FENER 




Kaçıncı gidişim bilmiyorum, seviyorum, bu yaşanmışlığı her halinden belli olan eski sokakları, karakterli evleri. Fener, Haliç’in kıyısında, birbirine paralel ve onları dik kesen yokuş sokaklarıyla, fotoğraf çekmeyi sevenleri de cezbeden bir semt. 

Aslında gezmeye Unkapanı’nın hemen yanı başından başlamalı. Küçükmustafapaşa, Orhan Kemal’in yaşamlarını kaleme aldığı insanların izlerini taşıyor hala. Pencereden dışarıya uzatılan sobanın borusundan, yanan odunun kokusunu alıyorsunuz. Çamaşırlar pencerelere asılmış iplerden sarkıyor. Yine eski çeşmeler, kahverengisi kararmış ahşap evler birbirine yaslanmış. Ama fabrika kızları yerine, Kadir Has Üniversitesi’nin kızları dolanıyor Cibali Tütün Fabrikası’nın bahçesinde. Üsküplü Camii’nin karşısında Müçteba Amca’nın, fabrika kızlarını kestiği kahvenin yerine, şık bir Kafe var şimdi. Olsun, hayat var o eski sokaklarda. 

Çarşısını geçince Küçükmustafapaşa’nın, duvarları alışıla gelmişin dışında çok yüksek bir camiyi atlamamalı Ayakapı’da. Fatih İstanbul’un surlarını zorlarken, Tanrı’nın koruması için güllerle donatmışlardı Bizanslılar, Aya Theodosia Kilisesini. Ertesi gün askerler şehri ele geçirdiklerinde, güllerle donanmış kiliseye en uygun ad, Gül Camii olmuştu. İçerinin görkemli yüksekliği, loşluğu da büyülüyor insanı. Sonra Haliç’in kıyısından İstanbul’un en eski surlarından kalanlara baka baka yol gelir Dr. Sadık Ahmet Sokağa. Fener patrikhanesine gelmeden tapınağı andıran sütunlu kapısıyla Maraşlı İlkokulu’nun adı da kaldırılmış bu kez.
 
Aylardan nisan, günlerden Paskalya Bayramı günleri Patrikhane kilisesi Ayios Georgios, basilika tipinde bir kilise, yani dikdörtgen planlı. İkonastası muhteşem. İki usta kırk yılda yapmış, diyor söylentiler. Üç azizenin tabutu var sağ tarafta, biri gümüş. Üç azizeden biri benim memleket Kadıköy’den, Euphemia. Diğer ikisi Theophan ve Omonia. Onların hikayeleri acıklı, ama Atina’da Omonia Meydanı yer etmiştir aklımda, Nedim Gürsel’in öykülerinden. İçeri pırıl pırıl bir güneşin sızdığı Omonia Meydanı’na bakan bir otel odasını anlatır. 

          

Tabutları geçince, en dip tarafta bulunan sütunun üzerinde bir delik, ortasında dokunulmaktan altın gibi parlayan bir demir vardır. Orada, İsa’nın gerildiği çarmıh olduğuna inanılıyor. Patrikhaneden çıkınca Fener’in güzel evleri başlıyor sağlı sollu. Solda dik bir yokuşu tırmanınca, yol kırmızı mektebe yani Fener Rum Lisesi’ne varıyor. Onun hemen yanında da Bizans döneminden bu yana kilise olarak kullanılan tek kilise Maria Mouchliotissa ya da bilinen adıyla Moğolların Meryem’i kilisesi çıkıyor karşımıza. 

Maria bir Bizans prensesi, zaman on üçüncü yüzyıl, Bizans’la akrabalık yoluyla bağ kurmak için Hülagü Han, Maria’yla evlenmek istiyor. Yol öyle uzun ve de koca namzedinin yaşı öyle ileri ki, yoldayken Maria dul kalıyor. Devlet ilişkileri önemli, varsın Hülagü ölsün, Maria onun oğlu Abaka Han’la evleniyor. Birkaç yıl sonra Abaka da kardeşi tarafından öldürülünce Maria istanbul’a dönüyor. Bu kiliseyi yaptırıyor ve ömrünü orada tamamlıyor. Kilisenin yanından yokuş sokaklardan yine aşağılara, Vodina Caddesine iniyoruz. 

Bu sokakların her birinin adı da bir başka güzel. Tabelaları da kaçırmamak gerekir. Camcı Çeşmesi, Mismarcı, Topçubaşı, Yasemin, Karatavuk, Firketeci, Atgeçmez, Kiremit, Duhancı, Çimen, Kalaycı Selim, Alay sokaklar bir yukarı çıkarır, bir aşağı indirir Fener’de. Atlanmaması gereken sokaklardan biri de Merdivenli Yokuş Sokak. İki yanında basamaklar olan sokağın evleri Unesco’nun Fener-Balat Evleri Rehabilitasyonu Projesi dahilinde restore edilmiş. 

Vodina Caddesi üzerindeki Vodina Kafe de, restore edilen güzel evlerden biri. Yorulunca soluklanacak başka pek çok kafe daha var Fener’de. Merdivenli Yokuş Sokağın sol köşesinde bir tanesi. Belki siz de fotoğraf çekmeye kaptırmışken kendinizi, o eski evlerden birinin penceresinden yaşlı bir bey fısıldar size de ‘Orası bir kafe, orada oturabilirsiniz’.

Yorumlar