BİR PAÇA ÇORBASI, BİR BEYKOZ KASRI, BUYRUN İŞTE BEYKOZ


Beş altı sene önceydi. Bir arkadaşımla Beykoz'da gezinirken, Boğaz'ı yukarıdan görelim diye, denize dik sokaklardan birine vurup, tepelere kadar yürümüş, kendimizi Şahinkaya mevkiinde bulmuştuk. Gecekondudan biraz daha hallice olan evlerin bazılarının müthiş manzaraları vardı. Sokakta rastladığımız bir sakinle laflamaya başlayıp. ''Ne şanslısınız'' dediğimizde, ''Siz bir de poyrazda halimizi sorun '' demiş, daha yakın zamanda bir kaç evin çatısının uçtuğunu, mahallelinin evlerinde nasıl korkulu saatler yaşadığını anlatmıştı.
Beykoz'a bu arada bir kaç kez daha gitmiş, tadilattaki Beykoz Kasrı'nın tadilatının bittiğini ama, Cumhurbaşkanlığı rezidansı olma ihtimali olduğundan, ziyarete kapalı olduğunu sinirlenerek öğrenmiştim. Çayırın olduğu parktan baktığımda görkemli bir anıt kapı da dikkatimi çekmiş, viraneliğinden dolayı içeri girmemiştim.
Beykoz'a son gidişim geçen haftaydı. Amacım kalojen takviyesi almak üzere paça çorbası içmek. Adresim belli, Beykoz turlarımın sondan bir öncekinde keşfettiğim tarihi sayılabilecek,Tolon.
Tolon'a girmeden, sondan bir önceki Beykoz turumda tesadüfen gördüğüm, yenilenmiş tarihi ahşap bir binanın, Mehmet Akif Ersoy Şiir Müzesi olarak ziyarete açıldığını ve edebiyat dünyamızda çıkmış bir çok derginin, küçük konağın odalarından birinde tavanlardan asılı olarak, okunmayı beklediğini, haftanın bazı günleri şiir etkinlikleri de olduğunu belirtmek isterim.
O gün, müzeden çıkınca Panayır Sokağa dalmış, her gidişimde semtin eski sakinlerinin panayır zamanlarını düşünmüş ve Panayır Sokak'taki o eski binanın kapısının önünde, zamanın geçip, kapının eskidiğinin kanıtı olan fotoğrafımı çekerek, Beykoz Korusu'na kadar uzanan Mehmet Yavuz Caddesi'nden yukarı yürümüştüm.
Koruya girdiğimde Belediye'nin işlettiği, ortasında bir de havuz olan tesisler silsilesinin ilki ile karşılaşmış, yürü Tütü, ileride daha güzeli var diyerek, eski Hasır Restoran, şimdi belediye sosyal tesisi olan tarihi binaya doğru yola koyulmuştum.
Yola koyulduğum koru, bir zamanlar Abraham Paşa isimli bir gayrimüslimin, ne kadarı doğru bilemeyeceğim ama, bir tavla partisinde padişah Abdülmecit'ten kazandığı ve paşa tarafından bin bir çeşit ağacın da dikildiği Abraham Paşa Korusu idi. Hasır ise bir dönem bu arazideki tarihi binalardan birini restoran olarak işleten, yuvarlak masalarında keyifli yemekler yediğim ama günlerden pazartesi olduğundan, ne yazık ki kapalı olan leziz ve şık restoran idi.
İşte o zaman, tekrar ana caddeden aşağı, tarihi On Çeşmeler'e inmiş, Tolon'a ilk ziyaretimi yapmış, hayatımın ilk paça çorbasını içmiştim. Bu arada On Çeşmeler'in, on ayrı lülesinden sular akan, sekiz sütunlu ve revaklı çok güzel bir çeşme olduğunu bilmenizi isterim. Beykoz'un merkezinin kalabalığı, görsel kirliliği arasında göze batamıyorsa da, bu çeşmenin kabahati değil.
Evet, gelelim geçen hafta yaptığım son Beykoz ziyaretime. Önce paça çorbamı içtim. Beykoz Çayırı'na doğru kıyı kıyı yürümeye başladım. Yeni bir keşfim var bu arada, Orhan Veli'nin liseye kadar çocukluk ve ilk gençlik yıllarının geçtiği ev burada, İshakağa Sokak'ta.
