BURSA, Hazine Sandığı


Kasım 2011

İstanbul Film Festivallerinden birinde St. Petersburg'u anlatan bir film izlemiştim. Şehri ''Hazine Sandığı'' olarak betimlemişti. Bursa bende öyle bir izlenim bıraktı. BURSA Hazine Sandığı.....

Bir arkadaşımız oturduğu için oldukça  sık gittiğimiz Bursa'nın Orhangazi ilçesinin Yeni Sölöz köyünden, iki kez  yolumu günü birlik Bursa'ya düşürüyorum. Osmanlı'nın beylikten imparatorluğa geçiş döneminde başkent olmuş bu şehirde, büyük yapılarla beraber, taş ve tahta oymacılığı, seramik, alçı bezeme, hat gibi sanatların da ne kadar gelişmiş olduğuna, gördüğüm çoğu 14.yüzyılla 15.yüzyılın ilk yarısında yapılmış olan muhteşem eserlerle tanık oluyorum.  

BİRİNCİ BURSA SEFERİM
Kahvaltıdan sonra İznik gölü kıyısındaki köy sapağına inip, İznik'ten yarım saatte bir Bursa'ya giden minübüsleri bekliyorum. Onbire doğru bindiğim minibüsle, yarım saat sonra modern, düzenli, temiz, düzenlemesinde ağaçlandırmaya da yer verilmiş Bursa otogarındayım. 38 no'lu belediye otobüsü ile onbeş yirmi dakikada şehrin göbeği Heykel semtine geliyorum.

Şehrin kalbi olan Atatürk Caddesi üzerinde, Ulucami ve Orhan Camii ki, Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Beş Şehir kitabında okumuştum, Orhan Bey camisinin kandillerini kendisi yakarmış ile, bu camilere gelir temini için zamanın ihtiyacına göre yapılmış Emir, Koza, Geyve, Tuz , İpek , Prinç hanlarının olduğu Hanlar  Bölgesi, Bursa Kapalıçarşısı ve Bedesten, derken ahşap kütükler arasında tuğla örgü duvarlarıyla dikkati çeken, günümüze kalan en eski belediye binalarından olan iki katlı Belediye Binası, Tayyare Kültür Merkezi ki onun da hemen yanı iskender kebabın bence iki numaralı adresi İskender (birinci sırada Eski Garajlar'daki Uludağ Kebapçısı var) ve Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu aralıklarla sıralanıyor.


Caddenin karşı sırasında,Heykel semtine adını veren, ki Atamızın kendisine en çok benzeyen anıt olduğunu söylediği, at üstündeki heykeli yerini alıyor. Heykelin olduğu meydanda biri Valilik diğeri Bursa Kent Müzesi olarak hizmet veren ve cumhuriyetin ilk dönem örneklerinden olan iki güzel binanın arasını, meydana bakan bir amfitiyatro süslüyor. İlerlemeye devam edince, adı toplanma yeri anlamına gelen meşhur Mahfel Kahvehanesi, ulu çınarlar, tekrar caddenin sol tarafına geçip Gökdere'yi takip edince de Irgandı Köprüsü, ki Ponte Vecchio, Rialto ve Osma köprüsü gibi, dünyada üzerinde dükkanlar olan dört köprüden biri; şehrin ana merkezinde gezilecek yerler arasında bulunuyor.

Ben işe Kent Müzesini gezip, bir de Bursa Kent Rehberi satın alarak başlıyorum. Günümüze kadar  Bursa'nın; tarihi, coğrafi, kültürel, sosyal, ekonomik,  ticari ve turistik yapısınına ilişkin bilgi ve belgelerin, görsel sunumlar ve animasyonlarla tanıtıldığı müzeyi gezdikten sonra, meydandaki amfitiyatroda oturup, rehber kitabımdan rotamı belirliyorum.


