BAKIP GEÇTİKLERİMİZDEN : DARÜLACEZE

BAKIP GEÇTİKLERİMİZDEN
                                                        
''Hep önünden geçerim, ama hiç içeri girmedim'' diyecek milyonlar sayabilirim size. Zaten ben de sadece iki kez girdim. İkincisi iki gün önceydi. Neresi mi orası? Okmeydanı DARÜLACEZE, yani düşkünler evi.

Metrobüs durak anonslarında ''Darülaceze-Perpa'' der, o mekanik ses. İkisi arasında yüz küsür yıl, dar bir sokak vardır sadece. Biri beton yığını hacminde sanayi ürünlerini diğeri iki katlı taş binalarında bakıma muhtaç olanları toplar.

Yüksek taş duvarları takip edip, gösterişli kapısına gelince, tanıtım sütunundaki bilgilere, bir göz atalım. II. Abdülhamit zamanında 1896'da, yirmi yedi bin metrekarelik bir alan üzerinde açılmış, kimsesiz evsiz barksız, hasta ve sakat olan yaşlı, genç ve çocukların bakılması, çalışacak durumda olanların çalışarak geçinebilmelerini sağlayabilmeleri için kurulmuş bir bakım evidir, der.

Gösterişli kapıdan girince, ağaçlı çok güzel bir bahçe sağa ve sola doğru uzanır. Tam ortada bir sütun vardır, kapı Bab ı Şefkat, sütun Mefharet Sütunu yani Övünç Sütunudur. Binalar birbiriyle aynı, iki katlı taş binalardır. Sağdaki idare binası sanki biraz daha gösterişli olsun, ya da farkedilsin diye midir, pencere kenarlarındaki söveler bembeyazdır.

Sağa doğru yürürsek sekizgen küçük bir cami, sola doğru yürürsek tonozlu bir çatı altında kardeş kardeş kilise ve havra, bahçenin doğu ve batısını sınırlar.

Önce doğuya yürüdüm ben ve tekerlekli sandalyesiyle bahçede dolaşan bir sakinin ''Hoş geldiniz''iyle karşılandım. O, konuşacak birilerini isteyenlerdendi belli ki. Gülüştük, güneş vuruyordu üstüne.

Tonozlu çatının altındaki iki kapının da metal kulplarının üstüne sola doğru ok işareti çizilmişti. Çevirdim açıldı. Sönmüş mumlara bakılırsa ziyaretçisi vardı epey demek ki. Tavandaki freskler solmuş, dökülmeye yüz tutmuşlardı. Tahta sıraları, ikonaplastı her şeyiyle küçük bir Aya Yorgi kiliseydi burası.

Sonra, kapısındaki levhada Midraş Darülaceze yazan havranın kulpunu çevirdim sola doğru. Şüpheyle çevirdim, çünkü müzeye dönüştükten sonra girdiğim Neve Şalom'dan başka hiç bir sinagoga pat diye girememiştim, hahambaşılıktan izin almak gerekiyordu.

Kapıyı açtım, bembeyaz duvarlar, tahta sandalyeler, bir kaç dini obje ile Hahambaşılık ve Kuzguncuk Beth Yaakov Sinagogu tarafından tefriş edilen Midraş'ı da gezdim.

Binalar, arada bahçe alanı olmak üzere dörtlü olarak iki sıra halinde dizilmişti. Ben arka sıradaki binalara doğru yürürken, kapısının önündeki bankta oturan beyaz tülbentli bir teyze güvercinleri besleyip, ağır ağır kalkıp içeri giriyordu. Bahçede tekerlekli sandalyeyle ya da yürüyerek dolaşan erkeklerin çoğunun elinde sigara olması dikkatimi çekti. Arka binaların arasında çamaşırhane, atölye gibi işlevi olan binalar, cam küçük kameriyeler vardı.

Bahçenin batısına gelmiştim, küçük, sekizgen caminin kapısında sola çevirin işareti yoktu, ittim açıldı. Restore olduğu pırıl pırıl kalem işlerinden belli olan camiye mavi hakimdi. Minberin basamaklarında beyaz sakallı, bir dede sessizce Kur'an okuyordu.

Camiden sonra biraz ileride çocuk oyun parkı ve çocuk bakım evi vardı. Kulağıma çok dertli bir türkü sesi geldi, başımı çevirdim, çok da yaşlı sayılmayacak bir amca elinde sigarası, ciddi ciddi bankta oturuyordu.

İdare binasını da geçince Darülaceze'de bir tur yapıp, Bab ı Şefkat'e gelmiştim yine. Ben şimdi 
çıkacaktım o kapıdan, ama gönüllü olarak gelip sohbet eden, çocuklarla oynayan bir sürü gönüllüsü vardı Darülaceze'nin. Her salı, Bahçelievler Huzurevi'ne gidip, oradakilerle sohbet edip, bir şeyler üreten arkadaşım Semiha gibi.

Bağışlarla varlığını sürdüren Darülaceze'yi ben, o gün bir mühendis gözüyle dolaştım. Sessizlik vardı bahçesinde





Yorumlar