KASTAMONU'YU GEZİYORUZ (Kasaba ve İnebolu)




2013'ten

Üniversitedeki yakın arkadaş
gurubumla her buluşmamızda, bundan sonra her ay iki üç günlüğüne bir yere
gidip, beraber tatil yapma  kararı alır,
ama bir türlü devamını getiremezdik. Bu, 
iki yıl önce GÖKÇEADA tatilimiz 
sonrası da böyle olmuştu. Geçen yıl 
gurubumuzdan Aysın’ın SİLİVRİ’deki yazlığı ile idare etmiş, bu yıl
ağustosta, dört kişilik gurubumuz bir fireyle, üç gün sürecek BURSA ve
İZNİK  maratonunu  gerçekleştirmiştik.



Eylüle geldiğimizde gurubun iflah
olmaz  iki gezgini  Emel ve ben aldığımız, kararı devam
ettirmek  adına, (desem de inanmayın )
rotayı KASTAMONU’ya çevirdik. Civarda başka nereler olabilir deyip, yanına bir
de SİNOP koyduk.  Otobüs biletleri
alındı, her iki şehrin Öğretmenevi’nde (öğretmen 30, misafir 37.5 TL) yerler ayırtıldı. Pazar gecesi 23.15
otobüsüyle yola düşüldü.



Kastamonu yedi saat sürüyor, ama
biz sabahın beş buçuğunda Kastamonu’daydık. Otobüs şehrin içinden geçerek
(erken olduğu için belki de) otogara gittiği için, herkesi uygun yerlerde
bıraktı. 



Kastamonu’da iki gün kalmaya
karar vermiştik. İlk gün ilçelerini, ikinci gün şehri gezecektik. Programımızı
yapmaya başlarken, acaba İstanbul’dan, önce Bartın’a gidip, oradan Cide,
İnebolu, Abana yapıp, Abana’da mı konaklasak diye düşünmüştük. Ama gezi
sitelerini biraz araştırıp, yolun çok virajlı ve dağlık olduğunu, 90 km.lik
Cide İnebolu arasının dört saatte alındığını (minibüsle) öğrenince, merkezi
Kastamonu yapıp, Cide’yi ekarte ettik.



Kastamonu’da ilk günümüzde yedi
buçukta kahvaltımızı yapıp, Kasaba köyünün içinin tüm ahşapları çivi
kullanılmadan bindirme usulü yapılmış olan MAHMUT BEY  Cami’sini görmek üzere önce otogara gittik.


KASABA, Taşköprü yolunda bir köy, 15 km. kadar sonra sapaktan içeri 3 km.lik
bir yol daha var. Köye kadar giden araç olmadığı için Otogar Taksiyle
gidiş-geliş bekleme dahil 50 TL.ye anlaştık. Daha doğrusu onlar teklif etti,
bizim gibi İstanbul çocuklarına da fiyat makul geldiğinden, pazarlıksız kabul
ettik 



Çok küçük ve eski bir köy Kasaba.
Ağaçlar arasında kaybolmuş eski üç beş ev var. Yola yakın olanlar beton,
kimliksiz, ülkemizin her yerinde görülen sıradan evlerden. Belki de yenilemenin
maliyeti, veraset durumları engel oluyor, köylünün eski evlerinde oturmaya
devam etmelerine.



Önümüze çıkan ilk camide indik,
kapı kilitliydi,  hemen önündeki köy
çeşmesinden su içtik. Etrafta kimse yoktu. Şoförümüz, ya içgüdüsel, ya başka
bir sebeple Mahmut Bey Camiinin o olmadığına karar verip, biraz daha ileriye
gitmemizi önerdi. Arabadaki sohbette daha önce bu köye gelmediğini söyleyince,
Emel’den oturduğu çevreye duyarlı olma dersi almıştı.



