GİDEYİM DEDİM SARIYER'E PAZARBAŞI'NA


Hep anlatıp dururdu Sarıyer günlerini eşim. Sarıyer'in Pazarbaşı'ndaki üç katlı cumbalı ahşap evi, dayılarının esprilerini, kahkahadan yıkılan yemekleri.Gideyim şu evi bir göreyim dedim bu yıl. Çoktan satılmış, şekli şemali biraz değişmiş olsa da, izler kalmıştır muhakkak eski günlerden deyip.
O eski ahşap evi, ucundan yakalamış olan Nesli'yle beraberiz. Hem de ne yakalamak, şeker diye yuttuğu hapların sarhoşluğuyla, divanın altına saklanıp, aranıp taranıp bulunduğunda hastanelere koşulacak çocukluk anılarıyla yakalamak.Yolun deniz tarafındaki bahçenin kilidini açıyor Nesli, hiç düşünmeksizin, rahat. Merdivenlerden iniyoruz kıyıya. Manolya duruyor yerinde ama mağaza yok. Mağaza, dayıların ağlarını koydukları yer. Bu arada, biz bazı Karadenizliler, teyzelerimizin eşlerine dayı deriz. Sarıyer'deki dayılar da, teyze eşleri dayılar.
Şadıman Teyze elinde bir tepsi kızarmış balıkla gelirdi, demişti Rodi. Merdivenlerden sahile inişini gözümde canlandırıyorum. Bembeyaz tenli, gülen yüzlü. Şadıman teyzeler, iki kızkardeş, iki erkek kardeşe gelin gitmişler. Sürmene'den gelince ilk durakları Garipçe, ikinci duraksa Sarıyer. Çünkü iki kardeş reislerin hayatı Sürmene'deki gibi denizde.
Olmak isterdim, önce Yeni Mahalle'de sonra Pazarbaşı'ndaki evde süren o sohbetlerde. Yeldeğirmeni'nden gelen kardeşler, yeğenler, akrabalarla, şakaların gırla gittiği ortamlarda.
Üst katın cumbasının üstündeki balkonda yapılan kahvaltıları anlatırken ''deniz ayağının altında ama, altı üstü deniz bizim için o zaman'' diye ekler eşim. Zamanla dağılır o balıkçılar. Onların çocukları kalır Sarıyer'de, açılır balık peşinde denizlere. O çocuklardan biri arardı bizi, ''Lakerda yaptım, gelip alın'' diye.
Evet, Nesli'leydik, indik denizin kenarına, anıları bıraktık orada, çıktık tekrar yola ve yürüdük Telli Baba tarafına. Sağda solda hala eski ahşap evler, sahilde eski karakol binası 1893. Daldık bu kez denize dik bir merdivenden yukarıya. Merdivenin bir yanını çevirmişler adeta bir çiçek pazarına. Yokuşun sonundan sola dönünce, harabe halinde ama hala güzel kagir bir ev çıktı karşımıza. Camları kırık, tavanlarında kalmış desenler varla yok arasında.
Denize yukarıdan bakan bu yollarda daldık ara sokaklara. Sokak isimleri malum, geçmişin aynası, günümüze yansıması; Ocak Ağası, Ağa Bayırı, Özengi Ağası, Avukat Reşit Efendi, Aziz Efendi sokakları derken, Bağlar Yoluna vurunca döndük deniz tarafa. Bağlar varsa üzüm var, üzüm varsa şarap var, şarap varsa Rumlar ve Ermeniler vardı demek buralarda zamanında.
Şirket-i Hayriye'nin 1914 salnamesinde yazıyor, Yenimahalle'de bin yedi yüz Hristiyan, kırk Müslüman yaşıyor, diye. Tiyatrosu, gazinoları, mesire yerleri ile tam bir sayfiye yeriymiş Yenimahalle. Biraz ileride Pazarbaşı'nda bir yamaçtaki Fırıldakbahçe'nin müdavimleri arasında Yahya Kemal'den Mehmet Rauf'a, Halit Ziya'dan Lemi Atlı'ya sanatçılar sohbet edermiş, varıncaya kadar 1940'lara.
İşte Kilise Arkası Sokak'tayız, yüksek bir duvar boyunca yürüyoruz, aralık sokağın merdivenlerinden inince Aya Yanni Kilisesi'nin önündeyiz. Kitaplar der ki, burada bulunan eski bir kilisenin temelleri üzerine 1799'da yapıldı bu kilise.
Sokağın caddeye bağlandığı yerde, kapısında asma kilitli, terkedilmiş eski kagir bir bina çekiyor dikkatimizi, ahşap balkonunu destekleyen eli böğründeler üzerindeki sembolik süslemelerle.
Turumuzu bitirdik çarşıyı geçip çıktık sahile. Anmadan olmayacak tabii Orhan Veli'yi Sarıyer günlerinde. ''İskele Karşısı 77, Sarıyer'' Bu adrese yaz mektuplarını der, Nahit'ine.
''İki gündür Boğaz'da bir sonbahar havası var. Bu da hüznümü arttırıyor. Bilmediğim bir maceraya, çok büyük bir maceraya atılmak istiyorum. Aşk filan zannetme. katiyen değil. Aşkla beraber kendimi de dünyayı da unutmak istiyorum......''
Not: Son paragraf YKY'larından çıkan Orhan Veli'nin yazdığı mektupları içeren ''Yalnız Seni Arıyorum-Nahit Hanım'a Mektuplar'' kitabından.




Yorumlar