SİNOP YOLCUSU KALMASIIIIN

Ağustos 2013

SİNOP YOLCUSU KALMASIIIN

''Geçen yıl (2013) yaptığım 4 Günlük Kastamonu-Sinop gezimin 2.ayağı Sinop'u, bugünlerde orada olan bir arkadaşımın anımsatmasıyla paylaşmak istedim.''



Kastamonu Sinop arası otobüsle dört saat sürdü. Dokuz gibi hareket ettik, iki saat sonra, Boyabat’ta çok kısa bir süre durduk. Sinop’ta otogar şehrin birkaç kilometre dışındaydı. Servis aracı bizi, kalacağımız Sinop Öğretmenevi’nin neredeyse kapısında bıraktı.


Abdülhamit zamanında Rüştiye olarak yapılmış, büyük, gösterişli, taş bir bina Sinop Öğretmenevi. Gecesi öğretmen için 40, misafir için 50 TL. Giriş işlemlerini yaptıktan sonra, ikinci kattaki odamıza çıktık. Tavan yüksekliğini, ben beş metre diyeyim ama rahat altı bile olabilir. Odamızın, çarşafları mavi, nevresimleri denizci armalı olan dört yatağı , yerden yüksekliği normalin üstünde olan beyaz tüllü pencereleri ve en az altmış santim kalınlığında duvarları vardı. Bu duvar kalınlığı, sabah kahvaltısı yaptığımız restoranda, giriş katı olması sebebiyle doksan iki santimdi, ölçtüm.



‘Sinop’ta güneş denizden doğar denizden batar ‘ lafının arkasına takılıp, sabah çok erken (altıda), kaldığımız yere yakın mesafedeki limana yürüdük. İnsanlar balık tutmaya başlamıştı bile.Tan yerinde pembelik vardı ama, güneşin denizin üzerindeki doğum yerini göremedik. Bunun bir de akşamı var deyip, en güzel seyir yerinin Şahin Tepesi olduğunun bilgisini cebimize koyduk.


Kahvaltıdan sonra programımız Etnoğrafya Müzesi, Arkeoloji Müzesi, Balatlar Kilisesi, Alaaddin Cami, Pervane Medresesi, Sinop Cezaevi. Merkezdeki bu yerleri bitirdikten sonra Akliman ve Hamsilos Koyu, sığdırabilirsek de bir yerlerde denize girebilmek. Akşam da güneşi Şahin Tepesi’nden batırmak.

Şehir merkezinde görülecek yerler hep yürüme mesafesinde. Öğretmenevi’nin arka caddesindeki Etnoğrafya Müzesi, konak yaşantısıyla ilgili her şeyi gözünüzde canlandırabileceğiniz eski bir konak. Dönemine ait yaşmaktan, silaha, dokuma tezgahlarına bir çok başka objenin yanında, bodrum katta Sinop’un tescilli tarihi binalarının fotoğraflarının bulunduğu bir de sergi bölümü var.


İkinci durağımız yine buraya çok yakın Arkeoloji Müzesiydi. Müzenin bahçesi de en az içerisi kadar zengin. Gündüz vakti, elinde fener, yanında köpeği, fıçının üstüne çıkmış bir adam etrafa bakınıyordu. Anladınız tabii, Sinop’lu DİYOJEN’in gündüz vakti fenerle adam aradığını. Müzenin içinde de panolarla anlatılmış, İskender’le Diyojen’in karşılaşma öyküsü vardı. 



Herkesin saygıyla ve korkuyla yolundan çekildiği İskender, Diyojen’in yanına geldiğinde, o hiç istifini bozmaz. ‘’Sen biliyor musun benim kim olduğumu?’’ dediğinde, Diyojen ‘’ Dünya benim kölem, sen de onun kölesisin, dolayısıyla da benim kölemsin’’ der. İskender beğenir bu cevabı, ‘’Dile benden ne dilersen’’ der. İşte ondan sonra ünlü deyiş dökülür Diyojen’in dudaklarından ‘’GÖLGE ETME, BAŞKA İHSAN İSTEMEM’’


Sinop Müzesi’nin olduğu yerde antik dönemin Serapis Mabedi varmış. Çok az da olsa kalanlar müzenin bahçesinde görülebiliyor. Sinop’un kuruluşunun, yapılan kazılarda daha önceki zamanları da işaret etmesine rağmen, Paflagonyalılar tarafından MÖ 600’lü yıllarda olduğu kabül ediliyor ve tüm bu zamanlara ait buluntular müzede sergileniyor. Ayrıca oldukça zengin bir de ikona bölümü var. Biz, Sinop Müzesini takdire değer bulduk, bunu da görevlilere ilettik. 


Müzeden çıktıktan sonra, Yüksek Kaldırım Sokağındaki tarihi yapıları seyrederek Balatlar Kilisesi kazı alanına çıktık. Bu bölgede, sadece MS.660 yılında yapılan bu kilise değil aynı zamanda hamam ve mezarlar da ortaya çıkarılmış. Kazı alanı 10’da açılacağı için içeriyi gezme şassımız olmadı.


