SULTANAHMET Ve Civarının Farkında Mıyız?

Mart 2009




Zaman zaman kendime turlar düzenlerim. Bu bazen Mimar Sinan'ın camileri, hamamları  olur, bazen camiye çevrilmiş Bizans kiliseleri, bazen Eyüp, Zeyrek, Süleymaniye, Vefa gibi Osmanlı mimarisinin dokusunun sindiği semtler olur, bazen Hasköy, Balat, Fener gibi bir dönem azınlıkların yoğun olarak yaşadıkları semtleri ve onlardan  kalanları görmek için olur. Ya bir hikayenin peşine takılır Eyüp'te Piyer Loti'nin aşkı Aziyade'nin peşinden giderim, ya da Büyükada'da İmparatoriçe  Zoe'nin sürgüne gönderildiği manastırdan izler kalmış mı, diye  bakmaya giderim. Bu,  tarih bilincini edinmek, yaşadığın şehri sevmek ve  sahip çıkmaktır.

Bizans mimarisi ve sanatı okul yıllarımda bu yana, hep ilgi odağımda olmuştur. Günlük yaşamları, dini alışkanlıkları, adetleri, gelenekleri, imparatoriçeleri, inzivaya çekilmeleri, taht oyunları hakkında bir çok  kitap okudum. Okudukça gezdim, gezdikçe okudum. 

Bizans İmparatorluğunun, ki onlar kendileri için Bizans  tabirini hiç kullanmamış, her zaman Roma İmparatoru ve imparatorluğu tabirini kullanmıştır. Biz, Türklerin Rum tabiri bile Romalı'dan gelmektedir.  O zaman diyorum ki, Roma İmparatorluğu'nun, başkentlerini Roma'dan İstanbul'a taşıdığı dördüncü yüzyıldan onbeşinci yüzyıla  bin yüz yıllık  döneminde yapılan sarayları, forumları (meydan), kiliseleri,  hipodromu ve daha pek çok yapıdan kalanları, yoğun olarak bulabileceğimiz bölge, tarihi yarımadada Sultanahmet ve civarıdır.

Beyazıt'tan başlattığım Sultanahmet ve civarı turumun ilk durağı, tramvayla yanından defalarca geçtiğim yolun kenarındaki, sütun kalıntıları. Daha yakından bakıyorum. Üzerlerinde iri göz yaşı damlalarına benzeyen kabartmalar var. Bu sütunlar  Forum Theodusius (Theodusius Meydanı)  ile aynı yerdeki daha büyük bir alanı kaplayan Forum Tauri'yi (Boğa Meydanı) çevreleyen, revaklı duvarların ve  büyük giriş kapısının sütunlarından kalanlar. Guruplar halinde yığılmış, bazı guruplarının  etrafında alçak demir korkuluklar  olmasına rağmen, üç beş kişinin üzerlerine oturup sohbet etmesinden kurtulamamış. Geçmişleri 1600 yıl.

Sütunların biraz  aşağısında, Laleli'de bir sokak içinde bulunan Myrelaion Kilisesi'ni  (Bodrum Cami) yıllar  önce, Bizans döneminden kalan, günümüzde cami  veya müzeye dönüştürülmüş tüm kiliseler  merakımı giderirken gezmiştim. Gezmiştim de, avluda küçük yemyeşil bir de bahçe oluşturmuş olan  o zamanki görevlinin, bodrum kat için ''Burayı ben temizledim, boyadım, berbattı'' dediğini hiç unutmadım.

Onuncu yüzyılda  yapılan haç planlı ve Bizans sanatının  tuğla işçiliğinin adeta insanı  büyülediği bu yapının altında, imparator ailesinin mezarlarının olduğu bodrum kat nedeniyle, halk Bodrum Cami demiş. Yapı tam 1000 yıllık.