Rotam öncelikle, kentin doğusunu sonra merkezi gezmek. Atatürk Caddesi üzerinde sağa yani Uludağ'ın eteklerine doğru yürümeye başlıyorum. Yeşil cami yönlendirme tabelasını görünce, soldaki caddeyi takip ediyorum. Yeşil Külliyesi, günümüzde Türk İslam Eserleri Müzesi hizmeti veren medrese binası, tadilatta olduğu için içini gezemediğim ama taç kapısının ihtişamından muhteşem bir cami olduğunun sinyallerini aldığım Yeşil Camii, imaret ve  içi dışı yeşil, turkuaz çinilerle kaplı Çelebi Mehmet ve yakınlarının bulunduğu Yeşil Türbe'den oluşuyor.


Yürümeye devam ediyorum. Aşağıda dümdüz uzayan Bursa ovasına yukardan bakan eski bir mezarlık, güzel bir çeşme Emir Sultan Külliyesine geldiğimin sinyallerini veriyor. Ülkemizin Eyüp Sultan'dan sonra en çok ziyaret edilen, sünnet çocuklarının, evleneceklerin geleneksel uğrak yerlerinden olan cami ve türbe, Bursa'nın şiddetli depremlerinden birinde (1795) tamamen yıkılmış. III. Selim tarafından yeniden yaptırılan caminin, daha sonra da oldukça restorasyon görmüş olduğu, boyalarının ve nakış işlerinin canlılığından anlaşılıyor. Doğrusunu söylemek gerekirse adını bilmeme rağmen kim olduğunu bilmediğim Emir Sultan'ın, 1: peygamber sülalesinden geldiğini, 2: Yıldırım Bayezid'in kızıyla evli olduğunu 3: üç Osmanlı padişahı döneminde yaşamış ve onlara kılıç kuşandırmış kişi olduğunu rehber kitabımdan okuyorum.


En doğuda kalan Yıldırım Külliyesini bir sonraki Bursa seferime bırakıp, merkeze dönüyorum.  Bursa'ya yapılan ilk tarihi yapılardan olan, Orhan Camii'yi ve ona gelir sağlaması için yapılan Emir Han'ı geziyorum. Avluları  çay bahçelerine dönüştürülmüş, restorasyon geçirmiş, işlevsel olarak hala ticaret yapılan diğer tarihi hanları da bitirdikten sonra sıra, Bursa'nın yirmi kubbeli Ulucami'sine geliyor. Ortadaki kubbe açık bırakılarak içeriye hoş bir aydınlık girmesi sağlanan camide, camla kaplı bu kubbenin tam altındaki şadırvandan etrafa çok hoş bir su sesi yayılıyor.

1400'de Yıldırım Bayezid'in yaptırdığı  Ulucami'nin ahşap işlemeli mimberini yakından incelerseniz, üzerindeki bazı şekillerin güneş sistemini tasvir ettiği tahminlerine bir yorum da siz getirebilirsiniz. 600 sene önce dini yapılara bile, daha mı bilimsel yaklaşılıyordu acaba? Cami çıkışı kendimi Kapalıçarşının içinde buluyorum. Hanlar, çarşılar, camiler bu bölgede hepsi yan yana. Bu Osmanlı'da geleneksel bir yerleşim şekli, ticaretini, alışverişini ve ibadetini bir bölgede yapıyorsun, evine gidiyorsun.


Ben daha eve gitmiyorum. Eylül ayındayız, kış saati uygulaması başlamadığından havanın kararmasına çok var. Bu arada bu bölgeden  Irgandı Köprüsüne doğru tipik eski Bursa evleri  olan  arka sokaklara da bir dalmak gerekiyor. Ama, Bursa'nın Soğukçeşme sokağı diyebileceğim sokak,  Ulucamii'nin karşı çaprazındaki  küçük Kale sokak. Osman Gazi mahallesi olan bu bölgenin, gezilecek yerlerini  dolaşmaya başlıyorum. Tophane Parkı'nda 20. yüzyılın en başlarında, yangın kulesi olarak yapılan yedi katlı bir saat kulesinin yanında; dini ve milli bayramlarda top atışlarının yapıldığı  toplar sıralanıyor. Osmanlı İmparatorluğunun ilk padişahlarından Osman ve oğlu Orhan Gazi'nin türbelerinin de bulunduğu Tophane Parkı ve Tophane semti adını bu toplardan alıyor.