13 Nisan 1914'te burada doğan şair, ahşap üç katlı evin arka bahçesinde arkadaşlarıyla tiyatrolar sahnelermiş. Ölüm yıl dönümlerinde anma törenleri yapılan, pencerelerinde saksılarla çiçeklerin sarktığı evin, zilini çaldıysam da kapıyı açan olmadı ne yazık ki. Oysa you tube'da ev sahibi ile yapılan röportajı izlediğimde, ''şairin hayranlarına evi gezdiriyoruz'' demişti kendileri..
''Yalnız Seni Arıyorum'' u biliyor musunuz? Daha doğrusu Nahit Hanım'ı tanıyor musunuz?
''Bir de sevgilim vardır, pek muteber
İsmini söyleyemem,
Edebiyat tarihçisi bulsun''
demiş ya Orhan Veli, işte o sevgili Nahit Hanım. Yalnız Seni Arıyorum'da, mektuplarında seslenmiş ona, Nahit Hanım'a. Özgür ruhlu, hayat dolu, insan, Cumhuriyet kadınına. Okuyun, yasak bir aşka dahil olun.
Sonraaaa, yürüdüm Ahmet Mithat Efendi'nin yalısının önünden geçip, Beykoz Kasrı'na doğru. Çünkü rezidans olmamış, müze olarak ziyarete açık olduğunu gördüm internette. Altmış beş yaş üstü ücretsiz, altı on Türk Lirası. Bahçesi'ndeki oturup, ağaçların gölgesinde Boğaz'ı seyredecek bir mekan var, olmazsa olmazı günümüzün. Kasra gelince, mermer görkemli bir kasır. Kavalalı Mehmet Ali Paşa yaptırmış, adeta ''Affedin beni'' demek için Osmanlıya.
Tarih kitaplarımız biraz es geçer Mısır Hidivi yani valisi olan Kavalalı dönemini. Oysa, Osmanlı ordusuyla savaşacak kadar gemi azıya almıştır Kavalalı ve oğlu. Ve Osmanlı yenilmiştir Mısır valisine. Çok derine gitmezsek, emperyal güçler devreye girince Kavalalı pişmanlık duymuş, yetmiş küsür yaşında ilk kez İstanbul'a geldiğinde Boğaz'ın bu güzel yerinde bir kasır yaptırıp padişaha hediye etmiş.
Mermerleri Mısır'dan gelen görkemli kasrı padişahlar pek kullanmasa da, Hünkar İskelesi gibi bir antlaşmaya ev sahipliği yapıp, bir dönem çocuk hastanesi olarak hizmet vermiş, en sonunda da müze olarak bizlerin ziyaretine açılmış. Öneririm çok güzel bir kasır, geziniz ve ihtişamı görünüz. Yalnız, bahçeyi gezerken ağaçlarda heykel gibi duran karabatakların olduğu bölgelerde dikkatli olunuz, yağmur gibi bir ıslaklığa maruz kalmayınız. Dağ hamamı denen, aslında hamamla bir alakası olmayan, şimdi akmıyorsa da suların şelale gibi akarak serinlik verdiği mağaramsı yapıyı da atlamamanızı öneririm.
Benim, programımda o gün eski Beykoz Kundura Fabrikası olan binalar silsilesini gezmek de vardı. Fakat hayal kırıklığı fabrikanın sürgülü demir kapısına geldiğimde yaşandı. İnternet sitesinde ballandıra ballandıra anlatılan fabrika binaları, kafeler, dizi setleri isteyen herkese açık değildi. Klip ve dizi çekimlerine açık olan platolar, iş için gelmiş olanların serbest dolaşımına açıktı. Haftanın bazı günlerinde fabrika binalarından birinin bodrum katında oluşturulan film gösterimleri için gelinirse, gezme olasılığı da vardı. Bir dönem önemli bir emek üretim alanı olan bu bölge, gezilip, görülmeye değer.
Ve o gün, kundura fabrikasına giremeyince, Beykoz Çayırı'nda ilk gidişimde gördüğüm eski kışlanın görkemli anıt kapısının, artık Bezm-i Alem Üniversitesi'nin girişi olduğunu, güvenlik tarafından durdurulduğumdaki isyanımdan sonraysa, Boğaz kıyısında gün batımının verdiği huzurla bir Beykoz gezim daha son buldu.


Yorumlar