Sultanahmet'e doğru yürürken yolumun üstünde Konstantinus  Sütunu yani Çemberlitaş  ve bugün meydan olma özelliği hiç belli olmayan otopark halini almış Forum Konstantinus var. Üst üste oturtulup ek yerleri kabartılı yapılarak kamufle edilen 35 metrelik sütunun üstünde, o zaman imparator Konstantinus'un heykeli varmış. Porfir mermer (erguvan rengi) sütunun üzerindeki metal çemberlerin, sütunu sağlamlaştırmak için,  Bizans döneminde konduğu belirtiliyor. Tam 1600 yıllık

Sultanahmet parkının içinde sadece bazı temel duvarları kalan Aya Euphemia Kilisesi, aynı yerdeki, komutan Antiochos'un sarayının büyük salonu imiş. Azize Euphemia dördüncü yüzyılda hristiyanlığı ilk kabul edenlerden  ve Kadıköy'lü zengin bir ailenin kızı. 

Pagan Romalılar tarafından işkencelerle öldürülen Euphemia'nın kutsal sayılan kalıntıları, önce Kadıköy'de Sarayburnu'nu gören bir tepede adına yaptırılan bir kiliseye, sonra doğudan gelen tehlikelere karşı, Sultanahmet'teki bu yeni yere getiriliyor.

Sarayın doğu duvarında apsid (kiliselerin doğuya bakan  kısmı) oluşturulmasıyla  kiliseye dönüştürülen salonda, kiliselerin genel yapısını oluşturan  batı kısmındaki  narteks (giriş koridoru)  yok. Benim gezdiğim zaman, yaklaşan yerel seçimler nedeni ile ortasına stand kurulup, sahne oluşturulmuştu. Oysa, tam 1500 yıllık.

Ve Hipodrom.Yeşiller ve mavilerin kıyasıya yarıştığı, halkın yaşamında çok önemli bir yer tutan bu alanda, sadece arabalı at  yarışları değil, halk toplantıları ve çeşitli gösteriler de yapılırmış. Yapımına Septimus Severus zamanında 196 yılında başlanmış, Konstantinus döneminde (324-337) bitirilmiş. Kırk mermer basamaklı, yüzbin kişilik  hipodromun,  batı ucu  topoğrafik olarak aşağı doğru eğimli bir arazide kaldığından, dolgu yapılarak  düz hale getiilmiş. Tam 1700 yıllık.

Her bir yarışçının arabalarıyla   çıkış yaptığı oniki kapı bir mekanizma sayesinde aynı anda açılırmış. Yarış alanının uzun güney tarafının ortasında,  sarayla doğrudan bağlantısı olan Katishma denilen imparatorluk locası, kuzey tarafta da hakem locası varmış. Spina adı verilen orta aksın üzerinde Mısır'dan  getirilen Dikilitaş, Delfi Tapınağından getirilen başlarının üstünde bir kazan taşıyan birbirine sarılı  üç yılandan oluşan tunçtan  bir sütun (Yılanlı veya Burma Sütun) , üzeri metal levhalarla kaplı Örme Sütun ve yine tunçtan  hayvan heykelleri bulunurmuş.

Bu tunç  heykellerden  biri Romos ve Romulus'u emzirmekte olan dişi kurt, biri Mısır öküzü, biri eşeğe binmiş bir insan ve ağzında yılan olan bir kartalmış. Tabi bu heykellerin  hiç biri yok, belki daha Latin işgali (1204-1261) zamanında, belki daha sonra yok olmuşlar. Yılanlarından birinin başının yarısı Arkeoloji Müzesinde olan Yılanlı Sütun'un sütun kısmıyla, üzerinde metal kaplamaları olmayan  Örme Sütun ve kaidesinde  taşın dikilme sahneleri, locasında oturan imparator ve ailesi ile yarışları gösteren  kabartmalar bulunan Dikilitaş konuldukları yerde duruyor.

Hipodromun, yarışların başladığı kapıların olduğu  taraftaki spendon denilen kısmın üstünde, Latin işgali sırasında götürülen dört bronz at  varmış. Yani, Venedik'te bulunmuş olanların,San Marco Basilikası'nın ön cephesinde gördüğü o muhteşem atlar İstanbul'lu. Bir tanesinin kopyası da Emirgan'da Sabancı Müzesinin bahçesindeki meşhur at heykeli.

