HAYDİ SYDNEY'E





25 Nisan 2015
Nasıl ki, Paris deyince Eyfel Kulesi, opera deyince Viyana gelir insanların aklına, Sidney deyince de kesinlikle Opera Binası gelir. On altı yılda tamamlanıp, 1973’te açılan bu güzel yapıya, önce yanından, sonra Domain Park’ın ucundaki manzara noktası Mrs. Macquarie’s Chair’den; yağmurlu geçen bir günün sonunda, güneş çıkınca da Harbour Bridge’den baktık. Köprüden bakışımızı güneşin batma saatine denk getirip, portakal dilimlerini andıran binanın, beyazını altın rengine çevirdik.

Harbour Bridge; tepesine, yüz küsür dolar verip tırmanılan, şehrin bir başka simgesi olan demir köprü. Denizden yüksekliği 134 metre olan köprünün doğu tarafı yayalar ki, belli bir yüksekliğe kadar tel örgülerin arkasından şehre bakılıyor; batı tarafı ise bisikletliler için düzenlenmiş. Belli mesafe aralıklarıyla görevliler nöbet tutuyor. Tabi ki köprünün ortası motorlu taşıtlar ve trenler için. Bisikletlere ayrılan tarafında yürümeye kalkan yayanın bayılacağı ceza, eğer aklımda yanlış kalmadıysa dört yüz dolar civarında.

Madem karşıya geçtik, köprüden inip sol tarafa yürüyelim. Kocaman, ışıklarla donanmış çingene kızı, Sidney’in Lunaparkının kapısını süslüyor. Biz yanından deniz kıyısına inelim. Karşı sahile giden tekneler biraz ilerideki iskeleden kalkıyor. Güneş Opera Binasını da, köprüyü de altın rengine boyamış. İşte bizim derdimiz, o görüntüyü belleğimize ve fotoğraf makinemize nakşetmek.


Onu da yaptık, hava karardı ve biz bütün gün Sidney’i arşınlamaktan bitap, son enerjilerimizi yolumuzun üzerindeki St. Mary’s Katedrali’nde Anzak Şehitleri için düzenlenen anmaya şöyle bir göz atıp, Kings Cross’daki evimizin yolunu tutmaya harcadık.


Yorumlar