Osman Gazi'nin türbesini gezerken döşemeye özellikle dikkat ediyorum. Bölüm bölüm kalmış çok güzel mozayik desenler zamana direniyor. Bursa ovasına yukardan bakan bu parkın yerinde, Bizans döneminde bir saray ve Saint Elie Manastırı bulunuyormuş. Kent Müzesinin Osman Gazi bölümünde bir anekdotta yazıyor ki, oğlu Orhan Gaziye, uzaktan  gümüş gibi pırıldayan kiliseyi gösterip '' ölünce beni şol gümüş kubbeli yere gömün'' demiş. Öldüğünde Bursa henüz Osmanlı toprağı olmadığından, fetihten sonra Orhan Bey babasının vasiyetini yerine getiriyor.


Şehrin batısına doğru, Kaplıca Caddesinden yoluma devam ediyorum. Ağaçlıklı sakin bir cadde. Bir iki tarihi küçük  camii geçiyorum. Park zengini bu şehirde, Devlet Hastanesinin karşısında  büyük bir parktan, aşağıda uzanan şehri seyrediyorum. Bu şehrin bir kısmı akropol gibi yükseklerdeyken, yarısı da ovaya yayılıyor. Stadyumu, Kültür Parkı görüyorum. Parktan etrafı incelerken solda, epeyce ilerde  yeşil çatılı yüksek sayılabilecek binalar ilgimi çekiyor. Yakınımdaki hanıma neresi olduğunu soruyorum, Irgandı Köprüsü'nü sorduğum kız gibi, bilmiyorum diyor!


Kaplıca caddesinden aşağı doğru yürümeye devam ediyorum. Solda, Bizans döneminden kalan şehir surları gözüme çarpıyor . Bakımsız, dökülüyor. Ama sonra, belediyenin bir tabelasını görüyorum. ''Sıra eski surlarda, Cilimboz Vadisi'ni şehrimize kazandıracağız''  yazıyor. 19. yüzyılda  ipek fabrikası iken şimdi meslek okulu olan gösterişli bina Fabrika i Hümayun'un yanından geçiyorum. Bu yapının tam karşısında, 85 yıl önce mübadelede evlerini bırakıp gitmek zorunda kalan rumların mahallesi Kayabaşı sokağın, iki katlı evlerini, kapılarını, kapı tokmaklarını incelerken; annelerin de karıştığı müthiş bir mahalle kavgasına kulak misafiri oluyorum. Rehber kitabım askerlik şubesinin yanında çatısı yıkılmış Rum kilisesini de uzaktan görebilirsiniz diyor ama, ben göremiyorum. 


Biraz daha ilerideki Muradiye Külliyesini şehrin batısını kapsayacak olan bir sonraki seferime bırakıp, son durağım Eski Garajlar'daki Uludağ Kebapçısı'na gitmek üzere E-2 no'lu otobüse biniyorum. Otobüsle Eski Garajlar'a doğru giderken artık şehri epeyce tanımış oluyorum. Şehrin göbeğine dikilen Toki Konutlarını, plazalarını, alışveriş merkezlerini, akıp giden akşamüstü trafiğini geçip, Uludağ Kebapçısı'nın sokak içindeki yerinde, kaldırıma sıralanmış, üç masasından birinde yerimi alıyorum. Şıra eşliğinde cazır cazır nefis tereyağı dökülmüş iskenderimi de yiyince, birinci Bursa seferimi tamamlamış olarak, 38 no'lu otobüsüme binip otogarın yolunu tutuyorum.

Yorumlar