KAŞ GÜNLÜKLERİ (1) : Soba Başında Bir Akşam



KAŞ GÜNLÜKLERİ : Soba Başında Bir Akşam...
Çok ama çok sıcak bir Kaş gününde, tatile gelenler plajları doldurup, ben balkonda oturup serinlemeye çalışırken, açtım günlüğümün eski sayfalarını, başladım karıştırmaya.
Bu yılın en başı, ocağın ilk haftası, komşuda, soba başındayız. Bir misafir daha var, uzun zamandır karşılaşmak istediğim. Dünya savaşlarından ikincisini yaşamış, doğumu 1936, ayaklı bir tarih, üstelik anlatmayı da seviyor, anlatsın dinleyelim.
Hikaye, dedesinin babasıyla başlıyor, adı Ahmet Ağa. Bağlıca'da yaşıyorlar, eşi Ümmüsün (Kaşlılarda bu isme çok rastladım, Ümmügülsüm'ü kestirmeden söylüyorlar) oğlu Ömer'le. Ömer okulda çok iyi, çevresi de bu konuda ona destek veriyor, sen oku diyorlar. Osmanlı imparatorluğu zamanı ve 19. yüzyılın sonları. Rodos daha Osmanlı toprağı. Ömer okumak istediğini babasına söyler, Ahmet Ağa izin vermez.
Bir akşam evin arkasında gizli gizli ağlarken, annesi yanına gelir. belinden bir kese çıkarır, Ömer'e verir ''İçinde altın var'' der. Ömer keseyi alır, bir şekilde önce Fethiye'ye, oradan gemiyle Rodos'u bulur.
Rodos'ta tatillerde de lokantalarda, orada burada çalışıp, hiç Anadolu'ya gelmeden, dört yıl okur. Sonrasında, nüfus müdürü olarak Meis'e atanır. Şimdi, kış nüfusu dört yüz beş yüz olan Meis Adası'nın nüfusu, o zamanlar on dört on beş bin civarlarında, canlı bir ada. Kaş'la hareket, gidip gelme çok. Uzuçarşı üzerindeki evlerin hepsi Rum tüccarların.
Adaya gidip gelenler diyorlar Ahmet Ağa'ya, oğlun Meis'te, gitsene. Ömer Meis'te, çanlı kilisenin yanındaki iki katlı evlerden birinde, bir Rum arkadaşıyla otururmuş. Ahmet Ağa oğlunu bulmuş, oğlu da annesiyle babasını adaya almış. Yerleşmişler, on iki dönüm arazi almışlar, hayvancılık yapmaya başlamışlar.
Ömer artık evlilik çağındadır, beri taraftan kız bakmaya başlanır. Bir ev salık verilir, görücü gidilir. O zamanlar görücüye çıkan kızlar, süzme yoğurt sınavı verirmiş. Yoğurdu eğer hiç sıçratmadan suyla açabilirse, o kız beğenilir ve gelin edilirmiş. Fatma böylece Ömer'e varmış, Meis'e gelin gitmiş. Aile adaya artık iyice yerleşmiş. Bizim masalcı amcanın babası Tevfik dünyaya gelmiş.
Tevfik on beş on altı yaşlarına gelmeden, dünya, birinci savaşın rüzgarlarıyla kaynamaya başlamış. Ömer'in Rum arkadaşları, ortalık çok karişacak, savaş çıkacak siz buradan gidin, demeye başlamışlar. Bir gece, Meis Kaş arasında beş altı kez gidip gelerek, hayvanlar da dahil olmak üzere, her şeylerini yükleyip Kaş'a geçerler.
Adayı, önce Doğu Akdeniz'i kontrol altına almak isteyen Fransızlar işgal eder. Sonra İtalyanlar, ki En iyi Yabancı Film Oscar'ını almış olan Mediterranio filmi, bu dönemi anlatan çok güzel bir filmdir. En sonunda da, dünyanın her yerinde her şeye burnunu sokan İngilizler işgal eder. 1948'de de on iki adalarla beraber Yunanlılara verilir.