İkinci cami doğru adresti ama,
o da kapı duvardı. O sırada köyün içlerinden gelen bir kamyonettekiler,
görevliye haber vereceklerini söyleyip gittiler. On dakika sonra güvenlik
görevlisi gelinceye kadar biz de geçmişin izlerini taşıyan, tahtaları karamış,
eski evleri, bahçelerini seyredip, caminin etrafını gezdik.



Camiyi 1366’da yaptıran Mahmut
Bey,  Candaroğlu Beyliği’nin son beylerinden.
Caminin Kastamonu’ya gelenlerin uğrak yeri olmasının sebebi, içindeki tüm ahşap
aksamın tek bir çivi kullanılmadan, bindirme tekniği ile yapılmış olması.  Yangın tehlikesine karşı, camide elektrik
tesisatı yok. İçeriye aşı boyanın kırmızı rengi hakim, ama kaybolmaya yüz tutmuş
gibi. Mimberi alçı süslemeli, sade ve küçük bir cami.



Dış kapısının güzelliği
çalınmasına sebep olmuş, bulununca da Liva Paşa Konağı Müzesi’ne konmuş. Şu
an yerinde bulunan kapı, en az orijinali kadar güzel ve Kastamonu’lu bir
ustanın elinden çıkmış. Kapının sağında ve solunda birer mermer sadakalık var.
Sadakayı ne kimin koyduğu, ne de kimin aldığı belli olurmuş. Güzel bir gelenek,
benzeri musevilerde de var. Oturduğum semt Yeldeğirmeni’nde, şu an fırın olan
binanın üst katı Musevilerin toplandığı dernek gibi bir yermiş (Museviler, Yel
değirmeni’ne Haydarpaşa da derler, ‘’Haydarpaşa’da Geçen 100 Yılımız’’adlı
kitap oradaki geçmişlerini anlatır)  Bu
dernekte para veya benzeri şeyler konan ve ne koyanının ne alanın bilindiği bir
sandık varmış.



Dönelim yine Kastamonu’ya. Camiyi
gezdik, otogara döndük, bu kez minibüsle İnebolu’ya gitmek üzere yola çıktık.
Otogar, şehir merkezinin on dakika kadar dışında. Gördüğüm kadarıyla şehir
içinde ulaşım, midibüs ebatlarında Özel Halk Otobüsleriyle sağlanıyor. Fiyat
1,5 TL.



Kastamonu İNEBOLU arası 90 km.saat
başları minibüs kalkıyor, 13 TL. ve Küre Dağları manzaralı güzel bir yoldan gidiliyor.
Seydiler ve Küre ilçelerinden sonra bir saat kırk dakikada İnebolu’ya iniliyor.
Küre’den itibaren başınızı yukarıya kaldırdığınızda bir teleferik hattı
görüyorsunuz.  3o km. mesafeyi kateden ve
küçük vagonları sık aralıklarla hala üzerinde olan bu hat, Küre’den çıkan bakır
madenini (hay Allah şimdi uyandım, Kastamonu’lu olduğunu bildiğim ama Küre’li
olduğunu daha yeni öğrendiğim bir arkadaşımın soyadı Bakır !) İnebolu’ya limana
taşımak üzere yapılmış. Fakat başladıktan üç dört hafta sonra öylece
bırakılmış, karayoluna dönülmüş. Sebep, elektrik sarfiyatının fazla oluşuymuş.
Bu bize yerlisinden aktarılan. Ne diyelim!



Minibüs durağı, sahile yüz metre
kala, otogarı geçtikten sonra. Sahile doğru yürüdük ve Atatürk’ün şapka devrimi
dönemi konuşma yaptığı Türk Ocağı binasına geldik. Pazartesi olduğu için
kapalıydı. Biz Kastamonu müzelerini gezebilmek için, şehir içini salıya
bırakmıştık, ama İnebolu’yu bu konuda hesaba katmamıştık. Ata’m ‘’Bu serpuşa
şapka denir’’ demiş, buradan millete. Binanın denize bakan tarafında büyük bir
Atatürk heykeli ve iki büyük geleneksel İnebolu ‘’Denk Kayığı’’ var. Eskiden
Karadeniz sahillerinde şehirler arasında bu kayıklarlarla ulaşım yapılırmış.