Hipodromun oval ucu tarafından aşağıya doğru inip, dolgu duvarını inceliyorum. Belli ki yakın zamanlara kadar duvara bitişik evler varmış, sıva kalıntıları hala gözüküyor. Sahile doğru yönelip Bizansın kare planlı ve kubbeli tip kilise örneklerinden ve Ayasofya'dan  bir kaç yıl önce 527'de yapılan  Sergios Bachos Kilisesi'ne (Küçük Ayasofya Cami) gidiyorum.

Burası da, daha önce içini  gezdiğim kilise camilerden olduğundan, onun da içine girmiyorum. Ama yakın zamanlarda bilir kişilerin pek de beğenmediği bir restorasyon geçirdiğini biliyorum. Ne yazık ki bizde restorasyonlar yapılmak için yapılıyor. Dışardan bakıldığında  tuğla  taş karışımı dokusu ve doğuya bakan apsidiyle kendini belli eden yapının içinde de meraklısı,  özellikle üst katta bazı ipuçları yakalayabilir. 1500 yıllk.

Sırada Mozayik  Müzesi var. Arasta'nın içinden geçiyorum. Satıcılar orta yerde kimisi nargile  fokurdatıyor, kimisi güneşte oturmuş müşteri bekliyor. Ama nedense illa seslerini duyurmak istiyor. Oradan geçiyorsan turistsindir, hemen bir "wellcome" geliveriyor. 

Mozayik Müzesi eski saray kalıntılarından  birinin avlusunun  veya salonlarının mozayiklerinin bulunduğu yer. Üstü kapatılarak teraslandırılmş. Daha Bizans döneminde üzerleri mermerle kaplanan mozayikler  tesadüfen bulunmuş. İlk çalışmaları yapanların,   teknolojik yeterlilikleri olmadığından kullanılan  çimento, mozayiklerin rengini biraz karartmış. Oysa daha sonra Avusturya'lı arkeologların yaptıkları çalışmayla temizlenen mozayikler bütün ihtişamıyla ortaya çıkarılmış.
Bir halının etrafını çevreleyen  geniş bir çerçeve  gibi  uzayan  yapraklı figürlerin arasında, gizli motiflerde insan yüzünden çekirgeye farklı şekiller  var. Beyaz mozayik zemin üzerine serpiştirilen   renkli figürler,  günlük hayattan alıntılar. Av sahneleri, hayvan ve  doğa motifleri  4. ve 6. yüzyıla tarihleniyor. Mozayikler,  üzerlerine sürülen şeffaf koruyucu madde sayesinde, müzenin açıldığı 1987 yılından bugüne temizlenmemiş. 1600 yıllık.

Tüm mozayikler sarayın orijinal yerlerinde olup, mekanların üstü kapatılarak müzeye dönüştürülmüş. Mozayik Müzesindeki mozayikler  dinsel olmayan alanlardaki yer ve duvar mozayikleri olduğundan, resmedilen figürler günlük hayattan ve doğadan. Yine Bizans mozayik sanatının güzel örneklerinden ama, Ayasofya Müzesindeki  dini ögeler taşıyan altın ve renkli cam mozayikler Bizans mozayik sanatının zirvelerinden.

Artık yıl 537 , başkent çoktan pagan Roma değil, hristiyan Konstantinopolis olmuş. Daha önce iki kez  aynı yerdeki kilisenin, hatta daha da öncesinde pagan tapınağı olan yerde, Justinianus ve eşi Theodora tarafından, Aydın ve Milletos'lu iki mimara beş yılda Ayasofya yaptırılmış. Aslında Osmanlı da aynı geleneği sürdürmüş, aynı tepeye İstanbul'un en güzel camilerinden Sultanahmet Camisini yaptırmış.