Tekrar Etnoğrafya Müzesinin yanına indik. Müzenin arkasında Adliye ve Vilayet binaları var. Önünden geçen Sakarya Caddesini takip ettiğimizde de Alaaddin Camisi’ne geldik. Caminin girişi yan sokaktan. Bir Selçuklu eseri. Dikdörtgen planlı, uzunlamasına değişik bir cami. Avlunun arka kapısından çıkıldığında Pervane Medresesine giriliyor. Bir çok tarihi medrese gibi, burada da her bir derslik, dükkan haline getirilip, turizmin nimetlerinden yerli halkın da faydalanması sağlanmış. Tepsi içinde gümüşi zarflı fincanlarda, yanında lokumuyla çok şık sunumu olan kahvelerimizi içerken, bir yandan da dükkanlarının önünde oturup elişleri yapan çarşı sakinleriyle sohbet ettik.


Sakarya Caddesi bizi Sinop Cezaevi’nin önüne kadar getirdi. Cezaevinde, Müzekart geçerli, kartınız yoksa giriş 3 TL. Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı dönemlerinde tersane olarak kullanılan 1882 yılında hapishaneye dönüştürülen, kale, günümüzde müze. Bir kısmı hala duran şehrin surlarının deniz kenarına konuşlandırılmış bu eski hapishanede en çok, dışardaki deli dalgaların duyulduğu koğuşu merak ediyordum.

Her birinin önünde iki basket sahası büyüklüğünde avluları olan üç koğuşu dolaştık. Bir iki bölümde yataklar, mutfak, sobasıyla nasıl olduğunu tahayyül edebileceğimiz yerleştirmeler yapılmış. Bunun yanında zifiri karanlık, penceresiz hücreler de var. Sabahattin Ali’nın deli dalgaları duyduğu bölüm denize en yakın olan blok. Ama kale surları öyle yüksek ki, değil içerdeki mahkum, biz serbest ınsanlar bile denizi göremedik.



Sıra şehrin hafif dışına çıkmaya gelmişti. Cezaevinin hemen karşısındaki duraktan Akliman’a giden minibüsler (2.5 TL) geçiyordu. Otogarın da yanından geçip 15-20 dakika sonra Akliman’daydık (12 km) Hamsilos Koyu, Akliman’dan da 2-3 km. yürüme yolu mesafesindeydi. Şoföre 5 TL. daha verelim, bizi koya bırak, teklifinde bulunduk, o da bizi Milli park olan koya kadar götürdü. Dönüşte bu cennet gibi yolu yürüdük.



Hamsilos oradaki derenin deniz tarafından yutulup, denizin içeriye doğru ilerlemesiyle oluşmuş, Türkiye’nin tek fiyortu. Kıyıları çam ağaçları ile kaplı, açık denize bakan kısımda ise denize doğru inen kayalıklar var. Fiyort tarafında, toprağa oturduk, doğanın sesini dinledik, çünkü teknik, mekanik tek bir ses yoktu. 


Dönüşte ağaçların arasında denize paralel yolu yürüdük. Akliman’da iki çok küçük ada var. Birisinde fener de var ve karaya bir köprüyle bağlanmış. Yol boyunca piknik yapan bir iki aile ve bir iki de çadır gördük. Sonra küçük bir tesis. Oturup çay ve sigara böreği molası verdik. Yemekte palamut yeme niyetimiz var. O işi Çekek yerindeki İlknur Abla’nın Yeri’nde yapacağız. Restoranların katmerli faturalarına takılmadan.


Akliman’da kumsalın başladığı yerde Sinop Üniversite’sinin Edebiyat temalı Ahmet Muhip Dranas Uygulama Oteli var.Bir kaç ay önce açılmış, gecesi 80 TL. Odaları dolaştık, temiz şık beş yıldız kalitesinde , üstelik havuzu da var, hoşumuza gitti. Hatta seneye bir hafta gelsek mi konuşması bile yaptık.


Şehre döndük, palamutlarımızı yedik, salaş bir yer olmasına ve içki de olmamasına rağmen, salata, iki balık, iki kolaya 35 Tl isteyince kızdık. İstanbul görenin gözü açılıyor mudur nedir (bize servis yapan garson muydu, bilemeyeceğim, çok uzun süre İstanbul’da yaşamış) 30 ‘a anlaşalım dedik.
Ve Şahin Tepesine çıkmak için minibüse bindik. On dakika sürmeden Sinop’un tepesindeydilk. Güneş denizin üzerinde hafiften kızarmaya başlamıştı. Kahvelerimizi söyledik. Güneşi batırırken, bol bol fotoğraf çektik. Güneş sabah tekrar gelmek üzere evine çekilice, biz de kendimizi Okullar Caddesinden aşağı bıraktık. Öğretmenevimize geldik. Eşyalarımızı toparladık, 20.45 İstanbul yolculuğuna artık hazırdık.

Yorumlar