Dünyanın En Nefes Kesen Manzaralarından Birine Bakmak; PREİKESTOLLEN (Pulpit Rock, Vaaz Kayası)


Fiyortlar, buzul dönemlerinde buzulların karayı aşındırması, sonra da buraları denizin doldurması sonucu oluşan doğa şekilleridir. İskandinav ülkelerinin kıyıları böyle şekillenirken, bu arada binlerce de adacık oluşmuştur.
Yılda yüz elli bin kişinin çıktığı, Norveçlilerin Preikestolen (Vaaz Kayası) dedikleri yer, Lyse Fiyortuna altı yüz dört metre yüksekten bakılan, yirmi beşe yirmi beş ebatlarında bir kaya kitlesi. Lonely Planet’in ‘’Dünyanın en nefes kesici manzaralarından biri’’ dediği kayanın adı, seklinden geliyor. Vaazı verenin de rüzgar olduğunu yaşayıp, görecektim.
Kayanın ilk fotoğraflarına iki yıl önce, gezgin bir arkadaşımın facebook sayfalarında rastlamış, kenarından aşağıya, ayaktayken bakmanın yaratacağı adrenalini tahmin etmiştim. Onun yere yapışmış fotoğrafına ‘’Ben de olsam, ancak böyle bakabilirdim’’ yorumunu yazarken, Preikestolen’e gitmek, henüz aklımın ucunda bile olmayan bir fikirdi.
Ama ertesi yıl, üniversiteden üç arkadasımla, bir kuzey ülkeleri gezisi yapma planlarına başlayınca, Preikestolen’e ulaşmanın birinci basamağı olan Stavanger, Norveç’te ilk durağımız oldu.
Stavanger, Norveç'in güney batısında , sekizinci yüz yılda kurulmuş, bugün yüz on beş bin nüfusu ile ülkenin dördüncü büyük kenti olan, bir liman şehri. Ülkede petrolün ilk bulunduğu yer oluşu, bir Petrol Müzesi açmalarını da peşinden getirmiş.
Ve balık ve balıkçılık, Stavanger'in diğer zenginliği. Deniz ve doğal yaşam, insanların o kadar hayatında ki, bir ara arkadaşlarımı beklemek için oturduğum deniz kenarındaki bankın yanına, içinde bir de bisiklet olan, çok küçük bir tekne yanaştı. Norveçli tekneden çıktı, teknesini bağladı, bisikletini aldı, yoluna bisikletiyle devam etti.
Orada beklediğim sürede, yine bağlı olan teknelerden birindeki balıkçı, kilolarla karides ve yengeç ayağı sattı. Şehrin harika bir de balık pazarı var. Limanın hemen yanındaki pazar aynı zamanda, restoranların da sıralandığı bir bölge. Hayatımda içtiğim en güzel balık çorbasıyla bu restoranlardan birinde karşılaştım. Tepeleme yediğimiz yengeçler, karidesler de cabası.
Şehrin denize bakan sol tarafı, sokaklarında dolaşmaya doyamayacağınız eski kent. Çeşit çeşit çiçekler, hoş tasarımlarla kapılarını pencerelerini süsleyen insanlar, yaşadıkları evlerin her birini fotoğrafını çekmeden geçemeyeceğiniz birer mekan haline getirmişler. İki yüz tane beyaza boyanmış ahşap evin olduğu sokakları, ben söyleyeyim siz 'Şu Stavanger'e gidip, Gamla yani eski Stavanger'i, biz de mi görsek' deyin.
Bir Norveç filminden aklımda kalan şöyle bir bilgi var. Petrol bulunup, ülke artık bütçe fazlası vermeye başladığından itibaren, belli bir miktar petrol geliri, ülkenin ancak çok çok acil bir durumda kaldığında kullanılmak üzere rezerv ediliyor.
Neyse, zenginin parası, fakirin çenesini yorar misali, Norveç'in parasını onlara bırakıp, gecesi neredeyse olmayan temmuz sabahında, biz hedefimiz Vaaz Kayası'na gitmek üzere yola çıkalım.
Stavanger’de Fiskepiren feribot iskelesinden, mevsimine göre değişen saatlerde (yazın saatte bir kez) Tau’ya seferler yapılıyor. Bileti feribotta alabiliyorsunuz. Tau’da feribottan indiğinizde sizi Vaaz Kayası tırmanışının başlangıç noktası olan Preikestolen Hotel- Guesthous’un otoparkına götürecek olan bir iki firmanın otobüsünü beklerken göreceksiniz.
Bunlardan, bizim de tercih ettiğimiz Tide Reiser firmasının biletleri, feribot+otobüs gidiş geliş iki yüz elli Norveç Kronuna satılıyor. Bileti on-line alabileceginiz gibi, feribotta da alabiliyorsunuz. Üstelik siz yerinizde oturup, geniş pencerelerden fiyordu seyrederken.
Feribot yolculuğu kırk beş dakika sürüyor. İskelenin otoparkından bindiğiniz otobüsle altı kilometre gittiğinizde, yürüyüş rotanızın başlangıcına gelmiş oluyorsunuz. Zaten otobüsten inen herkesin aynı noktaya doğru yürüdüğünü görüyorsunuz.
Ama önce, istikamet gösteren ‘’PREIKESTOLEN’’ tabelasıyla bir hatıra fotoğrafı iyi oluyor. İki saatlik bir gidiş yolu var hedefe, orada havanın durumuna göre istediğiniz kadar oyalanıp, iki saatte de dönüyorsunuz. İrtifa sadece üç yüz elli metre. Bazen düz, bazen kayalık taşlı olan patikalardan yukarı yürüme güzergahı da, tek yönde altı kilometre.