Ayasofya'nın üst kat galerilerindeki mozayiklerde ikon (imge) olmuş sahneler var. İkon ya da ikonaların, yapıldıkları madde veya materyal değil, oradaki resimler önemlidir. Bunlardan  en ünlüleri Deisis (Meryem Ana ve Vaftizci Yahya'nın İsa'dan halk için şefaat dileme sahnesi), kucağında İsa'yı tutan Meryem Ana'ya ellerindekini veren imparator ve imparatoriçe Eirene, yine ellerindekini İsa'ya veren Konstantin Monomakos ve imparatoriçe Zoe mozayikleri. İmparatoriçe Zoe'li  mozayikte, birçok kez evlenen Zoe'nin her evlenişinde imparator mozayiğinin yüzünün değiştirildiği söylenir. Apsidin kubbesinde ise Meryem Ana'nın kucağında oturan çocuk İsa mozayiği var.
Mozayikler İkonoklazm (ikonakırıcılık) döneminden sonra yapılmış, on birinci ve on ikinci yüzyıla tarihleniyor. Renklerdeki geçişler, kumaşların desen ve kıvrımlar muhteşem. Yüzlerde hep bir hüzün ifadesi var. Mozayiklerin pırıltısı adeta bakan kişiyle aradaki boşluğu dolduruyor. Ayasofya, tam 1500 yıllık.

Ayasofya Müzesi'nin arkasında kalan,  Topkapı Sarayı'nın birinci avlusundaki Aya İrini (Eirene) kilisesi altıncı yüzyılda da yapılmış haç planlı bir kilise. Apsidin üstünde yarım kubbedeki haç, bu süslemenin insan figürlerinin yasak olduğu ikonoklazma yıllarında yapıldığı fikrini veriyor.

Haziran ve temmuz aylarında İstanbul Festivalinde bazı konserlere  ev sahipliği yapan mekanda apsiddeki pencerelerin  buzlu camlarında, gün ışığı  yavaş yavaş mavi karanlığa dönerken, müziğe eşlik eden kaçak kuşlar ordan oraya uçar. Ortasındaki avlusuyla İstanbul'daki bu tip kiliselerin kalan  tek örneği olmasının yanısıra, klasik müzik dinleme keyfinin hiç bir konser salonuna değişilmeyeceği bir mekan. O da 1500 yıllık.

Tramvay yolunun kenarında kendi halinde yanlız bir taş vardır. İmparatorluğun her  yanına olan mesafenin başlangıcının ölçüldüğü bu taş, Konstantin'in Yeni Roma'yı inşa ederken, eskisinde olan herşeyin yeni başkentte de olmasına  önem verdiği imgelerdendi. Milion Taşı,  şehrin omurgası olan Mese'nin  (şehrin ana yolunun adı) başlangıç noktasıydı. 1600 yıllık

Ve son durağım yine Arkeoloji Müzesi Ek Bina birinci kattaki Çağlar Boyu İstanbul Salonu'nun Bizans bölümü. Dışardaki yerlerinde olmayan birçok kültür mirasımızdan kalanları,  ya da toprak altından çıkarılanlarından bazılarını burada buluyorum.

Unesco Dünya Kültür Mirası kapsamındaki bu bölgenin tarih zenginliği hangi ülkede ve hangi şehirde var. Üç imparatorluğa başkent olmuş, iki kıtada ayağı olan ve ortasından nehir değil deniz geçen bu şehir başka hangi ülkede var.
Günümüzde İspanyollar, Müslüman Endülüs uygarlığından kalanlara sahip çıkarak, bugün turizm gelirinde en üst sıralarda. Cordoba'nın Albayzin bölgesinde bina inşaatı sırasında bulunan bir cami kalıntısı yerine, belediye yaptığı anket sonucu  yine bir cami yapıyor. Biz yaşadığımız bu kentin sahip olduğu tarih ve kültür mirasının  FARKINDA MIYIZ ? 
Biz farkındaysak da, ülkeyi yönetenler farkında değil ki, 1600 yıllık bir tarihi zenginliği, üstelik yanında Sultanahmet Cami gibi bir mabed varken, müze statüsünden çıkartıp, ibadete açıyor.

Yazı tarihi : Mrt. 2009














Not : Rekonstrüksiyon fotoğrafları internette Byzantion 1200 'den alınmıştır.

Yorumlar