-beyoglum-2.html

      Sil

Yorum Gönder