Yola beraber başladığınız kalabalık gurup, yol aldıkça seyreliyor. Bir süre sonra önünüzde ya da arkanızda bir iki kişiyi ancak görüyorsunuz.
Kırmızı ‘T’ harflerini takip ederken, toprak yol daha dar patikaya, sonra basamakgibi oyulmuş kayalıklara, derken üzerine ahşap döşenmis bir tundralığa, sonra öncekinden daha dik bir kayalık patikaya dönüşüyor.
İlk yarım saatte ağaçların aralarından görünen deniz kayboluyor. Eğer bir Japon arkadaş gurubuna rastlamazsanız, ormanlık bir alanda, kutsal bir sessizlikte ilerliyorsunuz.
Siz çıkarken, geri dönüşe geçenler arasında, ana kucagında bebekten, her yasta cocuğa, köpeğiyle bu yollara düşenden, daha ilk rampada havlu atan yüz elli kiloluklara kadar bir çeşitlilik göze çarpıyor.
Dört arkadaş yola çıktığımız kuzey ülkeleri gezimizin bu kısmında, iki kişiyiz. Uyumlu bir şekilde yürüyoruz. Ara ara da fotoğraf çekiyoruz. Yanımızda, şemsiye, su, orada manzaraya karsı keyifle yiyeceğimizi düşündüğümüz atıştırmalık bir şeyler var.
İlk kilometrelerde fazla geldiğinden belimize bağladığımız yağmurluklarımız, ikinci saat içinde kapşonunu bile taktığımız kurtarıcımız oluyor. Bir yağıp bir kesen yağmur, tam da oturup güzel bir mola verilebilecek olan küçük bir gölcükte hızını arttırıyor.
Artık düz bir kayalıkta yürüyorduk ve hedefe epeyce yaklaşmıstık. Yol üstündeki yön tabelaları, bulunduğunuz yer hakkında bilgi de veriyor. tabelaya göre, önümüzdeki burnu döndüğümüzde muhtesem kaya kitlesini profilden görecektik.
Dönüşe geçen bir çifte ‘orada hava nasıl?’ diye sorduğumda, gülerek ‘rüzgarlı’ dedi. Eh, o yükseklikte , rüzgar olacak tabii ki, ‘normaaal’ değil mi!
Normal değil, öyle bir rüzgarla karşilaşıyoruz ki, dar patika yolda, herkes gibi biz de sağımızdaki kayalara yapışıp kalıyoruz.. Bir an, o rüzgarda ilerlemenin imkansızlığıyla ‘Ne kötü buraya kadar gelip, kayayı göremeden döneceğiz’ diye düsünmekten kendimi alamıyorum.
İç konuşmalarım sürekli devam ediyor ‘Yok ya, buraya kadar gel, o muhteşem kayanın üzerinde olmayı bırak, görmeden dön, olur mu hiç!’
Dolu tanecikleri sandığım, yüzüme gözlerime çarpan şeylerin, kum ve küçük tas parçacıkları oldugunu, elim saçlarıma gittiğinde anlıyorum.
Sonra bir ara rüzgar mi azaldı, ben mi üç beş kisi de olsa ilerleyenleri görünce cesaretlendim bilmiyorum, arkadaşıma ‘ben ilerliyorum’ diyorum.
Lyse Fiyordu altı yüz metre aşağıda, her iki yönde nehir gibi kıvrıla kıvrıla uzuyor. Günesli bir havada, gökyüzünde beyaz bulutlar varken fotoğraflamayı hayal ettiğim manzara, puslu da olsa gözlerimin önünde uzanıyor.
Kayalara sıkıca tutunarak, Vaaz Kayası'nın üzerine çıkmadan, karaya bağlandığı hizadan geçip, dipte rüzgar almayan bir yere yerleşiyorum. Sağımda solumda sürekli fotoğraf çeken birileri var. Ilk durduğumuz yerde rüzgardan değil fotoğraf çekmek , yüzümüzü ancak rüzgardan korurken, burası fotoğraf çekmeye de izin veriyordu.
Simdi ben de ‘’Dünyanın En Nefes Kesici Manzaralarından Biri’’ ne bakıyordum. Hatta biraz kıyısına gidip, fotoğrafla belgeliyorum da.. Arkadaşım da, benimle aynı duyguları yaşamıs olmalı ki, onun da yanıma doğru ilerlediğini görüyorum.
Ama asıl olayı henüz gerçeklestirememiş, Vaaz kayası'nın üzerine çıkıp, uçlarından fiyorta bakamamıştık. O güne kadar intihar eden iki kisi hariç, buradan düşen hiç kimse olmamış. Simdi, o uca gitmeden geri mi dönecektik?
Olmazdı, o an yaşanmalıydı…. Diyorum ve yürüyorum. Kayanın ucuna daha iki üç metre kala yere yapışıp, sürünerek kayanın kenarına ulaşıyorum. O nasıl bir adrenalinse, artık manzarayı değil, oradan aşağıya bakmayı düşünüyorum. Kaç dakika kaldığımı hatırlamıyorum. Yanımda benimle aynı pozisyondaki kıza, fotoğrafını çekmeyi teklif ediyorum. Sonra da ondan bana çekmesini.
Işlem tamamdı, şimdi kendimizi mükafatlandırabilirdik. Rüzgar almayan burna yakın, fiyordun bir kısmını gören, bir kayanın üzerine oturuyoruz. Etrafımızdakiler gibi biz de nevalelerimizi çıkarıp, hedefine ulaşmanın keyfiyle sandviçlerimizi yiyoruz. Ve arkadaşımla, yetmiş iki milletten insanın gelip gittiği bu yerde, bir tek çöp olmamasını konuşuyoruz.
Temmuz 2014












Yorumlar