Bizimkiler artık Kaş'ta. Nüfus Müdürü Ömer Bey arazi soruyor. Koca Çerçi denen zatın babası, 'benim var' diyor. Nerede, diye soruyor Ömer Bey, adamın 'Dınga horda' yani hemen şurda dediği yer, Büyük Çakıl. Malum, eskiden Anadolu'da deniz kıyılarındaki araziler makbul sayılmaz, kız çocuklarına verilirdi.
Deniz kenarına, şimdi Ada Plaj ve Restoranın olduğu yere, kurumuş dere yatağına, iki katlı taş bir ev yapılıyor. 1926'daki büyük afette, dere her şeyi alıp götürüyor. Evin bir duvarı hala restoranın arka kısmında, o yıllardan bir anı gibi duruyor.
Ömer Bey, bu sefer evini, koya bakan tepenin üstüne yapıyor. Kaş'taki yeni hayatları devam ederken, Tevfik de evleniyor ve masalcı amcamız Ramazan dünyaya geliyor. Yıl 1936.
O yıllar Kaş'ın karayoluyla hiç bir yere bağlantısının olmadığı yıllar. Hançer adında, devesiyle posta işlerini gören, bir efsane yaşar Kaş'ta. Ramazan Amca'ya sorduğumda 'Tabi bilirim, posta getirirdi, başka şeyler üzüm, leblebi, şeker getirir, su deposunun ordan bağırırdı. Sonra, yolda öldü, dediler, zaten yaşlıydı' diye anlattı.
Sonrasını Ramazan Amca anlatsın artık.
''1944'te ilkokula başladım.Ne kalem ne defter, hiç bir şey yok. Kahvecinin kara yaz boz tahtası var, ona yazıyoruz, keçeyle siliyoruz. Yazıları, fasulye ve kahveyle yazıyoruz. Okul, şimdiki okulun yerinde. Hıdrellez dediğimiz mağaranın içinde bir kilise varmış, duvarları yazılı, resimli; onun taşlarını ta ordan Limanağzı'na indirip, tekneye yükleyip, Kaş'a getirmiş, bir de yukarı taşıyıp, okul yapmışlar.
Okul, salı öğleden sonra ve cumartesi pazar tatil, gidin evdekilere yardım edin, derlerdi. Ayşe Uslu öğretmenin, nar dalından sopası vardı, önce sopayı getirene vururdu. Bir de Ulviye öğretmen vardı, o da, ceza olarak ağzımıza kekik yağı sürerdi. Ulama yazıyı (el yazısı)öğrendik sonra.'
Süngercilik yapılırdı değil mi, diye sorduğumda;
'Tabii, eskiden hep o iş yapılırdı, yayılırdı buralara süngerler. Vurgun yiyen olurdu. Kafadan yediyse, sabaha kadar başında saz çalınıp, türkü söylenirdi, uyumasın diye. Kolu ya da ayağı yemişse, orası çevrilir, kasları hareket ettirilirdi.'
Ramazan Amca balıkçılık yapmış, çobanlık yapmış, kaptanlık yapmış, doğayı kıpırtısından tanır olmuş.
'Kanatlı karınca, Ekim biri ile onu arası alçak uçarsa, kış sert geçecek. Ayın etrafında halka varsa, üç dört güne yağış olacak, ayın etrafında kırmızı bir çizgi varsa, kalınlaştığı yönde deprem olacak. Ve baykuşun öttüğü yönün tersi yağış alacak' cümleleri de, yaşadığı tecrübelerden süzülenlerdi.
Ocak ayının dördüncü gecesinde, soba etrafında, kuşburnu çayı içierken yaptığımız sohbetten günlüğüme dökülenler bunlardı. Ve aramızda ailenin devamı, bir Ömer, bir Ramazan daha vardı.
Not: Bu yazı aynı zamanda bir sözlü tarih çalışmasıdır, sohbetteki aile üyelerinin izniyle paylaşılmıştır.
Kaş / Tem. 2020





Yorumlar