KASTAMONU'YU GEZİYORUZ (İsmail Bey Külliyesi)

2013'ten,

Taşköprü’den, planladığımız gibi
öğlen sularında merkeze döndük. İlk durak Şeyhinşah kayasının üzerine kartal
gibi konan İsmail Bey Camisi. Burası bir külliye ve bu külliye, Anadolu’nun
astronomi dersleri okutulan ilk medresesine sahip.  Bunu caminin imamı, ‘’bize
camiyle ilgili,  literatürde
bulamayacağımız bilgiler verebilir misiniz,?’’ dediğimde söyledi. Ama şimdi
yazarken, aklıma Harran geldi. Anadolu topraklarının ilk üniversitelerinin kurulduğu,
üç beş taştan  başka bir şey kalmayan
Harran’ın üniversitelerinde , astronomi okutulmamış olması mümkün müydü?
Araştırma konusu, bir kenara not ettim bile.



Caminin yapılış tarihi 1451.
Burada,  biraz tarih dersine girmemiz gerekiyor. Fatih henüz İstanbul’u almamış.
Candaroğlu Beyliği’nin kökeni de, Kayı boylarına dayanıyor. Yani Osmanlı’yla
aynı topraklardan gelmişler. Hakimiyet bölgesi Kastamonu, Sinop, Zonguldak
yöreleri. Aynı topraklarda İsfendiyaroğulları adının da geçmesi, 8.
hükümdarları İsfendiyar Bey’den sonra bu isimle anılmaları nedeniyle. Timur
dahil, erkle iyi geçinip, topraklarını bir kaybedip, bir kazanmışlar.  Hatta, malum usulce kız bile alıp vermişler.



Bu gezideki yoldaşım Emel’le de
tartıştığımız , Fatih’in annesi diye geçen bir Hüma Hatun meselesi var ki, Bursa’da
Muradiye külliyesindeki türbede ‘’Hüma Hatun-Fatih’in annesi’’ yazısını bizzat
görmüş olmama rağmen (bazı bilgiler Hatice Hüma’nın İsfendiyaroğulları
Beylerinden birinin kızı olduğunu yazsa da, Hüma Hatun’un  babasının bir Aptullah olduğu, yani Allahın
kulu olduğunu yazan bilgiler de var. Bununyanında bir yandan Emel’in de
söylediği gibi annesinin Sırp olduğunu yazan da var, Mara Brankoviç’in Fatih’in
üvey annesi olduğunu ve onu yetiştiren kişinin o olduğunu yazan da var)  ben henüz tam açıklığa kavuşturamadım. Osmanlı
padişahlarının anaları ayrı ve derin bir inceleme konusu.



İmamın verdiği bilgiler  arasında, o yıllarda yerleşim merkezinden
oldukça uzakta  olan caminin, halkı o
tarafa çekmek için yapıldığı ve diğer camilerden farklı olarak, içerde büyük
ocakların bulunduğu bir mutfak bölümü olduğu da vardı. Caminin ana bölümünün her
iki yan duvarlarında, birbirinden farklı,  büyük ‘’vav’’ları sorduğumda ise; benim,
kuyruğunu akrebe benzettiğimin bir lalenin yarısı, diğerinin ise bir okun
ucunun yarısı olduğunu, bunların da çeşitli rivayetleri olduğunu anlattı.  Bu da bir inceleme konusu. Baktım tabii, ama o
daha da  derin ve  tasavvufi.



Külliyenin, şimdi el sanatları
satış merkezi olan astronomi medresesinden başka Filibe’de öldüğü için orada
gömülü olan İsmail Bey’in, ailesinin defnedildiği türbesi, hamamı ve bir de hanı
var. Deve Hanı, yakın bir tarihte, altıyüz yıl  sonra bir deveyi misafir etmiş. Hanın şöyle
bir özelliği daha var ki o da Anadolu topraklarında bir ilkmiş. Malum o yıllarda 
taşımacılık atla, deveyle yapılıyor. Eğer hanın kapısından bir hayvan yüküyle
sığmıyorsa,  sahibi, hayvanı aşırı yüklemiş
olduğu, dolayısıyla da hayvana eziyet ettiği için, içeriye
alınmadığı gibi ,bir de ceza ödemek zorunda kalıyormuş. Yani, bu topraklarda tonaj
uygulaması altıyüz yıl önce başlamış bile.



Biz, İsmail Bey Külliyesi’nin tonaj
uygulamalı kapısından çıkıp, Kastamonu konaklarını seyrede seyrede şehrin
batısındaki kayalıkların tepesinde yükselen, Bizans İmparatorluğunun Komnenos
sülalesi imzalı, 12.yüzyıldan kalma, Kastamonu Kalesine doğru yürümeye
başladık.

Yorumlar