Bu kayıklardan söz etmişken, İnebolu'nun beyaz şeritli İSTİKLAL MADALYASI'ndan bahsetmeden geçmek olmaz. Kurtuluş savaşı yıllarında Ankara'ya en yakın liman olan İnebolu'ya gemilerle gelen cephaneler, bu kayıklarla sahile çıkarılmış, oradan da dağ tepe demeden İnebolu'nun kadınları, yaşlıları ve çocukları tarafından üç yıl boyunca kağnılarla Ankara'ya taşınmış. İşte bu yol ünlü İSTİKLAL YOLU adıyla biliniyor günümüzde. Her yıl 9 haziranda temsili trekking yürüyüşleri yapılıyor. 395 km. lik bu yol boyunca, kamp yerleri oluşturulmuş. Bu arada Kastamonu'da kaldığımız öğretmenevinin adı da,  İnebolu'nun kahraman şehit kadınlarından ŞERİFE BACI'nın adını taşıyor.

Çarşı içindeki binalar arasında
ahşap olmayan rum evleri göze çarpıyor. Türk Ocağının yanındaki yoldan yukarı
yürüyünce ise konaklar sıralanıyor. Kastamonu halkının geçmişten gelen bir
zenginliği olduğu kendini belli ediyor. İpekyolu üzerinde bir şehirmiş
Kastamonu. İnebolu'da 400'ü aşkın tescilli sivil mimari örneği ile açık hava müzesi gibi bir ilçe.



Meteroloji Yolu denen yolu, tepeye
kadar tırmandık. Bahçesi çok güzel dizayn edilmiş, Pembe Köşk’e kadar çıktık.
Yolda konuştuğumuz karı koca, bizi ''İnebolu’nun en güzel manzarası bizim
balkonumuzdan'' deyip, bizi balkonlarına davet etti. Türk misafirperverliği bizi
kahvesiz bırakmadı. Gerçekten, evin küçük balkonunun, büyük bir deniz ve liman
manzarası vardı. Balkonda asılı çamaşırlar arasından, İnebolu’yu fotorafladık.



Sonraki rotamız Abana için, sahildeki
duraktan saat başlarında kalkan minibüslerden, üçte olanına binmeye karar verdik ve 
İnebolu’ya gelip yapılması gereken aktivasyonlardan 495 mt. yükseklikteki GERİŞ TEPESİ’ne çıkmak
üzere bir taksiyle anlaştık. Tepeye çıkmamız arabayla 15 dakika sürdü. Burada eski
bir Bizans manastırının da kalıntıları var, ama gözüken sadece, otuz santimlik bir duvar
kalıntısı. Şoför çocuk,  manastırın kapısının hemen durduğumuz yerin alt tarafında olduğunu ama ağaçlardan ve otlardan gözükmediğini
söyledi. Rumların İnebolu'da yoğun olarak oturdukları yıllarda, bu tepede 15 ağustosta panayır yapılırmış.



Bu arada, bize öyleleri mi
rastladı bilmiyorum ama, Kastamonu’lular çok kibar ve yardımsever. Geriş
Tepesine çıktığımız şoför çocuk ‘’efendim''sizcümle kurmuyordu. Sözlüsü
İstanbul’da öğretmenmiş, yedi senedir konuşuyorlarmış! Tepeden manzara tüm
İnebolu’ya hakim. Daha alçak olan, ve antik dönemde akropol olduğu tahmin edilen,  ABAŞ TEPESİ’ni bile kuşbakışı görüyorsun.
Yapılaşma yok.



Ve üç arabasıyla Abana’ya gitmek
üzere, sahil yoluna indik. Sahile beton duvar çekilmiş. İşte, en sevmediğim şey,
denizle insan ilişkisinin arasına girilmiş. Karadeniz sahili dövüyor…….

Yorumlar